Nasıl olur da komşun Aliye teyzeyi takip etmezsin, işyerine giderken her zaman yolda gördüğün dost isimli köpeğin bugün karnı açtı biliyor musun!!!
İkindi namazını beraber kıldığın Resul Efendi cami çıkışı her zaman geldiği bahçeli kahveye gelmiyor kaç gündür parası yok çünkü. Onu nasıl çaya davet etmezsin?
Sana diyorum hanımefendi!!!
Çocuğunu eksiksiz tertemiz okula bırakırken dağınık saçlı, kış günü pembe pembe yırtık yazlık ayakkabı ve eski montuyla okula gelen minik Zeynep'i nasıl es geçersin?
Vicdanlarımız kurudu mu yahu!!!
Ya kurudu ya da Hızır As öldü!!!
Bırak artık şu küçük dağları ben yarattım hallerini. Aç o kör taklidi yaptığın gözlerini.
Kaldır kafanı telefondan.
Edebiyat eğitimlerinde işlenip işlenebilecek en güzel konu "bakmak ve görmek" dersidir.
Hepimiz bakıyoruz ama çoğumuz görmüyoruz. Bak şimdi sizlere acı bir gerçeği yüze tokat iner gibi söyleyeceğim. Bizler Müslüman falan değiliz.
Cuma’dan Cuma’ya günah çıkartıyor gibi camiye gelip kalan 6 gün 23 buçuk saat kör gezen sarhoş ruhlarız.
Ne yani Hrıstiyan'lar da pazardan pazara kiliseye gidiyor, ne farkımız var ki?
Bak şimdi daha ağırı geliyor. Biz Türk bile değiliz artık...
Nasıl asimile edildiysek ne Türklük kaldı elimizde ne de Müslümanlık.
Türk tarihinde dilenmek çok büyük bir suçtur. Müslümanlık tarihinde de dilenmek, dilenenin suçu değil toplumun suçudur. Keza gerçek ihtiyaç sahipleri dilenemiyor ya neyse!!!
Açın artık gözlerinizi. Hızır As'a yoldaş olmak sadece sadaka vermek değildir. Sabah kahvaltınızı yaptığınız lokanta ile öğle yemeğini yediğiniz lokantayı bile ayırın, ayırın ki tüm esnafın yüzü gülsün.
Evinize aldığınız bakliyatı devasa marketlerden değil, bakliyatçıdan alın onun da bir ailesi var.
Yırtılan ayakkabınızı ihtiyacınız olmasa bile tamir ettirin. Zübeyir amca o işten ekmek yiyor!!!
***
Biraz acıklı olacak ama yaşanmış bir hikayeyi paylaşıyorum.
Komşumuz Hanife teyze, 8 aydır konuya komşuya "Bayat ekmeğiniz var mı? Varsa verin kuşlar cama geliyor ıslayıp veriyorum" diyordu. Çok da zayıflamıştı. Kiracıydı. "Rutubetini çok ucuza oturuyorum diye çekiyorum" diyordu. Eşinden dul maaşı alıyordu. Gülen, şaka yapan Hanife teyze gitmiş, yerine suskun düşünceli Hanife teyze gelmişti.
Annem dolma yapmıştı. Bir tabak dolma uzatarak; "Hadi götür Hanife teyzene de sıcak sıcak yesin" dedi. Hanife teyzenin zilini çaldım. 75 yaşındaydı. Yavaş yavaş gelerek; "Kim o?" dedi. "Ben Zeynep Hanife teyze" dedim. "Tamam açıyorum kızım" dedi. "Annem dolma yolladı" dedim. Elimden aldı, yüzüme baktı, yutkundu. "Allah razı olsun. Ben de yemek yiyecektim. Şimdi yerim" dedi. "Hanife teyze annem tabağı istedi" dedim.
Hanife teyze kapıyı kapatmayı bıraktı mutfağa yöneldi. İçeriye baktım. Oturma odası karanlıktı. Işığı yaktım. Masanın üstünde bir bardak su ve ıslatılmış ekmekler tabağa doğranmıştı. Hemen kapının önüne çıktım. Hanife teyze tabağı uzattı. "İki cihanda aziz olun evladım" dedi. "Sağ ol" dedim.
