Kim Daha 'Muteber'?

Yaptıkları her işte nitelikli oyun yapma amacının yanında, toplumsal veya bireysel bir yaraya basmak gibi bir dertleri de var. Bu bağlamda her sezon hangi konuyu ele alacaklarını, ele aldıkları hususları nasıl işleyeceklerini ve seyirciyle hangi üslûpla buluşturacaklarını merakla bekliyorum.

Derdi olan bir ekip olmaları hasebiyle, bu sezon da yine yaşanmış bir hikâyeden yola çıkarak hem olayın kendisini hem de o olay üzerinden ülkemizdeki sosyal, siyasal ve ekonomik çalkantıları, beraberinde yine aynı düzlemdeki toplumsal katmanları, bu katmanların içinde bulunan bireylerin göstermiş oldukları duyarlılıkları ve duyarsızlıkları resmeden bir oyun yapmışlar: Muteber

Oyunda, bir yandan ’80 darbesinden sonra başa gelen hükûmetlerin ekonomi politikalarından kaynaklı olarak herkesi sarıp sarmalayan ve sonuçlarını sert biçimde gördüğümüz kapitalizmin, faili meçhul cinayetlerin, türlü ideolojilerin ve fraksiyonların arkasına saklanan terör gruplarının eylemlerinin ne yazık ki zirve yaptığı  ‘90’lı yılların Türkiye’si anlatılırken, bir yandan da o yılların sonunda art arda gelen depremlerin, ülkeyi nasıl bir acıya ve travmaya sürüklediği anlatılıyor. Oyun, bu büyük başlıkların yanı sıra bir başka başlığı daha, kadınların sosyal hayattaki yerini ve içinde bulundukları sosyoekonomik düzeye göre de kendisine yüklenen anlamı ve yine kendisinden beklentileri de sorgulayıcı bir bakışla bizlere aktarıyor. Bütün bunlar, 17 Ağustos 1999 depreminde, depremi en acı şekilde yaşayan Yalova’da yaşayan Muteber isminde bir kadının başından geçenler üzerinden anlatılıyor.

Gerçek Bir Hikâye…

Cumhuriyet Gazetesinde görev yapan Hülya Ergün, Yalova’nın bir köyünde yaşayan yoksul ve aynı zamanda ayağı sakat olan ancak buna rağmen çocuklarını ve kendisini geçindirmek için çabalayan Muteber’le ilgili bir haber yapar. Bunun üzerine bölgedeki siyasetçiler, sivil toplum kuruluşları ve iyilik yapmak isteyen (!) kadınlar Muteber için seferber olur. Amaçları Muteber’e destek olmaktır. Bu destek, artık öyle bir hâl alır ki herkesin kendisini gösterme ve aslında bir yandan da kendini rahatlatma eylemine dönüşür. Yapayalnız olan Muteber’in etrafı bir anda kalabalıklaşır fakat bu kalabalığın Muteber’e, sıkıntılarına, sorunlarına, mücadelesine ve yalnızlığına ne katkısı vardır, tartışılır. Bütün bu nümayiş, 17 Ağustos 1999 gecesi saat 03.02’de son bulur. Geride sadece her anlamda korkunç bir yıkım kalır. Şimdi kimin kime yardım edeceği meçhûldür. Artık kim daha muteberdir, muteber olmak ne demektir, belli değildir.

Oyunda, Muteber’in yaşam mücadelesi, çevrenin kendisi hakkında haber yapılmadan önceki düşünceleriyle haber yapıldıktan sonraki düşünceleri ve girişimleri, bu girişimlerde bulunanların ibretlik hâlleri ve dönemin öne çıkan olayları trajikomik bir dille verilmektedir.

Girift Konular; Apaçık Bir Anlatım…

Oyunun yazarı kendisi de bir depremzede olan ve dolayısıyla yaşanan elim olayın her saniyesine şahit olan Tanya Aksu Gökdeniz… Duygudaşlık oluşturma ve hemen hemen her ânı daha içtenlikle aktarma başarısının arkasındaki temel nedenlerden biri de oyundaki her sahneyi bizatihi yaşamış olmasıdır. Yazar, iç içe geçmiş onca olguyu net bir hâle getirerek anlatmış. Esasında bir oyunda birden fazla derdi ve mesajı vermek, ayrıca birden fazla ana konuyu, tali konuma düşürmeden irdelemek, seyirciye hepsini birbirinden ayırt ettirerek ama oyunun nihayetinde her birinin yine birbiriyle ilintili konular olduğunu benimsetmek zordur. Oyunda, bu zor iş başarılmış.

Yazar, oyundaki çeşitli kültürlerden ve sosyoekonomik düzeylerden gelen altı kadını, hem yaşadıkları içsel süreçleri hem de bulundukları ortamları aynı anda vermiş. Bunu yaparken de asla taraf tutmamış. Mesaj vermekten bahsettim yukarda; yazar, sanatçı duyarlılığının getirdiği hassasiyetle ve sorumluluk hissetmesi nedeniyle insanlara bir şeyler anlatma gayesinde ancak bunu asla kör göze parmak şeklinde yapmamış. Bütün olaylara ve karakterlere çok dengeli yaklaşmış. Kimseyi kötü veya iyi ilân etmemiş. Var olan neyse onu yansıtmış ki aksini yapsaydı oyun çok sakil bir duruma düşerdi. Kararı seyirciye bırakmakla en doğrusunu, hatta olması gerekeni yapmış.

