Nefertiti Silifke'de..

Bu sezon neredeyse bütün oyunlarına gittim ve her birinden de ayrı bir keyifle çıktım. Onlardan biri ve en son gittiğim oyunları ise Nefertiti Silifke’de…

Nefertiti Silifke’de, Ali Cüneyd Kılcıoğlu tarafından yazılmış tek kişilik bir oyun. Mâlûmunuz Nefertiti, Mısır Firavunlarından Akhenaton’un karısı. Güzelliğiyle nam salmış, sağlam kişiliğiyle de yönetimi avucunda tutan güçlü bir kadın. Bir tarafta hayatında hemen hemen istediği her şeyi elde eden hırslı ve başarılı bir kadın olan Nefertiti diğer tarafta ise elini attığı her alanda başarısızlığa düşen oyun karakteri Cânân Yolcu. Nefertiti, Cânân’ın sevdiği ve örnek aldığı tarihî kişiliklerden biri. Güzelliğine, bir de onun gibi başarı tablosu eklemek istiyor. Resim-heykel sanatçısı olan Cânân, bu yolda ailesi tarafından desteklenmediği gibi türlü problemlerle boğuşmaya başlar. Fakat kendisini ancak sanat yoluyla ifâde edebileceğini düşündüğü için bir başka işe girişmekten ziyâde yine bir sanat dalı olan dansı tercih eder. Kendisini performans sanatçısı olarak tanıtır lâkin ortaya koyduğu performansların dansözlük olarak adlandırıldığını görünce başka yolları dener. Hem kendisini ispat çabası vardır hem de içinde dünyanın ancak sanatla güzelleşeceği, kötülüklerin sanat yoluyla son bulacağı ideasını barındırmaktadır. Sanatın da ilkeli bir düsturla ve estetik bir biçimde yapılması gerektiğini savunmaktadır. Bu nedenle popüler kültürü eleştirmekte ve o kültürün tuzağına düşmemek için çaba sarf etmektedir. Ancak her ne kadar çırpınsa ve dik dursa da ne resim-heykel yolunda ne de performans sanatçılığı yolunda bir türlü başarı gösterememektedir. Ya yakınları ve çevresi tarafından hafife alınmakta ve kendisiyle alay edilmektedir yada iş bulamamaktadır. Artık maddî problemler de kendisini iyice boğmaktadır. Öte yandan geleneksel kültüre sahip bir aile içinde olduğu için ailesine karşı da bir savaş vermektedir. Ve bütün bunların yanı sıra bir kadın olarak değer görmek, âşık olmak, evlenmek hattâ çocuk sahibi olmak istemektedir. Özellikle çevresinin bu baskısından da mustariptir. Hâsılı her şey birikmiş ve Cânân patlama noktasına gelmiştir. Ona göre, hiç ummadığı çalışmalar ve kişiler gündeme bomba gibi düşmekte oysa prensipleriyle var olan ve sanatı kurallarına icrâ etmeye gayret edenler ise kıyıda köşede kalıp, hayat gailesi ile boğuşmaktadır. En sonunda kendisi de popüler kültür çarkına dâhil olup absürt şeylerle gündeme gelme tuzağına düşer. Bir belediye etkinliğine herkesin dikkatini çekip, magazin gündemine oturacak bir işle katılır ve hakikaten de dikkatleri üzerine çeker. Bununla beraber türlü sıkıntıları da… Ancak öyle veya böyle şöhret olmuştur. Artık bu yolda ilerlemek ister ancak o da bir yerden sonra son bulur. Televizyonların, gazetelerin kendisini kullandığını fark eder ve yine kabuğuna çekilir. Bu defa Anadolu’ya açılmaya başlar. Silifke’ye gider. Hiç ummadığı bir yerde hiç ummadığı bir kişi tarafından anlaşılmaya başlar. Ondan değer görür, sevilir, desteklenir; asıl hikâyesi ve belki uyanışı da burada başlar. 

Popüler Kültür Tuzağı ve Kadının Çilesi

Yazar Ali Cüneyd Kılcıoğlu, bir yandan popüler kültürün ne denli baskın olduğunu ve sanatla yoğrulmaya gayret eden, işini onuruyla yapmaya çalışan insanların ne kadar geride kaldığını anlatırken bir yandan da sanat dünyası da olsa kadınların sözde en modern olan bu camiada bile nice zorluklara göğüs germeye mecbur olduğunu gösteriyor. Ayrıca oyunda “avam sanattan anlamaz, değer vermez” diye büyük bir önyargı ile hareket eden kimi sanatkârlara da göndermeler var; bu işi bilen ve icrâ eden kişilerin halkla bir türlü buluşamamasının ve onları anlayamamasının, hitap ettiği kitleye sürekli tepeden bakmasının izleyici/dinleyici sayısının daha da artacağı ürünlerin çıkmamasına sebebiyet verdiğine, iştirâkin az olmasının nedeninin de bu tutumların olduğuna dair tenkitler yer alıyor. Oysa her yanıyla küçümsenen halkın gizli bir ferâseti ve anlayışı olduğunu oyunun sonunda da bilahare görüyoruz. 



