Dafni

Daphne'ye umutsuzca aşık olmasının nedeni, aşk tanrısı Eros'un oklarından birine hedef olmasıdır.

Apollon aslında çok iyi bir okçudur ve kendiyle övünmeyi çok sever. Birgün kendisi gibi iyi bir okçu olan Afrodit'in oğlu genç Eros ile karşılaşır ve onun okçuluk kabiliyeti ile ilgili alaycı sözler söyler. Buna karşılık, Eros öç almak ister ve iki ok hazırlar. Biri altın suyuna batırılmıştır ve saplandığı kişiye tutku ve sonsuz aşk verecektir. Diğer ok ise saplandığı kişiyi aşk ve tutkudan tamamen uzaklaştıracaktır. Altın ok Apollon'un kalbine saplanır ve Daphne'ye umutsuzca aşık olur. Fakat ne yazık ki diğer ok Daphne'nin kalbine saplanmıştır. Daphne, Apollon'dan sürekli kaçar ve aşkını reddeder.

Bir gün Daphne yine kaçarken Apollon'la karşılaşır ve kaçmaya başlar. Bu sefer yakalanacağını anlayan Daphne babası Peneus'dan yardım ister. Peneus, Daphneyi Defne ağacına dönüştürür ve Apollon ona ulaştığında kalp atışları halen duyulmaktadır. Daphne sonsuza dek defne ağacı olarak kalacaktır. Ama içinde aşk ateşi yanan Apollon onu unutmayacağına ve unutturmayacağına söz verir. Zaferlerin simgesi başlara konan bir taç olarak unutulmamasını sağlar.

Tüm Apollon heykellerinin başında gördüğümüz defne yapraklarından yapılmış tacın sebebi budur.

M.Ö 5000'li yıllarda yöre yerleşim olarak kullanıldığını gösteren materyaller bulunmuştur. M.Ö. 17. Yüzyılın sonlarına kadar Mısır yönetiminde bulunan Antakya, sonrasında Hitit, Asur, Babil, Pers ve Makedonya hakimiyetini girmiştir. M.Ö. 300'lü yıllarda Büyük İskender'in komutanlarından Seleucus Nicator tarafından bulunmuş ve I. Seleucus'un babasının adı olan Antiokus ismine itifen Antiocheia adını almıştır.

M.Ö 64 yılında Roma egemenliği altına giren Antakya'nın altın çağı başlamış oldu. Roma döneminde 300.000 kişilik nüfusu ile dünyanın 4. Büyük kendiydi. Augustus döneminde olimpiyat oyunları başlamıştır ve toplumsal bir çok binanın inşa edilmesi ile daha bakımlı bir hale gelmiştir.

260 yılı Haziranında Persler Antakya'yı yağma etmişlerdir. Yakıp yıktıkları Antakya harabe haline gelmiştir ve bu tahribatın giderilerek eski ihtişamına dönemin İmparatoru Probus tarafından döndürülmeye çalışılmıştır. Birçok kez kentin hemen hemen yok olmasına neden olan depremler ile halk Tanrının gazabına uğradıklarını sandıkları Antakya'yı terk ederek dağlara kaçmıştır. Birçok deprem, salgın hastalık (veba) ve yangınlar nedeniyle yapıların yok olduğu Antakya'da 260.000 - 360.000 kişi hayatını kaybetmiştir.

634 yılında Halife Ömer komutanlığında 9 asırdan bu yana Bizans'ın hükmettiği Antakya Arapların eline geçmiştir. 968 yılında tekrar Bizans topraklarına katılan Antakya, 1071 Malazgirt zaferinden sonra Selçuklu Hükümdarı Sultan Melikşah döneminde, Kutalmışoğlu Süleyman Bey komutası ile kuşatılmış ve Bizans bozguna uğratılmıştır. Fakat Antakya ve çevresinin yağma akınlarından korunması karşılığında Bizans'tan her yıl 20 bin altın alınması şartı ile kuşatma kaldırıldı.

1084 yılında Antakya valisi Philaretos tarafından Türk asıllı olduğu düşünülen İsmail isimli müslüman birine bölgeyi bırakmıştır. İsmail ise Kutalmışoğlu Süleyman bey ile işbirliği yaparak kenti teslim etmiştir.
1097 yılında ise Haçlılar tarafından işgal edilerek yedi ay onüç gün süren kuşatma sonucunda bir ihanet ile Antakya'yı ele geçirdiler. 1098 yılından 1268 yılına kadar Antakya Prensi ünvanını taşıyan hükümdarlar tarafından yönetilen bölge, 1268 yılında Memlul Sultanı Baybars ile islam hakimiyetine girmiştir. 1516 yılında Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim'in Memluk Sultanı Kansu Gavri ile yapmış olduğu Merc-i Dabık savaşı ile Osmanlı hakimiyetine giren bölge, Haleb Merkez sancağına bağlı bir kaza merkezi olarak yönetilmiştir.

