Nasıl olur?

Tohum saç, bitmezse toprak utansın!
Hedefe varmayan mızrak utansın!
 
Rahmetli Necip Fazıl Kısakürek’in çok sevdiğim bir şiiridir, Utansın. 
 
Manasının ötesine uzanırsınız ve sadece yapmanız gerekenlere odaklanırsınız. 
 
Orta Doğu, yaşadığımız coğrafya adeta ateş çemberi. 
 
Neyin ne zaman ne şartta değişeceği an meselesi. 
 
Menfaatler yüksek, ihtiraslar tarifsiz beklentiler çok fazla. 
 
Kurbanlar mı? Malum…
 
Silahsız, korunmasız siviller. 
 
Her şey apaçık gözlerimizin önünde yaşanıyor. 
 
Çok değil iki yüz km. mesafede her gün adeta canlı kıyım yapılıyor.
 
Siren sesleri inleme seslerine, çocuk ağlama sesleri top seslerine, dua sesleri sela seslerine karışıyor. 
 
Gök kubbe ağlıyor, zalim durmuyor.
 
Her şey bu kadar çıplaklığıyla kapıya dayandıysa bu saatten sonra biz, başta siyasetimiz olmak üzere tüm ihtiraslarımızı bir kenara koyacağız ve önce vatan diyeceğiz. 
 
Akıl, bize ihtiyatlı olmayı öğretiyorsa bizlerde Allah’ın bizlere bahşettiği akıl denen nimeti kullanacağız.
 
Geçtiğimiz günlerde yapılan parlamento açılışında Sayın Cumhurbaşkanımız çok net ifade etti. 
Necip milletimiz ve feraset sahibi politikacılarımız da konuya vakıf ve dikkatliler. 
 
Öyle de olması lazım, çünkü ateş kapıda.
 
Fotoğrafa doğru baktığımızda apaçık her şey ortada. 
 
Hak ile batılın savaşı. 
 
Konuyu buraya ben getirmedim ham hayal kuran, kurduğu hayalin ilahi bir dayanağı olduğunu iddia edenler ve bu iddiaya inanların desteklediği bir güruh getirdi. 
 
Ey İsrail… Unutulmamalıdır ki biz masal kahramanlarından bahsetmiyoruz…
 
Ecdat onuncu yüzyıldan itibaren İslam adına zaten kendi sınırlarını ihlal edene cevabını en net şekilde verdi.
 
Evet, sabırlıyız isteriz ki sulh olsun, isteriz ki çocuklar gülsün…
 
Ama yediden yetmişe hepimizde biliriz ki bizim ölümüz şehit, dirimiz yiğittir. 
 
Hayâlı, kahraman askerim onların şerefli komutanları ile imanlı aziz vatan evladındaki ruh, dün Malazgirt’te, Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da, Sarıkamış’ta neyse bugün de aynı ruh. 
 
İslamiyet’in sancaktarı Türk milleti ne Suriye’ye, ne İran’a, ne de Irak’a benzer… 
 
Evet benzemeyiz. 
 
Bir de artık eskisi kadar dışa bağımlı da değiliz. 
Silahlı kuvvetler envanterimizde yerli üretim atak helikopterimiz, hürkuş uçağımız, kendi üretim füzelerimiz, kendi iha ve sihalarımız ile daha güçlüyüz. 
 
ASELSAN tarafından özgün olarak geliştirilen, hedef radarların karıştırılıp aldatılmasını ve iş yapamaz hale getirilmesini sağlayan KORAL Mobil Elektronik Harp Sistemi, ROKETSAN'ın geliştirdiği T-122 Çok Namlulu Roketatar (ÇNRA), Baykar tarafından geliştirilerek kullanıma sunulan silahlı insansız hava aracı (SİHA) Bayraktar TB2, ASELSAN'ın geliştirdiği, terörle mücadelede başarıyla görev yapan T-155 Fırtına obüsü, Türk Havacılık ve Uzay Sanayii AŞ (TUSAŞ) öncülüğünde geliştirilen Göktürk-1 uydusu, T129 Atak Helikopteri, lazer güdümlü füze Cirit, Nüfuz Edici Bomba, Hassas Güdüm Kiti, Lazer Arayıcı Başlıklı Mini Akıllı Mühimmat MAM-L, SERHAT Havan Tespit Radar Sistemi, Milli Piyade Tüfeği MPT-76 gibi yerli ürünler ile kahraman Mehmetçiğimiz sahada ki gücüyle daha muktedir olan devletimiz artık masada bir oyun kuran, bir oyun bozandır.
 
Hal böyle olunca da çok rahat bir şekilde tavır koyabiliyor, harekât yapabiliyor ve hayal peşinde olanlara dünyayı dar edebiliyoruz. 
 
Çok değil biraz hafızamızı geriye götürelim. Fırat Kalkanı, Bahar Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı harekâtları ile vatan toprağına göz diken soysuzları leş ettik.   
 
Apaçık görüyoruz ki çalışınca en iyisini en güzelini yapıyoruz ve yapmaya devam edeceğiz.
 
Çok badireler atlattık devrim otomobiline yakıt koymayanlar, devrin otomobiline de sahip çıkmadı biliyoruz. 
Ama ne olursa olsun çalışacağız ve söz verdiğimiz muasır medeniyetlerin üstüne çıkacağız. 
 
Görüyoruz ki zor zamanda ne kadar önem arz ediyor savunma sanayi, bilişim sanayi, ekonomi gibi başlıkların yerli ve milli olması. 
Bu konular kadar önemli bir konumuz daha var.
 
