Willy Russell'ın Shirley Valentine adlı eserinden Türkçeye uyarlanan oyun, daha baştan söylemek gerekirse; sıcacık duygularıyla kalbe işleyen, seyircisiyle ortak ve sağlam birliktelik kuran bir yapıya sahip. Üstüne, Shirley'e sahnede hayat veren oyuncu
Sumru Yavrucuk'un enerjisi ve en derinlere kadar hissettirdiği oyunculuk performansıyla bu tesir daha da yukarılara çıkıyor.
Shirley, ilkin 1986 yılında Liverpool'da sahneleniyor. Oyun çok kısa bir süre sonra Londra'ya taşınıyor ve ülke sınırlarını aşarak Broadway'e kadar ulaşıyor. Hikâyenin seyre sunulması sadece tiyatroyla sınırlı kalmıyor; 1989 yılında, Lewis Gilbert'in yönetmenliğinde beyaz perdeye aktarılıyor. Sayısız ödüller kazanan Shirley, bu kadar yıl geçmesine rağmen herkesin hâlâ unutamadığı bir hikâyeye dönüşüyor.
Oyunun konusuna ve hikâyesine birçoğumuz aşinayız aslında. Shirley, kocasından yeteri kadar ilgi görmeyen; sadece yemek pişiren, evi temizleyip süpüren, adeta robota benzeyen biridir. Kadınlığını ve cinselliğini hissetmekte de problem yaşayan orta yaştaki bu İngiliz kadın için, hayat belli noktalarda tıkanmış, yaşanılan ruhsal gerilimle beraber her şey büyük bir çaresizliğe gömülmüştür.
Shirley, yalnızlığını evin içindeki duvarlarla sohbet ederek aşmak ister. Kendi kendisine çaresizce konuşur. Karşısında kocasını ve kızını hayâl eder, onlara içinde biriktirdiklerini boşaltır. Hayâlle gerçek arasında gidip gelirken arkadaşının daveti ile Türkiye'de bir tatil yapmanın plânı içine girer. Shirley, Bodrum'a gidecek, az da olsa bulunduğu ortamın dışına çıkacak, belki de hayatında ilk kez özgür kalarak rahat bir nefes alacaktır. Orta yaşını geçmiş, çocuğunu büyütmüş, eşiyle ilişkisi sıkıcı bir döngüye binmiş yalnız bir ev hanımı, bulunduğu şehirden, hatta yaşadığı ülkeden ilk defa ayrılıp tatile gidecek ve artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Shirley Valentine, deyim yerindeyse adeta kendini bulacak ve yepyeni bir kadın olarak bambaşka bir hayata "merhaba" diyecektir.
Oyun, genel anlamda bir kadının dönüşümünü anlatıyor. Farklı coğrafyalarda da olsa aslında kadından ekseriyetle beklenenlerin, ona yüklenen anlam ve vazifelerin aynılığının altını eleştirel bir dille çiziyor. Kendisi isterse prangalarını kırıp bir birey olduğunu ve kendisine de önem vermesi gerektiğini hatırlayacağını da vurguluyor. Metin, bu yan mesajlar üzerine kurulmuş. Ana mesaj ise çok açık: Senin bakış açın değişirse, etrafındaki kişi ve olaylara yüklediğin anlamlar da değişir; sadece biraz cesaret…
Oyunun uzun yıllar bu kadar beğenilmesinin ve popüler olmasının nedeni bariz; zira Shirleyler çok fazla... Birçok kadın hatta birçok erkek, Shirley'de kendi hayatından bir şeyler buluyor. Kendi çocuklarını, kendi eşini, kendi evini, kendi mutfağını, hayatla mücadelesini, çevresiyle ilişkilerini, kendi ebeveynlerinin birbiriyle olan münasebetini, içlerindeki annelik-babalık öğrenimlerini, anne-babalarından sirayet edenlerin sorgulanmasını, kendi eş olma durumlarını ve tabi ki kocaman yalnızlıklarını. Yine birçok insanın yapamadığını yapabilmesi bağlamında da Shirley dikkat çekici bir karakter oluyor; bir gün, ikinci sahnedeki yeni Shirley olmak birçok kişinin hayâli belki de…
Sahnede Tek Başına…Sahnede hoş bir müzik... Spot ışığın vurduğu şarkı söyleyen hoş ve havalı bir kadın. Seyircilerin arasından telaşla gelen Shirley karakterini canlandıran Sumru Yavrucuk… Salonda alkış kıyamet... Sahnede bir mutfak, ortada bir masa ve rutin bir hayatı olan ama bundan çok sıkıldığı için hem içsel hem de bedensel bir yolculuğa çıkacak olan Shirley...
