Roma Döneminde “Doğu’nun Kraliçesi” olarak anılır ve dünyanın (yani İmparatorluğun) dört ana kentinden bir olarak kabul edilir. Kent, Orontes (Asi) Nehri’nin kıyılarından Mt. Kassius (Keldağ) sırasının batı yakasına dek uzanır. Kenti tanımlayan en önemli unsur olan Asi Nehri, antik dönemlerde küçük teknelerin de seyredebildiği bir nehirdir ve Antiochia’yı, nehrin Akdeniz’e açıldığı körfezde yer alan antik limanı, Seleukeia Pieria (Samandağ) kentine bağlar.
Akdeniz’in en doğu ucunda yer alan Antiochia, Seleukos I Nikator tarafından M.Ö. 300’lerde kurulmuştur. Seleukid Devleti’nin Roma İmparatorluğu egemenliği altına girmesiyle M.Ö. 64 yılında kent önemli bir Roma şehri olarak varlığını sürdürmüş ve Suriye Eyaleti’nin hem ticari, hem de askeri merkezi haline gelmiştir. Antiochia ad Orontes kuruluşundan itibaren farklı toplulukların bir arada yaşadığı renkli şehir hayatıyla ünlenmiştir. Şehrin Hellenistik kültürü yedinci yüzyılda Arap hakimiyetine girmesine kadar sürmüş, kentte Yunanca hakim dil olarak kalmıştır. Diğer yandan, bu süreçte kentin territoriumu’nda farklı dil (özellikle Süryanice) ve geleneklerin kesintisiz devamı izlenebilir.
Antiochia’nın kuruluşundan itibaren önemli bir parçası olan Yahudi topluluğu ve farklı kökenli kültlerle zenginleşen putperest inançlarla öne çıkan kent, zaten zengin bir dini mozaiğe sahipken bir de Hıristiyan inancının ilk merkezlerinden biri oluşuyla; kentin dini dokusu daha da renklenmiştir. Kudüs’ü batıya bağlayan yol üzerindeki baskın konumu nedeniyle Hıristiyanlığın yayıldığı ilk büyük metropollerden olan Antiochia, özellikle Pavlos ve Petrus’un şehirdeki varlığına dayanan köklü bir havari geleneğine de sahiptir. Kent, 451 yılında Khalkedon (Kadıköy) kilise kurultayı sırasında patriklik merkezi olarak kabul edilmiştir. Ancak bu dini mozaik çatışmaları da beraberinde getirmiş, dördüncü yüzyıldan itibaren Hıristiyan mezhepler arasındaki ayrışmalar ciddi sorunlara yol açmıştır. Khalkedon kararlarını benimseyen gruplarla özellikle Monofizit gruplar arasındaki dini fikir ayrılıkları Khalkedon kurultayı sonrasında derinleşerek Antiochia’da dini olduğu kadar önemli bir sosyo-politik boyutu da bulunan ciddi çatışmalara neden olmuştur.
Kent, altıncı yüzyılda art arda gelen depremlerle sarsılmış, özellikle 526 ve 528 yıllarındaki depremlerden sonra ciddi hasar gören kent dokusu İmparatorluk destekli restorasyonlara yenilenmeye çalışılmıştır. Antiochia 540 yılında Persler tarafından işgal edilmiş ve kenti ele geçiren I. Hüsrev şehri yıkıp yakmakla yetinmeyerek, kentten taşıdığı devşirme malzeme ile “Hüsrev’in Antiochia’sı” adını verdiği yeni bir şehir inşa ederek savaş esirlerini bu yeni şehre yerleştirmiştir. Altıncı yüzyılın devamında kent başka depremler, ikinci bir Sasani işgali ve dalgalar halinde veba salgınları ile oldukça travmatik bir dönem yaşamıştır. Kent 637’de Arap hakimiyetine girmiştir.
