Osmanlı'da Harem

Ev, konak ve saraylarda genellikle iç avluya bakacak bir şekilde planlanan, hane kadınlarının yabancı erkeklerle karşılaşmadan günlük hayatlarını sürdürdükleri kısımdır. Burada yaşayan kadınlara da harem deniyor olması, bazı yorumlara göre İslamiyet'in hicap anlayışının bu bölümlere, hane kadınlarıyla belirli bir kan bağı dışında kalan erkeklerin (nâmahrem) girişini yasaklamasından kaynaklanır.

Osmanlı hareminde ortalama olarak 400 kadın bulunduğu, bu sayının 1600'e kadar çıkabildiği ifade edilmektedir. Devlet içinde yer edinmeye başlayan haremin İki temel fonksiyonu vardır;

Birincisi Padişah'ın aile yaşamını sürdürdüğü, padişah, şehzade ve devlet ileri gelenlerine cariye ve eş temin edilen yerdir. Fatih'le birlikte şehzadeler yabancı hanedanlar ile evlenmeyi bıraktıklarından bu çok önemli ve hanedanın devamı için vazgeçilmez bir fonksiyondur.

İkincisi bir okuldur. Enderun mezunu devşirme gençlerle sarayda eğitim almış cariyelerin evlendirilmesiyle eğitime dayanan bir aristokrasi  kurulmuştur. Padişaha ve hanedana bağlı bir aristokrasi yaratılmasını sağlamak için cariyelerin eğitilmesini sağlayan kurumdur.

Osmanlı’da harem, herkesin giremediği bir ortamdı. Sözcük olarak harem 'dokunulmaz, kutsal' anlamına gelir. Bilinenin aksine Osmanlı'da 'Harem-i Hümayun', devlet adamları yetiştiren 'Enderun' mekteplerine paralel bir kurumdu.

Osmanlı haremine alınan hadım erkek hizmetçiler (tavaşiler) iki gruba ayrılmaktaydı: Ak Hadımlar ve Siyah hadımlar.
 
PADİŞAHLARIN CARİYE İLE BİRLİKTE OLMA HAKKI
Cariyelerin hizmetçi köle olduğunu ve hizmetleri dışında padişahın ailesinin yaşadığı yere giremediğini anlatan Prof. Dr. Akgündüz, bugün de aynı şekilde ekonomik durumu müsait olanlarında evlerinde hizmetçilerin bulunduğunu ifade etti.

Bazı cariyelerin evli olduğunu ve bunların akşamları evlerine gidebildiğini belirten Prof. Dr. Akgündüz, şöyle devam etti: ''Osmanlı'daki kölelerin yüzde 90'ı sabahları gelir, kendilerine düşen hizmetleri yaparlar, akşamları evlerine döner ve düzenli olarak maaşlarını alırdı. Akşamları evlerine gittikleri için padişahlarla beraber olmaları imkansızdı. Padişahların 4 kadınla nikahlanma hakkı vardı. Cariyelerle yani hizmetçi köleleriyle beraber olma hakkına gelirsek, köleyle efendinin yani cariye ile padişahın nikah olmadan beraber olma istifraç denilen hakkı vardır. Padişah bir cariyeyle istifraç hakkını kullanırsa o cariyenin yani hizmetli kölenin padişahın eşinden farkı yoktur. Cariyeden çocuk olursa padişah onun özgürlüğünü vermek zorundadır. Padişahların böyle bir hakkı olsa da bu durum çok sınırlı kalmıştır. Bu yönde yapılan araştırmalar ve incelenen şeriye sicilleri istifraç hakkına sahip olunan cariye sayısının çok az olduğunu göstermektedir. Osmanlı padişahları bir kaç istisna dışında özgür kadın almamıştır. Bunun nedeni ise evleneceği kızın akrabalarının padişahtan herhangi bir talepte bulunmasının önüne geçmek içindi. Bir anlamda istismarı önlemek içindi. Fatih'ten sonra iki tane padişah şeyhülislamın kızıyla evlenmişse de ikisi de pişman olmuşlardı. Söylenildiği gibi padişahlar onlarca veya yüzlerce kadınla beraber olmamıştır. Yavuz Sultan Selim'in iki, Kanuni'nin ise ömrü hayatı boyunca 4 hanımı olmuştur. Osmanlı padişahlarında İslam'ın tanıdığı bu meşru hakkı suiistimal eden 3. Murat ve 3. Mehmet'tir.
 
YILDIZ SARAYI HAREMİ VE SON DÖNEM
Yıl 1908… Osmanlı'da değişim rüzgârlarının estiği sırada, kapalı kapılar ardında dış dünyadan kopuk bir hayat süren haremdeki cariyeler, sultanın gözdesi olup, şehzade doğurmak için birbirleriyle yarış halindedirler.

Devrimin sesleri sokaklarda gittikçe yükseliyor. Sultan Abdülhamit, sarayında La Traviata operasını dinliyor. Sadece mutlu sonlardan hoşlanan Sultan, operanın acıklı sonunu beğenmediği için sonunu yeniden yazdırıyor, böylece Violetta ölmüyor. Aslında bu sonu cariyelerinden biri olan Safiye için yazdırıyor. Harem ağalarından Nadir, Safiye'yi Sultan'ın gözdesi yapabilmek için uğraşıyor. Çabalarının sonuç vermesi, Safiye'yi en sonunda Sultan'ın karısı yapıyor. Tabii bütün bunlar olurken, Nadir'le Safiye arasında bir aşk doğuyor.

Safiye, bir paşanın Kahire'deki bir köle tüccarından satın aldığı ve Sultan II. Abdülhamit'e hediye ettiği İtalyan asıllı bir cariyedir. Yıl 1908'dir ve devrim kapıdadır. Harem'deki cariyeler ise dışarıdaki hayattan tamamen izole edilmiş,

Aslında bütün olaylar, yaşlanmış olan Safiye'nin 1953 yılında İtalya'da bir tren istasyonunda karşılaştığı genç bir kıza, haremde görevli bir kadının da cariyelere anllattığı, iki farklı zamanda iki farklı ağızdan anlatılan aynı hayat hikayesinin ta kendisidir..

Safiye'nin padişahın gözdesi oluşunu, Nadir ile aşkını ve Kanuni Esasi ile harem sistemine son verilişinin cariyeleri nasıl etkilediğini anlatırken aynı zamanda adını çok iyi bilmemize rağmen aslında çok yabancı olduğumuz haremin gerçek yapısını gözler önüne seriyordu.
OGÜNhaber