Joseph Kesselring’in Arsenic and Old Lace adlı eserinden Nedim Saban tarafından adapte edilen oyun, daha önceleri Vasfi Rıza Zobu, Suna Pekuysal, Ani İpekkaya gibi usta oyuncuları da bir araya getirmiş. Kesselring’in dünyada en çok oynanan komedilerden biri olarak kayda geçen oyunu, Julius J. Epstein tarafından senaryolaştırılarak sinemaya uyarlanmış ve Frank Capra yönetmenliğinde, 1944 yılında başrollerde Cary Grant, Josephine Hull ve Jean Adair' in rol aldığı komedi filmi olarak da adını sinema tarihine başarılı işlerden biri olarak yazdırmıştır.
Türkiye şartlarına uyarlanan hikâye, 1950’li yılların İstanbul’unda geçmektedir. Hekimoğlu ailesi, Beşiktaş Ihlamur’da paşa babadan kalma konaklarında oturan Mürşide ve Müşfike kardeşlerden ve onların yeğenleri Zeki, Halim ve Adnan kardeşlerden oluşmaktadır. Kardeşlerden Zeki, kendisini komutan zanneden delice biridir. Adnan, tiyatro eleştirmeni bir yazar, Halim ise uzun zamandır ortalıklarda görünmeyen, kaybolmuş ve kayıp olduğu yıllarda caniye dönüşmüş birisidir. Delilik, bütün aileye has bir özellik gibi olsa da, kendileri bunun pek farkında değillerdir. Biri hariç… Oyun ilerledikçe o hariç tutulan kişinin kim olduğuna da aileyi saran delilik hâlinin farklı taraflarına da tanık oluyoruz. Ürpertici bu tanıklık, aksine eğlendirici bir üslupla seyirciye aktarılıyor.
Her Şey Göründüğü Gibi midir?
Çevre tarafından yardımsever, yumuşak huylu ve dünya tatlısı iki yaşlı kız kardeş olarak bilinen Müşfike ve Mürşide, konaklarının kendilerine fazla gelen odalarından birini kiraya vermek isterler. Görünürdeki maksatları, maddî durumu iyi olmayan yalnız insanlara sıcak bir yuva açmaktır. Ancak kendilerine başvurup odayı kiralayan yaşlı ve kimsesiz kişiler birkaç gün içinde ortadan kaybolmaktadır. Kız kardeşler, insanları huzura kavuşturmak, yalnızlıklarından kurtarmak adına, sözde iyilik yaptıklarını düşünerek onları zehirlemektedir. Bunu da öyle bir akla uydurarak yaparlar ki en küçük bir pişmanlık emaresi göstermezler. Gelen kiracıları, ikram ettikleri ahududu şerbetinin içine zehir katarak öldüren ikili, cesetleri de yarım akıllı olan yeğenleri Zeki’ye konağın alt tarafına gömdürürler. Ta ki tiyatro eleştirmeni olan diğer yeğenleri Adnan durumu fark edene kadar… Sonrası tam bir çatışmaya dönüşür. Ardından kayıp olan yeğenleri ve onlarca insanı katletmiş olan Halim de ortaya çıkınca, işler içinden çıkılmaz bir hâl alır.
Yönetmen Nedim Saban, akıllıca bir reji yapmış. Saban, Barış Dinçel’in tarihî konağın neredeyse tüm odalarına ve dehlizlerine ulaşmamızı ve gözümüzde canlandırmamızı sağlayan muhteşem tasarımı olan dekoru çok iyi kullanmış. Dekorun ve sahnenin her yerini değerlendiren yönetmen, vodvillerde en önemli ögelerden biri olan oyuncu giriş çıkışlarını da kaosa yer vermeden plânlamış. Ancak epizotlar arasında sahne ışıklarını kapatmasının ve seyirciyi sık sık karanlığa mahkûm etmesinin yerine başka reji numaraları bulabilirdi. Bu tercih, ışık tasarımını yapan Yüksel Aymaz’a da ait olabilir ancak tecrübeli yönetmen Nedim Saban’ın onayı olmadan nihai hâlini alacağını sanmıyorum. Ayrıca oyunun özellikle ilk perdede yer yer durağanlaşmasının önüne geçmek için bazı sahnelerin tekrar gözden geçirilerek kısaltılmasında fayda var diye düşünüyorum. Öte yandan, böyle bir kara komedinin sonuna, konuyla alakası olmayan şekilde olumlu, umut verici ve mesaj verme maksadı taşıyan replikler eklemenin bir anlamının olmadığı kanısındayım. Bu uzatmalara yer verilmesi oyunun bir türlü nihayete ermemesine, konunun bir yere gelmemesine neden oluyor. Son olarak, yine oyunun sonunda bana göre fazladan olan gitar sahnesinin yerindeliğini ve maksadını maalesef çözemedim ki oyun sonrasında konuştuğum birçok kişi de aynı soruyu soruyordu. Bütün bu uzatmalar, oyundaki usta iki oyuncu ve onlara eşlik eden oyuncuların performansından ve tabi ki yönetmenle tasarımcıların emeğinden dolayı aldığımız keyfi azaltmaya sebebiyet veren unsurlara dönüşüyor.
Usta Oyuncuları Görmek Gerek…
Oyunun kilit rolleri olan Müşfike’yi Suna Keskin, Mürşide’yi ise Melek Baykal oynuyor. Melek Baykal’ın yer yer kişisel yorum olarak algıladığım siyasî mesaj verme ve gönderme yapma kaygısını çıkaracak olursak, ikili olarak harikalar yaratıyorlar. Müthiş performansları, seslerini bütün salona yetecek nitelikte güçlü kullanmaları, abartıdan kaçan oyunculukları oyunun çıtasını yükseltiyor. Komik olan unsurların tamamını sade ve mütevazı bir edayla oynamaları, oyundaki durumları akılalmaz hâline dikkat edilmesini sağlıyordu. Ve bizlere bir şeyi ispatlıyorlardı; komedide ne kadar sade ve duru oynanırsa, ne kadar abartıdan kaçınılırsa durumun absürtlüğü ve komik unsurları o kadar ön plâna çıkıyor.
Zeki Paşa rolündeki Nedim Saban’ın elindeki borazanla oyuna sağladığı destek önemli. Oyun, onun olduğu bölümlerde daha bir komik hâl alıyor. Bütün sempatisiyle seyircinin yüzünü güldürüyor. Umarım, Suna Keskin, Melek Baykal ve Nedim Saban birlikteliği daha uzun yıllar devam eder.
Cem Güler (Adnan), Ender Gülçiçek (Halim), Bülent Seyran (Bekçi), Birol Engeler (Kiracı), Edibe Aysuda Dalğıç (Adnan’ın kız arkadaşı) ve Özgür Yetkinoğlu (Halim’in arkadaşı) oyunun diğer rollerini başarılı biçimde tamamlayıp usta isimlerle güzel bir sahne enerjisi oluşturuyorlar.
Barış Dinçel'in imzasını taşıyan dekor tasarımı ve Günnur Caras'ın hazırladığı kostümler çok başarılıydı. Gerçekten eski bir konaktaydık. Özellikle ahududu kadınlarının kostümleri harikuladeydi.
Oyun, kısaltılması gereken sahnelerinin varlığına rağmen genel olarak başarılı. Ve tiyatro izleyicisinin atlamaması gerekiyor. Zaten iki usta ismi izlemek adına dahi olsa gidilmesi gereken oyunlardan…