Antiochia’nın kuruluşundan itibaren önemli bir parçası olan Yahudi topluluğu ve farklı kökenli kültlerle zenginleşen putperest inançlarla öne çıkan kent, zaten zengin bir dini mozaiğe sahipken bir de Hıristiyan inancının ilk merkezlerinden biri oluşuyla; kentin dini dokusu daha da renklenmiştir. Kudüs’ü batıya bağlayan yol üzerindeki baskın konumu nedeniyle Hıristiyanlığın yayıldığı ilk büyük metropollerden olan Antiochia, özellikle Pavlos ve Petrus’un şehirdeki varlığına dayanan köklü bir havari geleneğine de sahiptir. Kent, 451 yılında Khalkedon (Kadıköy) kilise kurultayı sırasında patriklik merkezi olarak kabul edilmiştir. Ancak bu dini mozaik çatışmaları da beraberinde getirmiş, dördüncü yüzyıldan itibaren Hıristiyan mezhepler arasındaki ayrışmalar ciddi sorunlara yol açmıştır. Khalkedon kararlarını benimseyen gruplarla özellikle Monofizit gruplar arasındaki dini fikir ayrılıkları Khalkedon kurultayı sonrasında derinleşerek Antiochia’da dini olduğu kadar önemli bir sosyo-politik boyutu da bulunan ciddi çatışmalara neden olmuştur.
Kent, altıncı yüzyılda art arda gelen depremlerle sarsılmış, özellikle 526 ve 528 yıllarındaki depremlerden sonra ciddi hasar gören kent dokusu İmparatorluk destekli restorasyonlara yenilenmeye çalışılmıştır. Antiochia 540 yılında Persler tarafından işgal edilmiş ve kenti ele geçiren I. Hüsrev şehri yıkıp yakmakla yetinmeyerek, kentten taşıdığı devşirme malzeme ile “Hüsrev’in Antiochia’sı” adını verdiği yeni bir şehir inşa ederek savaş esirlerini bu yeni şehre yerleştirmiştir. Altıncı yüzyılın devamında kent başka depremler, ikinci bir Sasani işgali ve dalgalar halinde veba salgınları ile oldukça travmatik bir dönem yaşamıştır. Kent 637’de Arap hakimiyetine girmiştir.
Kentin şehircilik ve mimari unsurları ilgili bilgilerimiz daha çok yazılı kaynaklardan beslenir. Hellenistik Dönem yapılarından çoğu özellikle M.Ö 148’deki deprem nedeniyle günümüze ulaşmamış, Princeton Üniversitesi tarafından 1930’larda yapılan kazılar, farklı nedenlerle şehrin Roma ve Bizans Dönemi eserlerinden çok azını ortaya çıkartabilmiştir. Antakya’da şehrin en önemli Roma-Bizans eserlerinin bulunduğu adada kazılar 2010’da Antakya Müzesi tarafından ve Doç. Dr. Hatice Pamir’in bilimsel başkanlığında yeniden başlatılmıştır.
Antiochia’ya ilişkin çalışmalarda Fransız akademisyenlerin önemli katkıları olmuş ve olmaktadır. Burada bu akademisyenlerin hepsini anamasak da bir kaç önemli isimden söz etmek gerekir. Jean Lassus, Princeton ekibi ile birlikte çalışmış, Princeton kazılarının son cildinin editörlüğünü üstlenmiştir. Yakın dönemde, Catherine Saliou ve Grégoire Poccardi’nin yazılı kaynaklardan kent ve kent dokusuna ilişkin çalışmaları öne çıkar. Kentin territoriumunda Jean-Pierre Sodini ve George Tate arkeolojik araştırmalarıyla özellikle Geç Antik dönem kırsal yaşamına ilişkin önemli sonuçlar elde etmişlerdir. Halen Antakya’da süren kazılarda yer alan l’UMR 8538 (ENS-CNRS) laboratuvarından Fransız bir ekip Antakya su yollarına ilişkin çalışmalarına devam etmektedir.