Hollandalı olan Mata Hari'nin asıl adı Margaretha Geertruida Zelle'dir. Mata Hari'nin ismi Malay dilinde şafağın gözü, Hint Dilinde şafağın gözbebeği anlamına gelir.
Fransız, İngiliz, Rus subay ve devlet adamlarından topladığı çok gizli askerî bilgileri kızına yazılmış masum mektuplar halinde özel diplomatik kurye ile Paris'ten Almanlara ulaştırıyordu. Alman askerî ve denizcilik istihbarat başkanlarıyla toplantılara katıldığı Madrid'den Paris'e döndükten sonra, 13 Şubat 1917'de tutuklandı. Yıllardır hakkında toplanan belgelerin en önemlisi, son Madrid seyahatinde Madrid elçiliğinden Alman askerî merkezine kendi kodu (H21) ile gönderdiği ve yolda ele geçirilen telgraftı. Madrid dönüşü alacağı 15.000 İspanyol Pezosu tutarındaki çek, tutuklandığı zaman üzerinde bulundu. Bir diğer delil de, 1915'te Fransa'ya dönmesinden önce Alman Gizli Servisi'nden aldığı 30.000 Marklık senetti. Mahkemenin söz konusu paralarla ilgili suçlamasını, "Hediye aldım" diyerek reddeden Mata Hari, kuvvetli delil bulunamamasına rağmen idama mahkûm edildi ve 15 Ekim 1917'de kurşuna dizildi.
İdama giderken gayet soğukkanlı olan Mata Hari, "Bu Fransızlar beni öldürmekle ne kazanacaklar, savaşı mı kazanacaklar?" diye yanındakilere dert yanmıştır. Kurşuna dizilirken gözlerini bağlatmayarak bir cesaret ve soğukkanlılık örneği göstermiştir.
Hayatı
Zamanın yüksek sosyetesinde söylenenlere göre Mata Hari, Hindistan'ın güneyinde, Malabar sahilinde doğmuştu. Babası Brahman sınıfından bir din adamı, annesi de bir rakkaseydi. Kanda-Swany tapınağının mahzenlerinde küçük yaşından itibaren kendisine kutsal danslar ve usüller öğretilmişti. Başrakkase, Mata Hari'de olağanüstü yetenekler sezdiği için onu Tanrı Siva'nın hizmetine adamayı kararlaştırmıştı.
Bütün Parisliler bu efsaneye az çok inanıyordu. Aslında Mata Hari bile bu iddiada değildi. Yakınlarının söylediğine göre o, 7 Ağustos 1876 tarihinde Hollanda'nın Frise eyaletinin merkezi olan Leuwarden'de doğmuştu. Babası tanınmış tüccarlardandı; annesi de zengin, güzel ve kibar bir kadındı. Margaretha'nın babasının küçük bir kasketçi dükkanı vardı. Günün birinde iflâs ettiğinden simsarlık yapmaya başlamıştı.
Margaretha 18 yaşına gelince Leyden şehrinde öğretmen okuluna gitti. Çok geçmeden okul müdürü, güzel öğrencisine aşık oldu. Fakat Margaretha'nın, yaşlı müdürün masallarını dinleyecek zamanı yoktu. Bir süre sonra okulu bırakarak La Haye'de oturan amcasının yanına gitti. Burada bir subayla evlenmeyi istiyordu.
1895 yılının başlarında, gazetede kalbini çarptıran bir ilan okudu. Hollanda'nın sömürgesi olan Endonezya'da (Hollanda Hindistan'ı) görevli olan ve iznini La Haye'de geçiren bir yüzbaşı evlenmek istiyordu.
Aslında ilan, bir şakadan ibaretti. Yüzbaşı Rudolf Mac Leod arkadaşlarıyla konuşurken son derece sıkıntılı bir hayat geçirdiğini söylemiş, onlar da gülerek evlenmesini tavsiye etmişti. Yüzbaşının dostlarından bir gazeteci de bu evlenme ilanını uydurarak gazetesine koyuvermişti.
Yüzbaşının aldığı on beş mektuptan yalnız biri dikkatini çekti. O mekrubu gönderen de Margaretha idi. İçine resmini de koymuştu. İlk görüşmeleri 24 Mart1895'te Amsterdam'da gerçekleşti. İki genç birbirlerini görür görmez aşık olmuşlardı. Aynı yılın 11 Temmuz'unda evlendiler. 30 Ocak 1896'da Norman adını verdikleri bir oğulları oldu.
1 Mayıs 1897'de Rudolf ile Margaretha "Princesse Aurelia" gemisiyle Cava'ya hareket ettiler. O andan itibaren Mata Hari'nin gerçek şahsiyetinin kavranmasını imkânsız kılan, karışık bir devre başladı. Halbuki olaylar gayet normal seyrediyordu. Marie Jeanne adını verdikleri bir kızları olmuştu. Fakat çok geçmeden küçük Norman zehirlenerek öldü. Ondan sonra da müşterek hayat cehennemi andırmaya başladı.
1902 yılında karı-koca Hollanda'ya dönerek boşandılar. Rudolf, Greta'ya ayda 100 florin nafaka veriyordu. Fakat bu para Cava'da geçen mahrumiyetlerin acısını çıkarmak isteyen genç Mata-Hari için yeterli gelecek gibi değildi.
