Tiyatro Kırmızı - İhanet

İngiliz oyun yazarı, senarist, şair, tiyatro yönetmeni ve aktör Harold Pinter’in 1978 yılında yazdığı çarpıcı oyun İhânet, hayatları temel bir yalana dayanan, hatta bu yalan açığa çıktığında kurdukları aşk ve dostluk ilişkilerinin boşluğunu hissetmelerine rağmen, derinden sarsılacak kadar bile sahicilikleri kalmamış üç kişinin öyküsü.

Tiyatro Kırmızı bünyesinde sahnelenen oyun yaklaşık 70 dakika sürüyor. Oyun başından sonuna dek hep bir tempo içinde ilerliyor. Elbette bunda rejisörün ve tabi ki oyuncuların katkısı büyük ancak yazarın harikuladeliği en büyük etmen. Zîrâ Pinter, oyunlarında genelde insanların gündelik konuşmalarının çözümlemesini yaptığı için oyunları çok sahici geldiği gibi ciddi ve derinlikli bir düşünmeye de sevk ediyor. Kendine has bir tarzı olan yazar genellikle tek mekânda geçen oyunlarında sessizliği, gizemi ve kısa konuşmaları kullanarak bir gerilim, merak ve durup düşünme havası oluşturuyor.



Aldatma, Tensel Bir Süreçten mi İbaret?


Oyundaki aldatma olgusu çok boyutlu işlenmiş. İşte bu nedenle oyunda anlatılanları eşlerin birbirini aldatması ve yaşadıkları suçluluk duygusu olarak algılamak, oyuna tek boyutlu bakmak anlamına gelir ki bu da eksik bir yorum olur. Oyundaki üç karakterden biri olan yayın editörü Jerry, yayıncısı ve en iyi arkadaşı olan Robert'in karısı Emma ile yedi yıl gizli bir ilişki yaşayarak ihânet ediyor. Konu en basit anlatımıyla bu aslında. Fakat bu kadarla iktifa etmek mümkün değil. Detaylandırmak gerek. Her bireyin karakteri, kişiliği, aile yaşantısı, sosyal çevresi, kariyer plânı, hayattan beklentileri, yaşama dair yorumu, siyasi fikri, arkadaşlık ilişkileri vardır ve bunlar nevi şahsına münhasırdır. Bütün bunların üstüne; duygusal bir ilişkiden beklentileri, evliliğe bakış açısı ve hem evleneceği kişiye hem de evliliğe yüklediği anlamlar ve hayâller bulunmaktadır. Şayet birey, evlenmeden önce bu kriterleri göz önünde bulundurmadan salt duygusal bir coşkuyla evlilik kararı alır da daha sonra süreç içinde saydığımız bunca şeyle yüzleşmeye başlarsa ne yazık ki ya büyük bir tatminsizlik ve beraberinde bir mutsuzlukla karşılaşıyor yada aldatma yolunu tercih ediyor. Üçüncü bir kişilik tipi ise olumsuz gibi görünen şeyleri tevekkülle karşılayıp, bu durumu bir imtihan olarak görebiliyor veya “her ilişkide sorunlar olabilir, benim ilişkimde de böyle sorunlar var” diyerek mantığa bürüyüp kendini rahatlatabiliyor. Aldatma, çoğunlukla nedenlere dayandırılıyor ise de esasında yukarıda saydığımız etmenleri göz önünde bulundurduğumuz zaman, “ne zaman” sorusunu da akla getirmek gerekiyor. Çünkü kişi kendisine vefa göstermez, kendi iç sesini dinlemez de niteliklerini göz ardı ederse asıl ihânet tam o noktada başlıyor. İşte yazar da biz izleyicileri “ne zaman?” sorusunun peşinde sürüklüyor. Yani ne zaman kişinin kendisini ve duygularını hatırladığı noktaya...



Oyunun Esas Büyüsü Kurgusunda Yatıyor…
 
1977 ve 1969 yılları arasında geriye doğru bir yolculuğa çıkıyoruz oyunda. Bu zekice kurgulama sonunda gerçeklere farklı açıdan bakabildiğimizi fark ediyoruz. Ve hafızanın yol göstericiliğinde geçmişe bakmanın, olayları nasıl da başka veçheden kavramaya neden olabildiğini düşündürüyor yazar. Zaman ve hafıza arasındaki ilişkiye oyunda tanık olmak son derece etkileyici. Çünkü oyun, bir mekânda iki kişinin konuşmasıyla başlıyor. Biz izleyiciler olayları merak ederken, yazar bizi geçmişe doğru yolculuğa çıkarıyor. Oyunda zamanın hafızayla olan ilişkisi, ihânete toplumsal ve etik açıdan yaklaşmanın yanı sıra estetik bakış, kullanılan ironik ve sorgulayıcı tonlama insanı oldukça etkiliyor. Her adatma öyküsünde olduğu gibi, yeni aşkın eskisine ihâneti anlatılırken, aldatma sürecinin başındaki romantizmden ilişki ilerledikçe düş kırıklığına doğru gelgitler yaşanması oyunun altı çizili yerlerinden.
 
Amerikalı yönetmen Neil Flackman, yazarın metinlerindeki kasvetli ortamı birebir sahneye taşımış. Sahnenin her alanının kullanma becerisini oyunun her anında gördüğümüz yönetmen zamana dair algımızı da küçük dokunuşlarla yaptığı mekân değişiklikleriyle yönetmiş. Duygusal değişimleri de oyunculardaki duruşlarla yalın bir şekilde aktarmış. Oyunun temposu bir an bile düşmüyor. Büyük ve kalabalık olan her şeyden kaçınmış. Ancak ara ara kendisinin de sahneye çıkıp İngilizce bir şeyler söylemesinin yerindeliği tartışılır. Hattâ daha keskin bir ifadeyle dile getirecek olursam; çok yersiz buldum. Çünkü hem metinde yok hem de oyunla alâkası yok.
 
Oyunun karakterleri Ebru Devrim Sayman, Deniz Boldaz ve Erdem Yol’a emanet. Ayrıca, oyun başlamadan seyircileri fuayede harika canlı keman performansı ile Aydan Tunalı karşılıyor. Oyunculuklar çok sahici. Bütün duygu yoğunluğunu baştan sona hissediyoruz. Temponun düşmesini sağlayan en temel unsurlardan biri de oyuncuların iç aksiyonlarının çok yüksek olması; sabit durdukları anlar çok olmasına rağmen bunu başarmaları önemli. Hepsinin Türkçeleri çok fasih; özellikle Ebru Devrim Sayman çok temiz bir Türkçe ile konuşuyor. Büyük dekorlara, şaşaalı kostümlere rağmen en sıradan bir işi dahi çıkarmakta zorlanan ödenekli tiyatroların oyuncularına taş çıkartıyorlar. Tabi ki tüm ödenekli sanatçıları kastetmiyorum ancak ne yazık ki azımsanmayacak derecede bahsettiğim nitelikte memur sanatçılar var.     
OGÜNhaber