Metnin iyi olmasıyla beraber, oyunu yücelten en büyük unsur tabi ki Sumru Yavrucuk. Daha önce
Yalnız Kadın ve
Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi'den sonra yine tek kişilik bir oyunla karşımızda ve yine mükemmel. Shirley karakterini Sumru Yavrucuk'tan başka böyle canlandıracak oyuncu çok az. Yavrucuk, tek başına koca bir ekibe bedel. Oyun, tek kişilik gibi görünüyor olsa da esasında çok kişilik… Yavrucuk, sadece Shirley olmuyor; aynı zamanda Shirley'nin kocası, oğlu, kızı, dedikoducu komşusu, kıskanç arkadaşı, en yakın arkadaşı ve yeni erkek arkadaşı (?) Âdem oluyor.
Sumru Yavrucuk‘un oyunculuk anlamında yüksek performansı metindeki salt ana başlığı değil alt başlıkları da vermesini sağlıyor. Gittikçe artan temposu, sahne sempatisinin ürünü olan sıcaklığı, anlatım sihrinin anahtarı olan güzel Türkçesi, sesinin rengiyle beraber yakışan tavrı ve sözcükleri ve tabi ki tamamlayıcı beden diliyle oyunculukta gerçekten zirvede olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor. Oyunun cansız ama kilit yapılarını canlandırmak da ona ait; misâl mutfaktaki duvar, elindeki içecek, güneşlendiği kaya ve hatta Bodrum. Ne söylediyse, kimin ve neyin kılığına girdiyse, sayesinde onların hepsi capcanlı seyircinin karşısında duruyor. Her anlatılanda izleyici de onun yanında oluyor; sinirleniyor, kızıyor, gülüyor, eğleniyor. Öylesine muhteşem canlandırıyor ki seyirci olaylara bakarken konudaki her duyguyu rahatlıkla yakalayabiliyor. Oyuncu; güçlü, kendinden emin, ne yapacağını bilen, deneyimli, sahneye hâkim tavrını, jest ve mimikleriyle besliyor. Yalnız, çaresiz, mutsuz bir kadını komediyle anlatmak, seyirciyi güldürürken derin düşüncelere sevk etmek, herkesin yapabileceği bir iş değil. İki perde boyunca temposundan ödün vermeyen bir oyuncu var karşımızda ki bu gösteride dikkat edilmesi gereken en temel noktalardan biri, usta oyuncunun tek başına bütün karakterleri yüksek bir tempoda canlandırması…
Ekip…Oyuna, her ne kadar tek kişilik diye adlandırsak da aslında bir oyuncu daha var;
Selmin Artemiz. Oyunun müzikleri kendisine emanet... Oyunun daha başında harika sesiyle seyirciyi karşılıyor. Bazı sahnelerde müziği ve kısa rolleriyle Shirley'e destek veriyor. Her iki perdenin açılışını yapıyor. Hâsılı izleyenlerin saatlerce tiyatroda kalmak istemesinin ikinci müsebbibi oluyor.
Çevirmen
Evren Ercan, tertemiz bir Türkçeyle ve son derece başarılı bir uyarlamayla metni dilimize kazandırmış. Oyun orijinal metinde Liverpool'da geçiyor ve Shirley, bir Yunan adasına tatile gidiyor. Burada ise hikâye Londra'da başlıyor, Bodrum'a uzanıyor. Seyircinin oyunla özdeşim kurmasının en büyük nedenlerinden biri de bu. Bodrumlu Âdem ve sonunda Sezen Aksu'nun Kalbim Ege'de Kaldı şarkısı oyunu daha yerel hâle getiriyor. Memleketten manzaralar, toplumsal ve siyasal bazı gerçeklere basılan parmaklar, oyunun sunduğu başka bir güzellik oluyor.
Nurdan Aliyazıcıoğlu'nun başarılı sahne düzenlemesiyle, izleyenler ilk perdede Shirley'nin Londra'daki evine, ikinci perdede ise Bodrum'da kaldığı otele konuk oluyor. Önce her şeyiyle tastamam bir mutfak; sonra mavi, beyaz dekorda begonviller, renkli ışıklar, capcanlı bir ambiyans yani tüm ayrıntılarıyla sunulan bir Bodrum… Keşke perde arasında dekor değişiminin her ayrıntısını seyirci görmese, onun yerine perde kapansa da değişim o şekilde gerçekleştirilse; zira sürpriz bozuluyor.
Yönetmen Sumru Yavrucuk'un iç sesin öne çıkışıyla varlığını ortaya koyan ve nefes nefese koşan kadına, şahane fotoğraf karelerinden oluşan öyküyü eklemesi tam bir imza oluyor. Tek kişilik müzikli yapının tüm katmanlarına yaptığı doğru dokunuşlarla, alınan seyirlik zevki artıyor. Oyunu yönetip oynamak zor uğraştır çünkü projenin içinde ne kadar çok yer alınırsa hataları görmek de o derece zorlaşıyor. Sumru Yavrucuk'un hem yönetmen hem de oyuncu olarak ortaya koyduğu yaklaşım, Shirley'i uzun süredir konuşulan ve daha da konuşulacak gösterilerden birisine dönüştürüyor.