Koca memleketin aktif tek kabare tiyatrosu olmaya da devam ediyor. Bunu da öyle uluorta, böbürlene böbürlene, sosyal-yazılı-görsel medyada avaz avaz birilerini de suçlayarak dile getirmiyor. Gereken her şeyi, kendi mecrasında, sakin sakin ve sadece sanatını ortaya koyarak yapıyor.
Hep güldüren oyunlarıyla tanıdığımız Ali Erdoğan’dan bu defa farklı bir oyun izliyoruz;
Sevgiler Alıyorum Eskici! Önceki oyunlarına pek benzemeyen türde, onlardan ayrılan bir biçemi var bu oyununun. Bugüne dek hep komedi tarzında oyunlar sahneleyen Erdoğan, bu kez belki de ilk defa bir dramla seyircinin karşısına çıkıyor. Bu oyun, Devekuşu Kabare zamanlarının bizlere emaneti ve bu geleneği sürdüren ender sanatçılardan olan oyuncunun ne denli geniş bir alanda oyunlar yapabileceğinin de resmidir. Deneyimli tiyatrocumuzun kendisi içini yeni olan bu kulvarda, başka oyunlarla da karşımıza çıkacağını ümit ediyorum.
Oyunda bencilliğinden dolayı her ilişkisi hatta evliliği son bulmuş, devamlı ve sadece kendisini düşündüğünden dolayı övgüler almayı tek amaç edinmiş, karşısına çıkan duygusal anlamdaki her şeyi itici bulmuş; sadece paraya, şana ve şöhrete tamah eden ve bu uğurda birçok şeyi göze alan bir şarkıcı ile hayatı boyunca kimseden doğru düzgün sevgi görmemiş, sevmekten adeta korkan, başkalarının sevgilerini kendisine anı olarak saklayıp biriktiren bir eskicinin bir saati biraz geçen sohbetine tanıklık ediyoruz. Bu sohbet esnasında, onlar sır gibi sakladıkları gerçeklerini bizlere haykırırken, bizler de onlarla tanışıyoruz. Bu tanışma kendi hayatımızı içten içe sorgulamamız ve belki de yeni pencereler açmamız açısından bizlere oldukça yardımcı oluyor.
Oyunun yazarı ve yönetmeni olan Ali Erdoğan, aynı zamanda oyunda eskiciyi de canlandırıyor. İki kişilik oyunda, toplumsaldan çok bireysel eleştiriye dönük ve iç gözleme yönelik bir yön var. Başka bir deyişle sevgi kavramının, kişiye özel bir olgu olduğunu vurgulaması açısından ve onu bireyin dış dünyayla iletişimini sağlayan aşk-nefret, çıkar-özveri, yalan-dürüstlük, doyum-doyumsuzluk gibi insanî özellikleri içinde irdelemesi oyunu ayrıcalıklı kılıyor. Kişiye, sevgi aracılığıyla benliğinin gizli, kendisine bile açmaktan çekindiği noktalarını sorgulatması da bir başka yönü. Bu nedenle, toplumsal taşlamalarla bezenmiş olan ve bu işi başarıyla kotaran öbür oyunlarının yanında, Ali Erdoğan’ın bireyin iç dünyasına ya da insan benliğine yönelik eleştirilerinden oluşturduğu bu oyun, onun yeni bir seslenişi belki de…
“Sevgi bir aynadır. Sen ne yansıtırsan ayna da sana aynısını yansıtır.” deyişi, bence bu oyunun mihenk taşlarından. Çünkü bireyin toplumla ya da dış dünyayla oluşturduğu bütün bağlar, gerçekte sevgi kavramında düğümlenmektedir ve yazar da bu gerçeği çok iyi yakalayıp oyununda yansıtıyor. Sevgisiz geçen ya da sevgiyi tanımamış bir çocukluğun yetişkinliğe geçme aşamasında yaşayacağı güvensizlikler, inanç eksiklikleri, yalnızlık uçurumları, bencillik sarmalları, yaşamdan kopuşlar ve bütün bunların yarattığı içsel boşluklar, doyumsuzluklar, açgözlülükler, sahtelikler, başarı hırsı, ödül/alkış alma ve takdir edilme isteği çok anlamlı örneklerle ve anlatılarla izleyiciye aktarılıyor. Sevgisizliğin yol açtığı ruhsal boşlukları parayla, ödülle, başarıyla, alkışla doldurmak istense de sevgisiz yaşamanın mümkün olmadığı gerçeğinin altı ustaca çiziliyor. Koşulsuz sevginin diğer bireylerle, hatta dünyayla ve yaşamla aramızdaki en önemli bağı oluşturduğu vurgusu da oyunun altı çizili yerlerinden.