Antakya'nın denizi genellikle korunaksız olduğu için dalgalıdır. Fakat karadan esen rüzgarlı günlerde dalgalar azalır ve denizin, güneşin tadına doyamassınız. Plajındaki siyah kumların denizin içerisinde olduğunuda görebilirsiniz. Denizinin dalgalı olması genellikle sörfçüler için biçilmiş kaftandır. Fakat denizin içerisinde dalgalarla boğuşarak keyifli zaman geçirenleri sık sık görebilirsiniz.Gece hayatından kopayanlar ise tercihlerini Arsuz köyünden yana kullanmaktalar. Barları ve kafeleri ile eğlenceli saatler yaşayabilirsiniz.

Yontmataş devrinden bu yana günümüze kadar gelen 34 binin üzerinde eserin ev sahipliği yaptığı ve dünyanın 2. Büyük müzesi olan Arkeoloji müzesinde tarihin izlerini bulabilirsiniz. Tarihten günümüze gelen han ve hamamları görebilirsiniz. Camileri, türbeleri ve M.Ö. dönemlerde yapılmış kiliseleri ile birçok uygarlığa ait yapıları görebilirsiniz.

Efsanevi Daphne Kentini görebileceğiniz Harbiye'de yüksek çınar ağaçlarını, defneleri ve şelaleri ile huzur bulabilir, burada sevdiklerinizle piknik yapabilirsiniz. Heykelcilik ve turistik eşya yönünden zengin olan beldede el emeği doğal ipeklerden beğendiklerinizi alabilir, restaurant ve lokantalarında enfes mezelerinin tadına bakabilir, künefenin gerçek tadını bulabilirsiniz. Oldukça zengin bir mutfağa sahip olan Antakya mutfağından lezzetleri bir de burda yemenizde fayda var.

Ayrıca Antakya Kalesini, Koz kalesini, Bakras kalesini, Sarıseki şatosunu, Payas kalesini,Darbısark kalesini, Demirkapıyı, Tel Atçana höyüğünü, İmma gölünü, Dor mabedi kalıntılarını, Seleucia Pieria Antik kentini, Titus tünelini, Kaya mezarlarını, Charanion Büstü (Cehennem kayıkçısı Heron)'nü, Demirköprü, Roma köprüsünü, Hz. Musa Ağacını, Hz Hızır Aleyhisselam türbesini ve görebilirsiniz.

Hatay'ın merkez ilçesi konumundaki Antakya'ya, İstanbul'a 1130 km, İzmir'e 1092 km, Ankara'ya 681 km.

DEFNE SABUNU NASIL YAPILIR
Defne ağacı dört mevsim yeşil kalabilen, hoş bir kokusu olan, yapraklarının ve yağının kullanımı oldukça geniş olan bir ağaç çeşididir. Defne ağacının yetiştiği asıl yerler Akdeniz’ in doğusu Hatay, Antakya olup oradan ılıman iklimli başka bölgelere yayılmıştır. Defne sivri yapraklı olmamasına ragmen, dört mevsim yeşil kalır ve bu özelliği nedeniyle de eskiden beri ölümsüzlüğün simgesi olarak kabul edilmektedir. Defne meyvesi %40 oranında yağ içerir, bu yağlardan %2’ i esansiyel terpenes, sesquiterpenes, alcohols, ketenos yağlardır. Defne yaprağı ise %1-4 arasında esansiyel yağlar (1,8-cineole ve pinenes, terpenes, sesquiterpenes, methyl-eugenol ve daha küçük miktarlarda α- ve β-pinenes, phellandren, linalool, geraniol ve terpineol) ihtiva eder.. Defne yaprağının tat ve aroması büyük ölçüde eugenol adlı esansiyel yağdan kaynaklanır. Defne yağı %93 yağ asitlerinden ve %6 esansiyel yağlardan oluşur. Bu yağ, en çok defne sabunu üretiminde kullanılır.

Defne Yağı Sabunu Hatay Antakya kıyılarında, Türkiye’ nin Antakya ili civarında yetiştirilen defne ağaçlarının meyve ve yaprak yağları ile saf yemeklik zeytin yağından yapılmaktadır.. Defne fidanının yaprağı, antiseptik ve anti bakteriyel bileşeninden dolayı olumlu iyileştirici bir güç bulundurur. Bu sabun, yüzyıllardır kullanılan çok eski, geleneksel bir formüle dayanılarak yapılmış ve nesilden nesil e aktarılarak günümüze kadar gelmiştir. Geleneksel defne sabunu, hem cilt hem de saç için kullanabilen doğal el yapımı bir sabundur.
OGÜNhaber