1993 senesinde Alman yazar Eberhard Streul’un yazdığı ve o tarihten beri ülkesinde hemen hemen her sene farklı tiyatro ekipleri tarafından sahnelenen Josef Bieder’in Yıldızının Parladığı An (Aksesuvarcı) oyunu Yücel Erten tarafından dilimize çevrildi.
Josef Bieder, mesleğini ve sanatın her dalını çok seven bir aksesuarcıdır. Bir akşam, iptal edilen oyunun saatinde ertesi günkü provanın aksesuarlarını hazırlamak üzere sahneye gelir. Bir yandan şarkılar mırıldanır diğer yandan aksesuarlarını yerleştirmek için çalışmaya koyulur. Birden salonda oturan seyircileri fark eder. Olacak şey değildir zira oyun iptal edilmiştir. Josef bundan emindir ancak seyirci koltuktaki yerini almıştır. Bir müddet sonra anlar ki temsilin iptalinden seyircinin haberi yoktur. Üzerine vazife edinir ve durumu kurtarmak adına birkaç cümle kurar ancak sorunun bu şekilde çözülmeyeceğini fark edince hemen idareye haber vermek ister. Bir türlü yetkililere ulaşamaz. En azından yönetim bir açıklama yapana kadar da gelen seyircileri hoş tutmaya ve oyalamaya gayret eder. Mesleğinin incelikleri, sanat tutkusu, sanatçılara olan bakışı, temsillerin arka plânında yaşananları, hayâlleri, umutları, kısmen özel hayatı, gerçekleştiremediği arzuları üzerine başlar konuşmaya. Josef Bieder, yıllar sonra şans eseri “seyircisini” bulmuştur ve mesleğine duyduğu aşk ve heyecanla tüm maharetlerini ortaya döker. Artık sahnede gördüğümüz kişi bir aksesuarcı değil, on parmağında on marifet olan bir sanat âşığı ve emektarıdır. Kâh bir palyaço olur, kâh bir şarkıcı… Anlatır da anlatır. Derken idare müdürü sahneye gelir, seyircilere açıklama yapar. Sadece seyircilere açıklama yapmakla kalmaz Josef’e de “sürpriz” bir haber getirir.
Usta oyuncu ve yönetmen Ali İpin tarafından sahneye konulan ve yine kendisinin Josef Bieder’e can verdiği İstanbul Devlet Tiyatrosu yapımı olan oyun, adeta gösteri sanatlarının sahne arkalarını seyircilerin önüne taşıyor. Tiyatro, opera, konser vb. temsillerde sahne üstünde yer alan ve belki de dakikalarca ayakta alkışlanan sanatçıların ve çalışmaların geri plânındaki kahramanlarının dünyalarına bizleri götürerek, hem onların sanat eserlerinin seyirciyle buluşmasındaki ehemmiyetini ve elzemliğini anlatıyor hem de aksesuarcı özelinde sahne gerisinde çalışan emekçilerin, işlerini yaparken hissettikleri duygularına tanıklık yapmamızı sağlıyor. Bütün bu kurgu esnasında yer yer bir tiyatro adabı ve oyunculuk dersi de veriyor; bunu yaparken sanatçılara dair öz eleştiri veya eleştiri niteliğinde bazı göndermelerde de bulunuyor. Öte yandan gösteri sanatları arasındaki ayırımı da nüanslar eşliğinde sunan oyun, yine aksesuarcı aracılığıyla hepsinden tadımlık örnekler sunuyor.
Oyunun ilk temsili, geçtiğimiz sene malûm pandemi olayı ülkemizde baş göstermeden bir gün önce, 10 Mart 2020 tarihinde gerçekleştirildi ancak ne yazık ki mecburî bir ara vermek zorunda kalındı. 1 Eylül 2020’de ise İstanbul Devlet Tiyatrosunun sezon açılış oyunu olarak tekrar seyirciyle buluştu. Oyuncu Ali İpin’in “yıllar önce okuduğumda çok beğendiğim ve zamanı gelince kesinlikle oynamalıyım diye düşündüğüm” dediği oyun, sanatçıya çok yakışmış. Aynı zamanda oyunun rejisini de yapan İpin, sahnenin her tarafını dengeli bir şekilde değerlendirmesi, seyirciyle tadında iletişim kurması ve bir aksesuarcı olarak sahnedeki neredeyse bütün aksesuarları kullanması bağlamında seyri keyifli bir oyun çıkarmış.
Genelde dillendirilen tek kişilik oyunlarla ilgili handikapları ve seyircinin sıkılma ihtimalini, adeta tek başına koca bir kadroymuş gibi sahnede her daim bir hareket hâlinde olmasıyla tamamen dağıtan oyuncunun, iki perde boyunca bir an bile enerjisi tükenmiyor. Ustalığının hakkını sesiyle, mimikleriyle, bedeniyle en âlâ şekilde veren Ali İpin, her hareketini çok sade ve sakin bir şekilde sergiliyor. Kendisini izlerken, rahat ve bir o kadar duru oyunculuğunu gördüğümde, bir bebeğin anne karnındaki huzurlu, kendinden emin, içinde bulunduğu dünyayı hiç rahatsız etmeden süzülüşü ve o eminlikten kaynaklı bilgeliği aklıma geldi. Neden mi? Zira bazı tecrübeli oyuncuların derinliğini de işte anne karnındaki o bebeğin hâline benzetiyorum. Sahnede yani o küçücük alanda ne kadar devinim içinde olursa olsun ve ne kadar hareket sahaları dar olursa olsun hareketleri ve mimikleri seyircileri hiç rahatsız etmiyor. Ali İpin de işte tam kast ettiğim bu derinliği, dinginliği ve bilgeliği barındıran usta sanatçılardan… Oyuncunun, bu oyunu ve harikulade performansı, Aralık ayından sonra yani 65 yaş durumuna takılmasından dolayı sergileyememesi sırf bu yüzden bile olsa, üzücü…
Ali İpin’e idare müdürü rolünde Özge Özdemir eşlik ediyor. Son epizotta sahneye gelen ve oyundaki yerini çok ölçülü şekilde ayarlayan oyuncu, oyundaki en vurucu anlardan birini hiç abartıya kaçmadan oynuyor.
Oyunculuğuyla oyuna renk katan sevimli minik bir oyuncu daha var. Kim olduğunu söylemeyeyim şimdi; sürprizi kalsın!
Oyunun müziklerinde Murat Gedikli, dekor tasarımında Ethem Özbora, kostüm tasarımında Mihriban Oran, ışık tasarımında ise Akın Yılmaz imzası var.
Pandemi döneminde olsak da önlemlerin her açıdan en titiz ve ciddi şekilde alındığı neredeyse tek kurum olan İstanbul Devlet Tiyatrosunun oyunlarına, özellikle de bu oyuna tüm tiyatro severler gitmeli…