Son günlerde dünya yine Kudüs'e kilitlendi

Neden Kudüs?
Kudüs kim için ne anlam ifade ediyor?

İsrail için,
Batı dünyası için,
İslam dünyası için ve özelde bizim için ne anlam ifade ediyor?

Kudüs'ün ya da Filistin sorununun ülkemiz için ne anlam ifade ettiğini anlamak için ülkemizdeki siyasi ve akademik gündemi dikkatli okumak gerekir.

Ülkemizdeki sol, laik ve seküler çevreler için Kudüs, bizim ülkemizi ve halkımızı asla ilgilendirmeyen bir sorundur.

Bunun tam aksi olarak, Milli Görüş diye adlandırdığımız siyasi ve sosyal hareket Kudüs'ü, ülkemiz ve İslam coğrafyası için varlık-yokluk meselesi olarak görmüş ve bu sorunu siyasi söylem ve eylemlerinin merkezine oturta gelmiştir.

Milli Görüş hareketinin kendini dini referanslı bir hareket olarak konumlandırmasının yanında, hareketin ortaya çıktığı dönemin Arap-İsrail Savaşı'nın yaşandığı bir döneme denk gelmesinin de etkileri vardır doğal olarak.

İslam ve Arap coğrafyası için Türkiye'den İsrail karşıtı söylemlerin yükselmesi çok değerli ve motive edici olmasının yanı sıra, İslam coğrafyasında Türkiye aleyhtarlığının kırılmasına, Arapların Türkiye ve Türk milletine yakınlaşmasına katkısı da olmuştur.

Diğer taraftan Kudüs yani Filistin meselesinin iç siyaset argümanlarından, siyasi sloganlardan biri haline dönüştürülmesi ya da öyle algılanması, solcu-laik çevrelerin meseleye duyarsız kalmasından daha fazla tepki toplamış, antipati uyandırmıştır, tespitini yapmakta mümkündür.

Milliyetçi camian ise derli toplu ve bütüncül bir Kudüs sorunu algısı ve tepkisi olduğunu ifade etmek güçtür.

Bir kısım milliyetçiler Kudüs meselesine laik çevreler gibi bakmayı tercih etmişler, diğer bir kısmı ise belki bin yıldır bize ait olan, bizim yönettiğimiz ve bizim kaybettiğimiz toprak parçalarından biri olarak görmenin ötesine geçmemeye özen göstermişlerdir.

İslami hassasiyetleri olan milliyetçiler, Kudüs'e yine İslami hassasiyetler zaviyesinden bakmaktadırlar.

Ancak, bu bakış; tamamen yanlış olmasa bile tamamen doğru da olmayan "Osmanlıya ihanet eden Araplar" fikri takıntısının tüy ürperten serin gölgesinden kurtulup, gün yüzü gören fikri ve fiili eylem ve söylemlere dönüşememiştir.

İsrail’in Filistin topraklarını ve özelde Kudüs'ü işgal etmesine, oralarda insanlık vicdanını yaralayan, hukuksuz eylemleri hakkında oluşan-gelişen her tepki karşısında sürekli Doğu Türkistan-Uygur Türklerine yapılan zulümlerin gündeme getirilmesi; milliyetçi camia açısından Kudüs meselesin öncelikli gündemler listesine giremediğinin delili sayılacak bir durum olabilir mi?

Mümkün…

Kudüs meselesine sahip çıkması gereken İslami hassasiyetler taşıyan Milli Görüş ve Milliyetçi Hareket cephelerinin parçalı durumu, birbirlerinin etkilerini, ağırlıklarını kırmaktan öte olumlu-hayırlı bir işe yaramadığını dolayısıyla ne Kudüs’ün ne de Uygurların haklarını savunma konusunda derli toplu, sadra şifa olacak eylem ve söylemler geliştiremediğimizi ifadeye lüzum yoktur elbette.