Tarım ve Toprak… 
Verimli toprak, güvenli gıda olmazsa olmazımız.
Atatürk’ün “Sağlam Kafa Sağlam Vücutta Bulunur” sözünden yola çıkarak, sağlam vücutta güvenli gıdadan geçer diyebiliriz.
 
Esasında biz tarım ülkesiyiz, genlerimiz de toprak ve  çiftçilik var.
 
Tarım ülke nüfusunun beslenmesi için en önemli madde…
 
Bunun yanında milli gelire ve istihdama katkı sağlaması, sanayi sektörünün hammadde ihtiyacını karşılaması, sanayiye sermaye aktarması, ihracata doğrudan ve dolaylı katkıda bulunması gibi nedenlerden dolayı, tarım vazgeçilmezimizdir. 
 
Ne yazık ki 2008 yılında 1 milyon 127 Bin 744 vatandaşımız çiftçilik yaparken, 2021 yılında bu rakam 511 Bin 923 kişiye düştü. 
 
Bu rakam ürkütücü ve tehlikeli. 
 
Sadece suçu siyasi iradeye atmak bize yakışmaz. Biz çağ açıp çağ kapatan milletiz. 
 
Çiftçi Mehmet amcanın oğlu avukat oldu, çiftçi Ahmet amcanın oğlu okudu doktor oldu, çiftçi Sadık dedenin kızı okudu öğretmen oldu, Veli efendinin oğlu okudu mühendis oldu, Ayşe teyzenin torunu oda çiftçi olmadı fabrikada beden işçisi oldu. Onların çocukları da okudu eczacı, mimar, tekstilci, profösör oldu. Onların çocukları da aynı polis, savcı, avukat mimar oldu hepsi Anadolu’daki baba ocağını bıraktı batıya göç etti. 
 
Ve hiç birisi çiftçi olmadı. 
 
Artık millet olarak şapkamızı önümüze alıp, şu olmadı bu verilmedi demeden düşmanın kapıda olduğunu bilerek toprağa sarılmamız ve bunun memleket meselesi olduğunu anlamamız gerekiyor.
 
Mehmedimiz kahramanca savaşır. 
 
Kahraman askerimin silahına mermi üretmek ne kadar büyük strateji ise, karnını doyurmak da o kadar büyük bir öneme sahip.
 
Bu kadar net ve açık…
 
Millet olarak şapkamızı aldık önümüze ve doğru şekilde çalışmaya başladık. Siyaset, hükümet boş mu duracak…
Hayır tabi ki…
 
Var oraya da bir önerimiz, 
Zamanın şartları ekim dikimi sadece gıda ürünleri değil, yerli ve milli ilaç hammaddesi gibi toprağın cömertliğinden elde edeceğimiz tıbbı aromatik bitki çeşitliliği ile yurdumuzun yüzde 60’ın da yaklaşık on ay gibi bir sürede ekim dikim yapmak mümkün görünüyor. 
 
Çok sevdiğim bir büyüğümüz var, topraktan her konuştuğumuz da “köylere öğretmen yolladılar solcu yaptılar, imam yolladılar sağcı yaptılar, bir ziraat mühendisi yollayıp çiftçi yapamadılar” der.  
 
En baştan başlayacağız… 
O zaman iyi eğitim almış genç mühendislerimizi Anadolu’nun her köşesine gönderip doğru tarımı alışılmış klasik yöntemle değil, doğru ürün, doğru toprak değerlendirmesini toprağına âşık çiftçimize öğretecek.
 
Devletimizin çiftçimize verdiği teşvikleri ve imkânları en doğru şekilde kullanmasını sağlayacak.
 
Ekilip dikilmeyen her karış topraktan geleceğimizin teminatı genç ziraat mühendislerimiz sorumlu olacak. 
 
Devletimizin iç asayişini sağlayan başımızın tacı polisi var, geleceğini yetiştiren şerefli öğretmeni var, sağlığını muhafaza eden kahraman doktoru var, üreten çalışkan mühendisi, müdürü var hatta türkü söyleyen maaşlı sigortalı işçisi var. 
 
Neden bu milletin karnını doyuran çiftçi, Devlet Çiftçisi olmasın?
 
Anadolu insanı SGK ödensin, emeklim olsun diyerek evini ocağını terk edip batıya gitmiyor mu?
 
Eğer çiftçi bilirse ki ben devlet çiftçisiyim her ayın 15. günü köyün öğretmeni gibi maaşı devlet bankası hesabında olacak, bilse ki SGK pirimler ödenecek ve yaşı geldiğinde emekli olacak. 
Birkaç kurnaz fırsatçıya değil devleti için tarlaya girecek ve karşılığını devletinden alacak. İnanın Anadolu insanı yuvasını, toprağını, sabanını bırakmaz. 
 
Bana diyeceksiniz ki, soğuk savaş dönemi Rusya’sında mıyız?
Hayır değiliz…
 
Ama benim çiftçimin de onun evlatlarının da her hakkı köydeki imam arkadaşı gibi devlet garantisinde olmalı diye düşünüyorum...
 
Benden bu kadar, gerisi siyasi iradede.
 
Yazımızın başında “nasıl olur” demiştik ya,  benim cevabım güzel olur.
 
O zaman biz Tohumu saçalım tarıma, bitmezse toprak utansın!
 
Hadi Kalın Sağlıcakla...
OGÜNhaber