Oyunun yönetmen koltuğunda Sibel Yaptı var. Bütün vurguları tane tane aktarmış ve oyunu zekice kurgulanmış bir rejiyle kotarmış. Bu kadar gerçek bir öykünün içine dönemin öne çıkan olaylarını incelikli bir şekilde ve yaşanmış hikâyenin bağlamından koparmadan serpiştirmiş. Oyunu izleyenlere belletilmeye çalışılan siyasî bir göndermeye yer vermemiş. Belli ki olayın doğal akışı içinde seyircinin çıkarımlarda bulunmasını istemiş. Muteber’i çok sahici oynatıp diğer karakterleri ağırlıklı olarak grotesk ögelerle bezemesi, seyirciyi bir yandan var olan gerçek durumdan ve dönemsel tutumlardan alarak ve yabancılaştırarak tuhaf ve şaşırtıcı biçimlerle karşıt görüntüleri birleştirerek güldürmeye yöneltmiş, bir yandan da salt mantıksal olan bir dizgeye karşı çıkarak ancak nihayetinde akılcı bir sonucu getiren, temelde ciddi ama görünüşte gülünç ve abartılı olan her şeyi sorgulamaya itmiş.

Bütün oyuncuların nerde durması gerektiğini çok iyi ayarlamış. Her karakteri dozunda ilerletmiş; cep telefonu sahnesinin haricinde… O mizansen bir hayli uzamış ve bu uzatma durumu oyunun temposunun o an için düşmesine neden olmuş.

Yönetmen, ‘90’lı yılları anlatma işini, arkaya yerleştirdiği projeksiyon perdesine yansıttığı görüntülerle desteklemiş. Fikir gayet başarılı ancak görüntüler esnasında oyun durmasa da oyun devam ederken videolar yansıya gelse sanki daha sahici olur diye düşünüyorum. Zira o anlarda araya sanki oyundan ayrı bir şeyler veriliyormuş hissi oluşuyor. Oysa görüntüler de replikler de olayın ve videolarda yer alan görüntülerin geçtiği dönemler de birbiriyle uyumlu.  

Gülşah Uysalol imzası taşıyan kostüm ve dekor tasarımları harika. Karakterleri küçük nüanslarla ayırmış ve o ayrıntılarla oyun kişileri hakkında bize nasıl bir sosyal sınıftan geldiğine dair doneler vermiş. Dekorun sade ancak bir o kadar da ergonomik bir tercihle tasarlanması da oyunun özünün verilmesi hususunda çok başarılı olmuş. Sade bir platformun kullanılması, kişilerin konumlarının ve duygularının aynı sadelikle anlatılmasını sağlamış. Bizi türlü yollarla sarıp sarmalayan düzenin çıkmazlarını ağlar yoluyla resmetmesi de çok manidar olmuş.

Sevan Haçikoğlu’nun müzikleri oyunun temposuna ve duygusal derinliğine ciddi katkılar sunmuş. Seyircinin tam anlamıyla oyunun içine çekilmesine destek olmuş.

Hüseyin Bakadur yaptığı ışıklarla adeta her sahnede bir tablo çizmiş. Öyle güzel ve fotoğraflık sahneler var ki seyirciyi komple atmosferin içine çekiyor. Yer yer arka sıralardan sahnedekilerin mimiklerinin görülmesine mâni olacak şekilde fazla karanlık anların haricinde harika bir tasarım olmuş.

Mahmut Telci’nin barkovizyona yansıttığı görüntüler, oyunun derinden hissedilmesine yardımcı olmasıyla beraber döneme ait enstantaneleri de bizlere hatırlatıyor. Özellikle son sahnedeki görüntü oyunun özeti niteliğindeydi.

Ekip Uyumunun Önemi…

Oyundaki karakterleri canlandıran Tanya Aksu Gökdeniz, Efsun Akkurt, Oya Bacak, Güneş Özbek Akman, Jeniffer Boyner, Helin Ak rollerinin hakkını vererek oynuyorlar. Ayrıca rejinin vermeyi amaçladığı karakterler arasındaki ayırımı da çok net veriyorlar. İzleyiciyi duygudan duyguya geçirirken hiç es vermeden yapmaları, zihnimizi devamlı diri tutmaları ve her an dinamik bir biçimde oyunun içinde olmaları, solo sahnelerde de aynı şekilde oyunda kalmaları çok iyiydi.

Bir Devr-i Âlem Oyuncuları oyunundan daha hoş duygularla ayrıldım. Hem takip edilmesi gereken gruplardan biri olduklarını hem de sezonun izlenmesi gereken oyunlardan birini yaptıklarını bir kez daha gösterdiler.  Ekip, Şişli’deki Cüneyt Sayıl Atölyede haftanın belli günlerinde hem Muteber’le hem de diğer oyunlarıyla perde açarken, zaman zaman İstanbul’un farklı ilçelerindeki sahnelerde de tiyatroseverlerle buluşuyor.

OGÜNhaber