Kudüs sorununa ister İslami ister milliyetçi hassasiyetler penceresinden bakalım, sorun ilk önce Devlet ve millet olarak bizim sorunumuzdur, ilk önce ve en kuvvetli şekilde sahip çıkması gereken Türkiye'dir, Türk milletidir.

Neden?

Çünkü tarihsel miras olarak Kudüs bizimdir, ilk önce bizim davamızdır.

Kudüs'te yaşayan halklar Arap, Yahudi, Hristiyan ne olursa olsun, siyasi hâkimiyet, siyasi-idari miras bizimdir. Bizden çalınmış olanı almak bizim hakkımızdır, bizim boynumuza borçtur.

Nasıl ki İsrail oğulları binlerce yıl önce kaybettikleri Kudüs'ü yeniden alma hayallerini asla kaybetmeden yaşadılar ve nispeten kazanmış görünüyorlar. Bizler de bin yıl sahip olduğumuz o kutsal beldeleri yeniden alma hayalimizi her zaman diri tutmak, o uğurda durmadan en az onlar kadar çalışmak zorundayız.

Çünkü Kudüs, sadece bir şehir değildir. Yeryüzünün en şanlı kalelerinden, burçlarından biridir.

Eski dünya tabir edilen Asya, Avrupa ve Afrika'nın hâkimiyetini isteyen her millet ve her devletin mutlaka sahip olmak istediği, sahip olmak zorunda olduğu kalelerden, karargâhlardan ve başkentlerden biridir.

O burçlarda kimin bayrağı dalgalanıyorsa, dünya hâkimiyetinde söz sahibi demektir.

Öbür taraftan, yüz yıl önce başlayan ve halen bitmeyen son büyük Haçlı Seferi'nin bizim açımızdan en büyük kaybı; Haçlı dünyası açısından en büyük kazanımı üç kutsal şehir, üç kutsal kale olan Mekke-Medine ve Kudüs’tür.

Savaş, Haçlılar açısından bitmişte değildir. Henüz tam esaret altına alamadıkları coğrafyalar vardır ve onları da tam esaret altına almak için amansızca saldırmaya devam etmektedirler. Hedefte Türkiye vardır ve Türkiye'yi tam işgal altına almak için Kudüs'ü merkez üs, merkez karargâh olarak kullanmaktadırlar.

Haçlı seferleri bitti ve biz yenildik, teslim oluyoruz, teslim olmalıyız demiyorsak şayet, gözümüz, kulağımız ve gönlümüz Kudüs'te olmalıdır.

Kudüs ya da Filistin meselesi hiçbir şekilde Arapların sorunu değildir, Araplara ihale edilebilecek, Arapların üstesinden gelebilecekleri bir sorun değildir.

Çünkü Birinci Cihan Harbi dediğimiz son büyük Haçlı seferi Araplara karşı değil, İslam’ın bayraktarı olan Osmanlı'ya karşı yapılmıştır. Osmanlı’yı yıkıp, aralarında paylaşan üç beş batılı devlet, Arapları değil, Osmanlı'yı yani Türkleri o topraklardan sürüp çıkartmış, yerine kendine hizmet edecek siyasi rejimler tesis etmiştir. Var olan rejimler ve yönetenler sömürge valileri olmanın ötesinde bir yetkiye sahip değillerdir.

Dolayısıyla Kudüs meselesine Arap halkları sahip çıkıyor olsalar bile Arap siyasilerinin sahip çıkmaları, sorunun Müslümanlar lehine katkı sunmaları mümkün değildir, olmamıştır, olmayacaktır.

Yüz yıl önce olduğu gibi bugün de Kudüs sorununun iki tarafı vardır; Haçlılar ve Osmanlılar.
Yani Kudüs, bizlerin sorunudur.

Ve sorunun bizim için en can alıcı tarafı; maziden gelen, mazide kalan bir sorun olmanın çok ötesinde istikbalimizi ilgilendiren en önemli sorunumuz olmasıdır.

Her devletin stratejik hedefleri vardır, tehdit ve güvenlik algıları vardır.