1903 sonlarına doğru Paris'e geldi. Artık kararını vermişti; hayatı aşkla dans etmekten ibaret olacaktı. 13 Mart 1905'te Mata Hari, Guimet Müzesi'nde düzenlenen ve seçkin davetlilerin hazır bulunduğu bir topluluk karşısında Hintlilerin mukaddes danslarını canlandırdı. Gösterinin sonunda vecde gelip bayılması üzerine, aslında çok takdir edilen dansı herkesi teshir etmiş oldu. Hazır bulunanlar yalnız güzelliğine karşı hayran olmakla kalmayıp, derin bilgisini de hayretle karşıladı.
1912 yılında Fransa intikam arzusu ile kıvranıyordu. Vatanseverlik bir mezhep haline gelmişti. Herkes, her yerde casuslar görür gibi oluyordu. Bu bakımdan casusluk ve istihbarat işleriyle uğraşan 2. şube, Mata Hari'yi gözaltına alarak Harbiye Nezareti'nde adına bir dosya açtı.
Dikkatli müşahitler, Mata Hari'nin Guimet Müzesi'nde ilk dans ettiği sırada Alman Sefiri Prens Radolin'in kendisine fazla iltifatta bulunduğunu gözden kaçırmamışlardı. Antonie de onun, bale üstadı casus Sarocco ile sıkı fıkı olduğunu biliyordu. Neuilly'deki villasında hüviyeti pek iyi anlaşılamayan bir Alman subayı ile uzun süre yaşadığı da malûmdu.
2 Eylül ile 2 Kasım 1916 tarihleri arası, şüpheleri üzerinde toplaya bu kadının genç havacılarla düşüp kalktığı tespit edildi. Fakat aleyhine en ufak bir dedil elde etmek mümkün değildi. Bu durumda, Mata Hari'nin sınırdışı edilmesi kararlaştırıldı ve Yüzbaşı Ladoux emri iletmekle görevlendirildi.
Mara Hari bu emir üzerine derin bir hayrete düşerek Fransa'ya bağlı olduğunu söyledi, hatta bu iddiasını ispatlamak için çok samimi olduğu Alman Veliahdı ve Brunsvik Dukası'ndan bir hayli bilgi edinerek Fransızlara aktarabileceğini ileri sürdü. Ladoux, bu teklifi derhal kabul etti ve Mata Hari'nin İspanya'ya giderek, oradan İngiltere'ye geçmesi kararlaştı.
Fakat Mata Hari İngiltere'ye ayak basınca, Gizli Haberalma Servisi onu tekrar İspanya'ya iade etti. Anlaşılan bütün bu mizansen Mata Hari'ye kurulan bir tuzaktan başka bir şey değildi. Sonuç çıkmayınca geri gönderildi. Yalnız, Mata Hari'nin Fransız emniyet servisleri talimatıyla Brüksel'de temas kuracağı altı ajandan biri tam o günlerde Almanlar tarafından yakalanarak kurşuna dizilmişti. Bunun üzerine Gizli Haberalma Servisi, Fransız ikinci şubesine yazdığı bir yazıda, Mata Hari'yi Brüksel'deki bir ajanın idamından sorumlu tutmak gerektiğini bildirdi. Ancak Fransızlarda hâlâ Mata Hari'yi yakalamak için yeterli delil yoktu.
Madrid'te de Mata Hari'nin davranışları şüpheyi davet etmekten geri kalmıyordu. Hari, Alman kara ve deniz ateşelerine metreslik ediyordu. Tuhaf bir tesadüf eseri olarak tam o günlerde Alman denizaltılarının batırdıkları müttefik gemilerinin tonajı da birden bire müthiş bir yekünü buluyordu.
Mata Hari, 2 Mayıs 1917'de, Paris'e dönmeye karar verdi. Onun bu kararı vicdan huzuru içinde bulunduğunu ispat edecek nitelikteydi. Fakat dostları yine de ona zan altında bulunduğunu hatırlatarak, kararından vazgeçmesini tavsiye ettiler. O, bu uyarılardan hiç birine kulak asmadı. Kendini suçsuz görüyordu. Neden korkacaktı?
Fakat Mata Hari'nin Paris'e hareket ettiği sıralarda Madrid Alman Ataşemiliteri von Kalle, Hollanda'daki Alman casusluk teşkilatı şefine bir telsiz göndererek H21 rumuzlu bir ajana Paris'te Comptoir National d'Escompte aracılığıyla 15 bin peçetelik bir havale göndermesini bildiriyordu.
Eifell Kulesi tarafından zaptedilen bu mesaj açılınca, havale lehtarının Mata Hari olduğu hayretle görüldü ve bunun üzerine Hari 13 Şubat 1917'de yakalandı. 24 Temmuz 1917'de 3 numaralı divan-ı harbe verildi ve 15 Ekim 1917'de kurşuna dizilerek idam edildi
Greta Gabro , 1931 yapımı siyah-beyaz “Mata Hari” filmi unutulmazlar arasına kattı. Garbo’nun canlandırdığı Mata Hari, 1. Dünya Savaşı’nda Hollandalı bir kadın casustu. Hem de ne casus!.. Filmi George Fitzmaurice yönetmişti. Ernst Lubitsch’in 1939 yapımı siyah-beyaz “Ninotchka-Gülmeyen Kadın” komedi filminde, Ekim Devrimi’nden sonra Avrupa’ya gelmiş Rus Nina Ivanovna “Ninotchka” Yakushova’yı oynadı Garbo. Bu filmin senaryo yazarları arasında sonradan büyük yönetmenlerden olacak Billy Wilder da vardı.