Eve geldiğimde annem "Ne o ne oldu? Suratından düşen bin parça" dedi. "Anne, Hanife teyze tabağa bayat ekmekleri doğranmıştı yiyordu" dedim. "Olur mu kızım? Baban da emekli, o da eşinden emekli maaşı baban kadar alıyor. Sen yanlış görmüşsündür, kuşlar içindir o. Biz geçiniyorsak ki 3 kişiyiz, o tek başına hayli hayli geçinir."
Ertesi akşam anneme ne pişirdiğini sordum, etli kuru fasulye olduğunu öğrendim. İçimi bir kurt kemiriyordu. Akşam yemeğine oturmadan "Anne Hanife teyzeye de bir tabak götüreyim mi?
Annem; "Kuru fasulye birtanem. Götür de güzel bir şey değil". "Olsun hadi ver götüreyim". Sıcak tabağı elime aldım. Hanife teyzenin sesi: "Kim o?". "Ben Zeynep". Kapıyı açtı gülümseyerek, yüzüme baktı. "Annem kuru fasulye yolladı bilmem sever misiniz?"
"Nimeti ayırt etmem tabii ki severim. Allah razı olsun" "Ha unutmadan annem tabağı istiyor" Hanife teyze mutfak yoluna yönelir yönelmez, ben doğru içeri. Masanın üstünde bir bardak su, ıslak ekmeklerin konduğu yarısı yenmiş tabak ve annemin bir gün önce verdiği dolmadan 4 tane.
Soracaktım, sormalıydım. İçim içimi kemiriyordu.
Hanife teyze beni kapıda göremeyince içeriye yanıma geldi…
Sanki "Sor" der gibi yüzüme bakıyordu ve sordum. "Bu ıslak ekmekleri sen mi yiyorsun? Hani kuşlara verecektin?" Buğulu mavi gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Üzmüş müydüm anlayamadım daha 15 yaşındaydım. Ama ağlatmıştım.
"Evet ben yiyorum canım kızım... Benim bir oğlum bir de kızım var. Burada değiller. Başka şehirdeler. İkisi de çalışıyor. Araba alacaklarmış. Bana kredi çektirdiler. Aldığım para ancak kiraya elektrik ve suya gidiyor. Üç beş kuruş ya kalıyor ya kalmıyor elimde. Ben de ekmek isteyemedim. Kol kırılır yen içinde kalır. Böyle biliriz. 3 yıl böyle idare edeceğim. Kimseye söyleme e mi" dedi. Bu sefer benim gözlerim yaşardı.
Tabağı aldım, kapıdan çıkarken arkamdan "Kimseye söyleme güzel kız" diye bağırıyordu. Eve geldiğimde bağıra bağıra ağlıyordum. Annem şaşırmış, "Ne oldu kızım biri bir şey mi söyledi?" dedi.
Olanı anneme anlattım, o da çok üzüldü. "Böyle vicdansız evlat olmayacağım anneciğim" dedim.
3 yıl boyunca tüm mahalle Hanife teyzeye kimimiz sabah kahvaltılıkları götürüyor, kimimiz öğlen yemekleri kimimizse akşam yemekleri. 2 ay önce kaybettik. Hastayken okul çıkışı yanına uğramıştım.
Bana; "İyi kalpli meleğim sen mi geldin? Şükür borç bitti" dedi. "Artık rahat edersin Hanife teyzem" dedim. "Evet senin sayende sıkıntısız, ekmek düşünmeden 3 yıl geçti. Rabbim seni korusun" dedi. 2 gün sonra vefat etmiş. Çok üzüldüm. Bizim halkımız dilenemez, isteyemeyiz.
***
Dünya refahını tesis edecek yegane güç Türk toplumudur. Vicdan, merhamet, feraset ve sağduyu bu aziz millet ile milletlerarası bir yolda ilerleyecektir. (Galip Gezer)
Bu yazımızı da diğer milletlere ders konusu olan Başbuğ Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün bir sözü ile son verip " bakabilen ve görebilen" ruh-i haliye ye ulaşmamız temennisi ile son verip esenlikler diliyorum.
"İnsanlığın bütününün refahı, açlık ve baskının yerine geçmelidir. Dünya vatandaşları kıskançlık, açgözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde eğitilmelidir."