Gerçekten de, başta Türkiye ve Arap ülkeleri olmak üzere birçok ülke olayı tartışılıyor. Her şeyden önce, Başbakan Erdoğan'ın Davos tavrının, Türkiye, Filistin ve İran'da ''tartışmasız'' doğru olduğunun kabul edildiğini belirtmek gerekiyor. Diğer Arap ve İslam ülkelerinde ise, geniş halk tabakalarının, gönülden desteğine rağmen, resmi ağızlar ne yazık ki, açık açık ''destek'' vermiyor.
Ancak, Türkiye'nin Ortadoğu'da büyük bir ''itibar'' kazandığı buna karşılık özellikle Batı ülkelerinde, hanesine ''eksi'' puanlar yazıldığı anlaşılıyor.
Şimdi, kazanılan itibarın ve yitirilen puanların, ne getirip, ne götüreceği süreci başlamış bulunuyor.
Tarihin mutlaka hükmünü icra etmesi kaçınılmaz görünüyor. Aslında, olayın artık ne iç nede dış malzeme yapılmaması önem arz ediyor.
Hem Türkiye'nin hem de ''sancılı'' bölgenin huzura ihtiyacını gözlerden kaçırmamak icap ediyor.
Özellikle Musevi lobisinin, olayı önce dondurup sonra da tarihe fark etmesi bekleniyor.
Kudretli Osmanlı İmparatorluğunun Musevilere karşı olan mahremiyeti ve korumacılığını her an hatırlamanın tam zamanı yaşanıyor.
Bu arada, Türkiye Cumhuriyetinin de İsrail'i ilk tanıyan devlet arasında olduğunu da unutmamak gerekiyor. Zaten, özellikle Türkiye â€'' Filistin â€'' Irak â€'' İsrail â€'' Suriye kavşağında, devamlı ve kalıcı bir barışın sağlanması da bölgenin geleceğini çok yakından ilgilendiriyor.
Bütün menfi ve anormal gelişmelere rağmen, Ortadoğu da huzurun, barışın sağlanması öncellikle önem taşıyor.
Mazi olan geçmişe değil geleceğe bakmak, bütün devletlerin özellikle geniş halk tabakalarının beklentisinin ötesinde değer taşıyor.
Başta medya ve politikacılar olmak üzere, bütün kuruluş ve kurumlara ''barış'' için çaba aslında bir insanlık görevi de oluyor.
kakin@ogunhaber.comCRA- 07.Şubat.2009 Cumartesi - 18:12:00
Gazete baskısı için tıklayınız.