CAS - DULLAR

Şilili yazar Ariel Dorfman tarafından kaleme alınan, Mehmet Fehmi İmre aracılığıyla dilimize kazandırılan, Muhammed Uzun tarafından yönetilen ve Cihangir Atölye Sahnesi (CAS) Oyun Atölyesi üçüncü sınıf öğrencileri tarafından oynanan Dullar, ister roman olarak okunsun, ister daha sonra uyarlandığı hâliyle bir tiyatro sahnesinde izlensin, her zaman derinden etkileyecek bir konuya, yapıya ve kurguya sahip olduğunu hissettirir.

Her Suç, Kıyıya Vurur…

Comacho köyünde askere diye götürülen erkeklerden yıllardır haber alınamamaktadır. “Şerefli bir göreve gidiyorlar” diye götürülen köydeki erkeklerin bir daha geri dönmemeleri veya dönseler bile nehirde ölü olarak bulunmaları, köydeki kadınları isyan noktasına getirir. Esasında önceleri pek ses edemeyen, durumu çaresizlikle kabullenme noktasına gelen kadınlar, içlerinden birinin başkaldırmasından sonra hep bir ağızdan isyan bayrağını çekerler.

Oyun temelde, erkeklerin arkada bıraktıkları eşlerinin, sevgililerinin, evlâtlarının ve annelerinin çektikleri ağır acıları anlatıyor. Köyde geride kalan erkekler, en büyüğü 12-13 yaşlarında olan çocuklar ve bebeklerdir. Onlar da askerî güçler tarafından hemen hemen her gün türlü ıstıraba tabi tutulmaktadır. Köydeki kadınlar, erkeklerinin sağ döneceğine dair umutlarının büyük bölümünü yitirmiştir. Tek istekleri, en azından cesetlerini almak, ölülerini dinlerine uygun şekilde gömmek, onların yasını olması gerektiği gibi tutmak, kısacası son kez kadınlık ve annelik görevlerini yerine getirmektir. Ama bir nebze de olsa erkeklerinin yaşıyor olması umudu ile her kadın, köyün yakınlarından geçen nehrin kenarında beklemektedir. Zira günlerden bir gün, nehrin kıyısına vuran bir erkek cesedi, kadınların orada beklemesine neden olur. Esasında bekledikleri erkeklerinin, nehirden çıkacak ölülerden biri olması kaygısı, onların en büyük acısı ve bir yandan da çıkmazlarıdır. Oyun boyunca kadınların, nehrin başında nöbet tutuşları ile bitmek tükenmek bilmeyen umutlarına; bölgedeki yetkililerin mezalimlerine karşı dik duruşlarıyla da asil direnişlerine şahit oluyoruz.

Bu eserde Dorfman, erk eliyle alınan yanlış kararların ve uygulanan despot yaptırımların gizlendiği ve örtbas edildiği takdirde, özelde insanların kalplerinde ve genelde ise toplumun vicdanında asla onarılamayacak yaralar açılacağını ve bu sebeplerden huzurun, güvenin ve iç barışın sağlanamayacağını salık verir. Ayrıca işlenen suçların ne kadar gizlenirse gizlensin, kanıtlarının zamanı geldiğinde mutlaka gün yüzüne çıkacağını da bizlere gösterir; ister bir nehrin sularına kapılarak gelen cesetlerle olsun, ister başka şekillerle...

Yönetmenin Başarısı…

Metin, her ne kadar çokça kişiyi bünyesinde barındırıyor, farklı farklı kişiler ve mekânlar arasında sık sık okuru dolaştırıyor ve yer yer dikkati sarsacak şekilde hızlı geçişler içeriyor olsa da yönetmen Muhammed Uzuner, daha önceki oyunlarda olduğu gibi yine sakin bir ritimle ve her şeyi hesap ettiğini gösterecek bir matematikle oyunun her saniyesinin algılanabilir olmasını sağlıyor. Muazzam bir yönetmenlik başarısı göstererek, seyircileri tam olarak bu olayların yaşandığı yere götürüyor ve adeta bir oyunda işlenen duyguların tamamının hissettirilebileceğini bize bir kez daha gösteriyor. Öyle sahici bir ortam ve ambiyans yaratıyor ki yaklaşık 100 dakika süren tek perdelik ağır bir oyunda bir dakika bile kopmamıza müsaade etmiyor. Bütün oyuncularla ciddi bir karakter analizi hatta karakterler üzerinde yoğun psikanaliz çalışması yaptığı bariz. Dahası, genç oyuncularla birebir duygu çalışması içine girdiği de hissediliyor. Sadece oyun rejisörlüğü değil, oyuncu rejisörlüğü yaptığını da oyunun başından sonuna kadar duyumsatıyor. Uzuner’in reji başarısı sayesinde, oyunu izlerken etkilenmemek, çekilen acıları hissetmemek mümkün değil. İzleyenleri, yeri geldi mi yas tutan yeni gelin, kandırılan ve duygularıyla oynanan genç kadın, işkenceye tabi tutulan ve diğer erkekler gibi götürüleceğini hissederek yaşayan bir çocuk ya da ailesindeki bütün erkekleri kaybetmiş bir büyükannenin yerindeymiş gibi hissettiriyor.