Yönetmen koltuğunda Tiyatro Şenay’ın kurucusu Onur Şenay var. Minimal ve fakat sahnenin neredeyse her alanının kullanımına imkân tanıyan bir dekor tasarlayarak, daha çok hikâyeye odaklanılmasını amaçlayan yönetmen, amacına ulaşıyor ve seyircinin dikkatini sürekli sahnede tutuyor. Zîrâ oyunun başında neredeyse bütün dekorlar parlak örtülerle kaplanmış durumda. Oyuncu, her bir epizotta örtüleri sırasıyla kaldırdıkça, bizde “acaba diğerinin altında ne var ve bizi nasıl bir hikâye bekliyor” merakı oluşuyor. Oyunun sondan başlaması ve oradan tekrar oyunun ilk anına doğru ters bir döngü içinde olması da başarılı bir şekilde değerlendirilmiş. Salt kadınların yaşadığı sorunlar üzerinden gitmemesi, oyunun ana fikirlerinden biri olan sanatın ve sanatçının içinde bulunduğu çıkmaza ağırlıklı olrak vurgu çekmesi daha iyi olmuş. Renk tercihlerinde daha çok parlak renkleri seçmesi de esasında medyanın ve hâkim güçlerin, bizi ne kadar renkli bir dünya içinde boğduklarını ve oyaladıklarını göstermesi açısında mânidar. Belki bu son dediğimi yönetmen bu maksatla yapmamış olabilir ancak bende uyandırdığı izlenim buydu.

Nur Gürkan… Tek kişilik ve tek perdelik oyunun kocaman dünyasını yansıtan oyuncu… Oyun afişte ve tanıtımlarda komedi diye tanıtılıyor ve evet genel mânâda da komedi ağırlıklı bir oyun ancak Nur Gürkan, oyundaki dramatik sahneleri de bir komedi oyununun içinde en olabilecek şekilde ve etkili bir biçimde veriyor. Anne-babasının kızı olmayı da hayâl kırıklığına uğrayan masum bir kadını da bir anda sertleşen ve tabiri yerindeyse tırnaklarını çıkaran birini de bunalımdan çıkmak için uğraşan bir sanatçıyı da ayrı ayrı hissettiriyor. Hikâye gereği ara ara yaptığı taklitlerde de çok iyi. Her bir hâli verdikten sonra yine kendi bilincine dönmesi ve bizi hemen o hâlden çıkarması, oyuncunun ne denli kontrollü olduğunun da göstergesi. Bitmek bilmeyen enerjisi hayranlık uyandırıcı. Oyunun başından sonuna dek enerjisi ve heyecanı hiç bitirmiyor, tükenmeden aynı canlılığı koruyor ve sürekli seyirci ile temas hâlinde olmasını biliyor.   



Oyunun muhteşem bir yardımcısı da var: ışık tasarımcısı Sinan Arslan. Arslan, yönetmen için yaptığım yorumların son cümlesinde kurduğum renkli dünyada karanlıklara boğulma hâlimizi ışıkla veriyor. Yaptığı tasarımla, oyunda anlatılan ve her biri birbirinden ayrı duyguları yaşatan hikâyelere bizi tam anlamıyla hapsediyor, sonra da oyuncuya yardımcı olarak bizi aniden o duygudan çıkarıyor. 

Sahnede Nur Gürkan var ancak arka plânda dev bir kadro var. Cânân Yolcu kendi başından geçenleri anlatırken, onun hayatına dokunan insanlarla olan diyaloğunda dış sesler kullanılıyor. Dış seslerin prodüksiyonu bile başlı başına bir iş. Kayıtlar HD Vizyon Stüdyolarında Muharrem Daşkın ve Hasan Baştürk tarafından yapılmış. Ve öyle isimler var ki yazmadan geçmek olmaz. Giriş sırasıyla; Fatih Er, Ahmet Tekeş, Elif Güney, Murat Topal, Nurcan Yanık, Tuğçe Tekin, Erol Özdemir, Güner Özkul, Müjgan Dervish ve Ali Poyrazoğlu… Oyunun özgün müzikleri de Sanayi Mutlu’ya ait.  

Bu dev kadro tarafından sahnelenen ve aslında hemen hemen her gün izlediğimiz ünlü insanların bir bakıma bugüne dek gelişlerinin serüveninin anlatıldığı bu oyun sezonun en iyileri arasında yerini alıyor benim zihnimde.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.
OGÜNhaber