Osmanlı Devleti gibi Türkiye Cumhuriyeti Devletimiz için de varlık-yokluk mücadelesinin başlangıç ve bitiş noktamız Kudüs'le başlar, Kudüs'le biter.

Ülkemizde var olan ekonomik, siyasi, toplumsal, terör vb. tüm sorunların arkasında Kudüs'e ve arkasından Ortadoğu'nun tümüne hâkim olmak isteyen ülke ve güçlerin hesapları, yayılmacı işgal politikaları vardır.

Doğu Türkistan-Uygur sorunu da bizim sorunumuzdur. Ancak başka coğrafyalardaki hiç bir sorun bizim ülke ve millet olarak varlık-yokluk, istiklal ve istikbalimizi doğrudan etkileyen sorunlar değildir.

Elbette insan olarak, Müslüman olarak, Türk olarak Uygur sorununa sonuna kadar sahip çıkmak durumundayız.

Ancak eğer önceliğimiz kendi vatan topraklarımız, bağımsızlığımız, birlik ve dirliğimiz ise, kalkınıp gelişmek ise bize yönelik en büyük tehdidin Kudüs'ü karargâh olarak kullanan Haçlı- İsrail ittifakının yayılmacı ve saldırgan siyasetinden, Arz-ı Mev'ûd hayallerinden geldiğinin ve geleceğinin farkına varmak zorundayız.

Bu açıdan bakınca milliyetçi cenahın milli görüşçülerden önce ve çok daha gür bir sesle Kudüs sorununa tepki vermesi gerekmektedir.

Kudüs, binlerce yıldır dinler savaşının sembol şehirlerinin başında gelir diye inanıyorsak, inandığımız din adına Kudüs'e sahip çıkmak, bu mübarek şehri savunmak zorundayız.

Kendimizi şanlı bir milletin ferdi olarak görüyorsak eğer, yine Müslüman Türk Milleti'nin son cihan imparatorluğunun kaybettiği en değerli topraklardan biri olan bu kutsal şehirde milletimizin şanlı bayrağını düştüğü yerde ve yeniden dalgalandırmak olmalıdır…

Bayrağımızı düştüğü yerden kaldırmak olmalıdır önceliğimiz.

O topraklarda yaşayan herkes, her millet bir nevi kiracıdır ya da işgalcidir.

Kimin yaşadığına bakamayız. Araplar hainlik yaptılar, yapıyorlar, yapacaklar diye bayrağımızı oralarda göndere dikmeyelim mi?

Tam tersi. İlk önce hainin tepesine dikelim.

Hain var diye bayrak indireceksek bu ülkede bile bayrak dikecek yer bulamayabiliriz.

Hâsılı Kudüs ilk önce bizzat milli bir meseledir, milliyetçilerin en öncelikli meselesidir. Milliyetçiler ve İslamcılar arasında gerçekte ve söylemde hiçbir fark ve sorun da yoktur aslında. Her iki camianın akil insanları bir araya gelseler, ortak oldukları bin madde sıralayabilirler.

Ama farklı olduklarını zan ve iddia ettikleri on madde sıralayamazlar. Fark zannettikleri şeylerin de aynı rengin farklı tonları kadar farklar olduklarını görmek ve itiraf etmek zorunda kalacaklardır.

İki bin yıldır birbirine amansız düşmanlar olan Yahudi ve Hristiyanlar bir olup İslam’ı, İslam coğrafyalarını, Müslüman halkları kan ve gözyaşına boğdukları bir zamanda, Müslümanların bin yıldır hâkimi, hadimi ve lideri olan Selçuklu ve Osmanlı torunlarının bir araya gelemiyor görüntüsü hem dinimize hem milliyetimize ihanetle eş değer bir aymazlıktır.

Kültürel genimiz bu aymazlığı kaldırmaz.

Ya biz aslımıza döneriz ya da aslımız bize sırt döner, kaybolur, yok olur gideriz.

Allah korusun…
OGÜNhaber