Genç Ekibin Göz Dolduran Performansı…

Konu, ana fikir, tema ve hatta yan fikirler dahi her ne kadar çok derin olsa da ve belli bir yaşın üzerinde tecrübeyi gerektirse de genç oyuncular, duyguları ve düşünceleri, o duyguların temelinde yatan alt yapıyı, bu hissiyatın dışa vurumunu ve aynı zamanda oyun kişilerinin çevresinde var olan diğer kişilerle ve statülerle kuracakları ilişkileri, çok iyi kavramışlar ve bunu da başarılı bir şekilde yansıtmışlar. Aslında oyuncular, yaşları itibariyle çok küçük değiller ama ne yazık ki bu devrin aşırı korumacı tavırlarıyla bir türlü gençlerin büyümesine müsaade etmeyen ve ne yazık ki hep çocuk kalmalarına sebebiyet veren ebeveynleri, o ebeveynlerin yetiştirdikleri çocukları göz önünde bulunduracak ve onlara sorumluluk verilmesiyle ilgili olarak toplumsal eğitimin gitgide yanlış bir yere evirilmesini de devrede tutacak olursak, CAS ekibinin bu oyunundaki gençlerinin, hali hazırdaki jenerasyonun anlama, algılama ve yorumlama gücünün üstünde bir hâl içerisinde olduklarını söyleyebiliriz. 

En başta oyundaki genç kadınlara değinmek gerek. Hepsi sonuna kadar alkışı hak ediyor. Ölüp ölmediği belli olmayan baba, evlât, kardeş, sevgili veya eşlerini bekledikleri zamanki haleti ruhiyeyi çok doğru idrak etmiş ve yorumlamışlar. Zira ölen kişi tamamen kaybedildiği için, her ne kadar çok zor olsa da onun yakınları bir müddet sonra bunu kabullenebilir. Veya hayatta olduğu bilinen, yaşadığından emin olunan ama zor durumda olan bir kişiyi beklemek de yine büyük bir özlem içerse de üstesinden sabırla gelinebilir; beklemek için türlü motivasyonlar bulunabilir fakat ne olduğu bilinmeyen, yaşadığından emin olunmayan birilerini beklemek kaygıyı, karamsarlığı, öfkeyi, şiddeti ve yanı sıra tüm bu duygularla tezat arz edebilecek nitelikte çıldırtan bir sessizliği de beraberinde getirir. Oyuncular, bunu seyirciye direkt hissettiriyorlar. Bunda tabi ki yönetmenin yorumunun büyük katkısının olduğunu söyleyip, bir kez daha hakkını teslim etmeliyiz. 

Yüzbaşıya can veren oyuncu, merhametli olması gerektiği hissiyatıyla görev bilinci ve kendi makamını ve statüsünü sabitleştirme duygusu arasında kalma hâlini başarılı bir şekilde seyirciye yansıtıyor.

Kimi oyunculara gördüğüm temsildeki performanslarını baz alarak ufak tefek olumsuz eleştirilerim de yok değil. Belki zaman içinde ve oyun oynandıkça daha da oturacaktır.

Teğmeni oynayan genç oyuncu, başarılı bir oyunculuk sergiliyor lâkin diksiyon kurallarına ve diksiyonun ayrılmaz bir parçası olan vurgu ve tonlamaya daha fazla dikkat ederse rolünün hakkını en iyi şekilde verecek kıvama gelecektir. 

Din adamı rolündeki kişi, “Din adamı illa ağırbaşlı, oturaklı ve hakka hukuka riayet eden bir profil olmalıdır” düşüncesi ile fazla karikatürize bir tip ortaya koyuyor. Devamlı eller önde bağlı, devamlı ağır aksak konuşan ve yine o şekilde hareket eden biri ve nihayetinde de abartılı bir rol kesme durumu vardı. Şayet oynadığı karakteri taviz vermeyen, dik duruşlu, ağırbaşlı bir din adamı şeklinde yorumlamak niyetindeyse, öyle din adamlarında belirgin bir özellik daha vardır; kimsenin karşısında el pençe divan durmazlar. Oysa buradaki din adamı, komutanların karşısında el pençe divan duruyor, önünü bağlıyor. Bu bir tenakuz işte…

Müzikler de ışık, dekor ve kostüm tasarımları da oyunun özüne uygun şekilde tasarlanmış. Hiçbir parça bir diğerinden kopuk ya da bağımsız şekilde tasarlanmamış; aksine hepsi iç içe olacak ve birbirini tamamlayacak nitelikteydi.

Sonuç olarak; yine bir CAS oyunundan yine bir büyük seyir zevkiyle çıktım.

Yönetmen Yardımcısı: Osman Onur Can
Müzik: Berkay Özideş
Kostüm Tasarımı: Selda Uyan
Işık Tasarımı: Muhammet Uzuner
Afiş Tasarım: Ali Can Elagöz
Oyuncu Koçu (Kadir Arda Bayram): Büşra Karpuz
Kostüm Uygulama: Selda Uyan
Işık Kumanda: Ela Güldüren
Efekt Kumanda: Serhat Güney
Katkılar: Zeynep Sırthan

Oyuncular: Alev Evren, Alper İrvan, Ayşe Köksal, Bartu Ayaz, Can Seçki, Cansu Canan Cengiz, Derya Özsoy, Emine Bacaksız, Emrah Erginöz, Kadir Arda Bayram, Kerem Aktı, Mina Kangal, Murat Aytekin, Özgecan Koyunoğlu, Sesil Dikris Türker, Zehra Bağdı


OGÜNhaber