Oyunu izlerken, bir yandan da sevginin, silinse de yok edilse de yok sayılsa da insan yaşamından çıkarılıp atılmaya çalışılda da bunun yarattığı mutsuzluğun hiçbir şeyle ölçülemez olduğunu, çünkü sevmediğimiz zaman tüm dünyanın bizler için bir anlamı olmadığını, ilkin ünlü ama yalnız çünkü bencil olan şarkıcının dramında; sonra da çocukluğunda hiç sevgi görmemiş bu yüzden de sevgiye ve insanlara güvensiz biri olmuş ve sevdiği anda onu taşıyamacağından korkak eskicinin trajedisinde izlerken, öncelikle hayatımızda sevginin ya da sevgisizliğin ne boyutlarda olduğunu, belki de sevgilerin azlığından gitgide ıssızlaşıp yalnızlaştığımızı düşünüyoruz. Sevgisiz büyüyen insan, başkasının sevgisine de inanamayacak, dolayısıyla toplumla sahici bir bağ ve iletişim kuramayacaktır. Her insanın kişiliğinde, içinde yaşadığı toplumu ve dış dünyayı barındırıp dışına da bunu yansıttığını düşünürsek, sevgi aracılığıyla içine dünyayı çekmeyen, onu solumayan insanın aynasında gördüğü de sadece yalnızlıktır! O hep sevilmeyi bekler ama sevmeye hiç yanaşmaz, çünkü yaşamı sevmeyi bilmez; böyle olunca da her anında karşısına çıkan duygu yalnızca mutsuzluktur.
Rejiyi çok sade bir üslûpla yapan Ali Erdoğan, bizi o sahici dünyanın içine öyle dingin bir ruh hâliyle çekiyor ki seyirci bir an kendisini sıcacık küçük bir odada geçmiş günlerinden kalan hatıralarını dinliyor gibi hissediyor. Adeta içimizden neşet eden bir ses, bizlere sesleniyor gibiydi. Bir yandan da oyunun yazarı Ali Erdoğan; bütün oyunlarında yaptığı gibi yaşamın yalnızlık, acımasızlık, bencillik vb. trajik yanlarını, komik örneklerle sergiliyor. Bu da yer yer tebessüm etmemizi sağlıyor. Ama bu kez işlediği kavram; insanın toplumla ya da dünyayla en içsel bağı olan sevgi. Ayrıca şarkılar da oyunun süsü olmuş. Sevgi kavramına yakışır bir lirizm katıyorlar. Ancak keşke aniden cebinden kitabı çıkarıp da şiir okuduğu sahne olmasaymış. Oyunun tek eğreti duran sahnesiydi.
Eskiler toplayan ama gerçekte geçmişte kalmış yaşanmışlıklardan sevgiler ve sevgisizlikler derleyerek bunlardan günümüze ilişkin dersler çıkaran, bu “nostaljik” bakış açılı yaşam derslerini de bilgece yorumlayan, bizlere de trajik olanı yer yer komiklik içinde sergileyen Ali Erdoğan, eskici tiplemesinde çok başarılı. Yorumuyla göz dolduruyor. Duruşuyla, mimikleriyle, davranışlarıyla, kostümüyle inandırıcı bir eskici portresi çiziyor. Bu portrede yer yer kaçınılmaz bir burjuvazi eleştirisi de vardı sanki. Yoksul kişinin, sevginin karın doyurmadığı bir çıkar dünyasında paranın ezici gücüyle daha da yalnızlaşması çok sade ama etkileyici bir biçimde sergileniyor. Zaten oyunda parayla da ünle de mutlu olunamayacağının, çünkü mutluluğun ve huzurun para gücüyle değil ancak ruhsal doyum demek olan sevgi aracılığıyla sağlanabileceğinin, sevgisiz yaşamın varsıl-yoksul demeden gerçekte tüm insanlığa kıydığının altı güzelce çiziliyor.
Hoyratça yok ettiğimiz sevginin hiçbir şeyle doldurulamaz yerini, anlamını ve gerekliliğini bizlere anımsatan bu güzel oyunun diğer başarılı oyuncusu
Mustafa Erhan Temiz… Temiz, çok kısa sürede hazırlandığı ve başkasından devraldığı rolüne çok uygun bir oyuncu. Gündemde kalabilmek uğruna her türlü yolu mubah sayan bazı şımarık, ukala ve bencil şarkıcıların tavrını ve hâlini iyi gözlemlemiş. Öte yandan onların yapayalnız kaldıkları dünyalarının donelerini de bizlere veriyor. Zira her biri doğuştan o kadar bencil ve umursamaz kişiler olmadıkları gibi her anlarında da öyle değiller. Oyuncu, her iki duygu durumunun ayırdını başarılı bir biçimde işliyor.
Kısacası Ali Erdoğan ve Mustafa Erhan Temiz ikilisi, “Nasıl sevilir bilmiyorum ki?” veya “Eski sevgi dolu günlerimi özlüyorum!” diyenlere bir yanıyla terapi, diğer yanıyla da bir ders niteliğinde bir oyun sahneliyorlar. Bırakın başkasını, kendimizi dahi sevmeyi beceremeyen bizlerin, sevginin ya da sevgisizliğin felsefesini yapmaya yönlendiren
“Sevgiler Alıyorum Eskici” oyununu izlemesi gerek…