Ne anlama geliyordu, neden gündem olmuştu, neden tartışılmıştı?
Orduları Irak'ı işgale giderken yanında bir de medya ordusu olsun isteyen ABD yönetimi, dünya çapında emrinde çalışacak haberciler topluyordu.
Amerikan ordusunun ihtişamını, emsalsiz zaferini, Saddam'ın nasıl ezildiğini tüm dünya görsün, tüm dünya medyası tescil etsin istiyordu.
Dünya savaş tarihinde ilk defa bir savaş, işgal CNN kanalı tarafından canlı yayında veriliyordu. CNN kanalı belki sırf bu amaç için kurulmuştu.
Şehirlerin gece gündüz bombalanmasını, milyonu bulan sivil ölümlerini canlı canlı kaydeden ama sadece ABD'nin işine geleni yayınlayan CNN kanalının muhabiri olarak, Amerikan askerleriyle birlikte, onların safında, onların emrinde işgali izlemeye giden bir gazeteci türü türetiliyor ve bu türe "embeddet" adı veriliyordu.
Türkiye'den de toplam beş haberci kurban olarak gönderilmişti. CNN'den Cüneyt Özdemir, Milliyet'ten Metin Bektaş ve NTV'den Mithat Bereket kameramanlarıyla birlikte ABD ordusunun ve askerlerinin emrinde habercilik yapmayı kabul eden medya organları ve elemanları olarak tarihe geçiyorlardı.
Cüneyt Özdemir; "Savaşı ABD 4'üncü Piyade Tümeni ile birlikte izleyeceğim. Bu tümenin 18'inci Muharip Birliği'nde olacağım" diyerek geçiyordu kendi haberini.
Dünyanın pek çok ülkesinden 600 haberciyi kendi askerinin emrinde muhabirlik yaptırmak,
ABD siyaseti ve ordusu adına başarı olarak yazılabilir.
ABD'nin Irak'tan önce dünya medyasını işgal ettiğinin göstergesi sayılabilir. Ancak, haber yapmak için uluslararası hukuka göre pek çok hakları, dokunulmazlığı varken ABD ordusunun emrinde haber yapıyor olmak basın tarihinin kara lekelerinden biri olarak kaydedilmiştir.
Gerçi dünya ve ülkemiz basın tarihinin beyaz bir sayfa olduğunu düşünmekte saflık olur aslında.
Hitler'in Nazi Almanyası’nın, Stalin'in komunist Rusyası’nın, İtalya’nın faşist rejiminin, atom bombası kullanan ABD'nin tüm medyası embeddet medya değil miydi?
Ülkemizde çok partili sisteme geçişten on yıl sonra gündemimize giren ve yazık ki halen çıkmayan "darbe" şakşakçılığını yapan bir kısım medyamızın "embeddet" olmadığını kim iddia edebilir?
Medyayı dördüncü güç olarak tarif ederken aslında darbeyle, darbeci askerlerle olan sıkı irtibatlarını, organik ve gönül bağlarını ilan eden bizim bazı medya organlarımız, gazetecilerimiz, yazarlarımız, çizerlerimiz embeddet değiller miydi?
28 Şubat süreci öncesi ve sonrasında yazılı ve görseliyle, darbe için askerin yoluna kırmızı halılar seren, darbe için askerden daha çok çaba sarf eden embeddet bir medya ile karşı karşıya değil miydik?
15 Temmuz’da darbeye kalkışan FETÖ, otuz yıl öncesinden embeddet medyasını oluşturmuştu. Ve günü geldiğinde gazete ve TV kanallarıyla, sosyal medyada embeddet trolleri ile at oynatıyor, öncü karakol görevi yürütüyor, meşru hükümete fiilen ve amansızca saldırıyordu.
Askeri yanına, arkasına almış, bazan askerin dizginini eline geçirmiş medyanın sesi her zaman çok çıkmış, sivil halka, sivil siyasete, meclise, hükümetlere, parmak sallamaktan, ayar vermekten, aşağılamaktan sadistçe zevk almıştır.
Tanka tüfeğe yakın olmanın kibriyle kendilerini devletin, gücün, rejimin merkezinde saydıkları için merkez medya ismini kullanmayı da çok sevmişlerdir.
Dünyada ve ülkemizde embeddet gazeteciler gibi embeddet siyasetçiler de vardır.
Dünyayı yöneten beşli çeteye ve onların askeri, siyasi, ekonomik gücüne yaslanmış sorunlu ama sorumsuz şımarık siyasetçiler hep olmuştur yazık ki.
Mısır'da Sisi, Libya'da Hafter, Venezuela'da Guaido, Suriye'de SDG denilen ırkçı, ayrılıkçı yapı...
Türkiye'de HDP ve başka bazı siyasi partiler.
Hatta darbe çığırtkanlığı yapan, ima eden, el altından tehdit eden tüm partiler ve siyasiler aslında tam anlamıyla "embeddet" siyasilerdir.
Son haftalarda sosyal medyada “Eğer darbe teşebbüsü olursa kendimizi savunuruz, ülkemizi savunuruz, demokrasimizi savunuruz, seçilmiş hükümetimizi savunuruz” diyen çok geniş bir kitle var.
Bu kitlenin içine sızıp tahrik etmek isteyen hainler, masum tepkiler arasında hukuk dışı söylemler geliştiren dengesiz, muhakemesiz tipler hariç, halkın bu tepkisini ve söylemini aşırı ve hukuk dışı bulmadığımı ifade etmek isterim.
Sıradan, sivil, vatansever insanların kendimi ve ülkemi savunurum sözünden kim rahatsız olur?
Darbeci ya da işgalciler rahatsız olur.
Darbe ve işgal meşru mudur, hak mıdır, hukuk mudur ki, darbeye direnirim diyen suçlu olsun. Asıl suç ve büyük suç, affedilmeyecek suç darbedir, darbeciliktir.
Birinci Dünya Savaşını kazanan İngilizler, Fransızlar, ülkenin istediği yerini sallana sallana işgal edebilmek için Osmanlı Ordusunun terhis edilmesini, silah bırakmasını emir buyurmuşlardı.
Karşılarında direniş istemiyorlardı.
Peki bu millet ne yaptı?
İstanbul-İnebolu-Kastamonu-Çankırı-Ankara ve oradan cepheye incecik bir İstiklal Yolu kurdu. O yolda ne taşıdı?
Silah.
Niçin?
Dinini, vatanı, milletini, devletini, istiklalini, namusunu savunmak, çiğnetmemek için.
Kimden izin aldı?
Kimseden izin almadan, hatta emirlere karşı gelerek yapmadı mı bu silahlı mücadeleyi?
İzmir'de Hasan Tahsin ilk kurşunu sıkmak, Maraş'ta Sütçü İmam Fransız bayrağını kaleden indirmek için kimden izin aldılar?
Silah taşımak, silah kullanmak sadece darbeci ve işgalcilere verilmiş bir hak mıdır?
Milletin kendini, vatanını, demokrasi ve özgürlüğünü koruma hakkı yok mudur?
Elbette vardır.
Allah göstermesin ancak bu millete yeniden İstiklal Yolu kurmak hiçte zor gelmez.
Bu milletin imanının, sevdasının, uyanışının, dirilişinin yanında olmak yerine darbeden medet uman "Embeddet medya", "embeddet siyaset" bundan sonra kazanamayacak...
Ne pahasına olursa olsun.