Yunus ile beraber aynı dönemde yaşayan efsanevileşmiş halk kahramanı ve kanaat önderlerinin değerlerini ve kötülükle iyilerin nasıl bir yaşam savaşı verdiklerini de değerli aktarımlarla zihnimize kazıdık.
2011 yılında İskender Pala’nın kaleme aldığı “Bir Yunus Romanı OD” eserinin kritiğini Yıldız Teknik Üniversitesinde Yüksek Lisans yaparken sevgili hocamız Prof. Dr. Selim Hilmi Özkan’ın dersinde makale olarak hazırlamıştım. Kitabı okurken tarihin dehlizlerine naif bir yolculuk gerçekleştirirken, Yunus benim için ‘Bizim Yunus’ oluvermişti.
UNESCO, Yunus Emre’nin vefatının 700. sene-i devriyesinde 2021 yılını Yunus Emre’ye adayarak, bu senenin ‘Bizim Yunus Yılı’ olarak ilan edilmesine vesile oldu.
Türkiye başta olmak üzere Azerbaycan, Bosna Hersek, Kuzey Makedonya ve Özbekistan’ın bu konunun imarları arasında olması da unutulmamalıdır.
Bizim Yunus’un dilinden Anadolu coğrafyasının insanını ve toplumsal değerlerini yakından tanıma fırsatı yakaladık ve bu yılın UNESCO yılı olması sebebiyle tüm dünyaya da hem değerlerimizi hem dil zenginliklerimizi anlatabilme şansı yakaladığımızı ve buna paralel olarak çok güzel şekilde bu fırsatı değerlendirmemiz gerektiğinin altını çizmek isterim.
Bu coğrafyanın hasbel kader bildiği arif ve erenlerini de ilmik ilmik işleyerek dünya kamuoyuna bir ayna misali aktarmalıyım/aktarmalısın/aktarmalıyız.
Yunus Emre döneminde coğrafyamız insanının düzen kurma gereksinim ve telaşında olan sivil yaşamın dertleri ve geçirdikleri travmaları da gözden geçirerek günümüz ile kıyaslayarak öz eleştiride bulunmayı da ihmal etmemeliyiz.
Her okuduğumuzdan, her anlatılandan gurur duymak yerine bazı esas ve hakikatlerden de ders almak zaruriyeti içerisinde olmalıyız.
O vakit öngörememekten dolayı yaptığımız hatalara yenilerini ekleme hastalığından da kurtulabiliriz.
Şimdi eserimize dönelim…
Bir Yunus Romanı OD eserinde kimler vardı?
Kimler yoktu ki!
Ölmüş olmasına rağmen Yunus’un hayallerinde olan, rehberi ve yol arkadaşı Sitare ana kahramanımız diyebilirim.
Ayrıca eserde, Çekik Göz (Moğollar), Molla Kasım, Temür Alp Ata, Satı Nine, Sitare, İsmail, İbrahim, Aslanlı Hünkarı, Tapduk Emre, Çelebi Faruk, Geyikli Baba, Turakçın Derviş, Dört Abdal, Ana Bacı ve de hayvanlar ile bir sürü karakter vardı.
Tabi kitap ile alakalı yapmış olduğum kriteri buradan anlatmaya çalışsam yazı işleri müdürümüz ayrı, genel yayın yönetmenimiz ayrı tepki verecektir. Bu kadar uzun yazı olmaz şablonumuzu, planlarımızı ve sayfa düzenimize saygı lütfen Ferhat beyikazı sebebiyle eser ile alakalı yapmış olduğum akademik kritiği internet ortamında sizlerle paylaşacağım.
Fakat Bizim Yunus’un sevgiden, emekten, umuttan, yaşam ve ölüme birçok husustaki yaklaşımlarından birkaç alıntıyı sizlerle buradan paylaşmadan da edemeyeceğim.
Eserde, Yunus’un Sitare’si ile olan süreci işlenmektedir. Sitare’yi nasıl sevdiği ve bu sevginin nasıl karşılık bulduğunu anlatıyor Yunus. Aşk mefhumunu anlamlandırıyor onu anlatırken, varlığına nasıl anlam kattığını ve yaratıcının yarattıklarını sevmesindeki hakikati yorumlayarak izah ediyor. Birlikteliğin ne ve nasıl olması gerektiğini söylüyor eserde Molla Kasım aracılığı ile bizlere. Ve olumsuzluklar ardından Hacı Bektaş-ı Veli’nin varlığı ve eylemlerinden haberdar olmasıyla bir hoş oluyor Yunus.
Ayrıca bizleri Sitare’nin yorum ve değerlendirmelerini öncelikli tutan bir erkek profili ile tanıştırıyor. Yunus, kadın’ın sadece aşk ve ihtiyaç duyulan varlığına inat anlam ve akıl ile bir bütünleştirme oluşturuyor.
Hacı Bektaş-i Veli’yi anlatıyor bu defa Yunus. Dergah’ın kültürünü Hû, Hû’leri, Ya Hay, Ya Hû’leri Hu’arı ve Hay Hay’ları… “Hay’dan gelen Hû’ya gider.” tüm ülkemizde neredeyse bilinen en eski deyişlerden olan bu ifade hakikati bakımında yanlış yorumlanmış ve yanlış yerlerde kullanılmaktadır. Boş ve emeksiz gelmiş olan bir değerin yine boşluğa ve emeksizce ziyana gidişinin ardından genellikle bu ifade kullanılır. Fakat bu mottonun hakikati, kullanım yeri gibi buharlaşmıştır. Bu hakikat özellikle bu sloganı yeniden aslına ulaşmamız için imkân sağlıyor.
"Hay'dan yani Allah'tan gelen yine Hû'ya Allah'a gider..."
Yaşamsal ihtiyaçlarını tedarik için kapı çalan Yunus, o kapıda öğrendiklerinin ne denli güzel olduğunu ve Bektaş-i’nin topluma yaklaşımındaki hassasiyeti ile her geçen gün nasıl da ulaştığı canların arttığını anlatıyor. O kapının sadece karın doyurmalık değil gönül doygunluğunun kapısı olduğu işleniyor. Bu bağlamda ise Yunus’un Bektaş-i’den istifade ettiği ve kendisi için ne denli önemli olduğu vurgulanıyor.
Eseri okuduğunuzda, sevginin renklerini, Aşk’ın mucizelerini, Umudun tükenmeyişini, Geleceğin muhakkak gelecek olduğunu okuyucuya gizli bir anlatımla sunulduğunu göreceksiniz.
Kıssadan hissemiz ise “ve emin oluyoruz… yaklaşıyor yaklaşmakta olan!”