12 Eylül 1980 darbesi sonrası “yaşı büyülterek” asılan iki vatandaşımız,
17 yaşındayken, yaşları 18 yapılarak idam edildiler.
Güya; biri sağcı, biri de solcu idi.
Darbenin Mimarı Kenan Evren, tarafsız olduğumuz bilinsin diye;
“Adil şekilde bir sağdan bir soldan astık” diyordu.
Yıllarca sen sağcısın sen solcu diye çatıştırdılar,
Sonra hepsini aynı torbaya koyup hapsettiler, astılar, vatandaşlıktan çıkarttılar, damgaladılar…
Yıllar geçti; neyin ne olduğu ve olmadığı açığa çıktı,
Hepimiz utandık,
Mağdur edilenlerin yüzlerine bakamadık,
Ailelerinden utandık,
Millet olarak utandık, devlet olarak utandık…
28 Şubat 1997’de
“post-modern darbe” yapıldı,
Çünkü;
“irtica geliyordu(!)”,
Anadolu’un bir şehrinden Hacı Mehmet Amca’nın kızı başörtülü diye üniversiteden atıldı,
Direnmek istedi,
İtildi, kakıldı, polis zoruyla gözaltına alındı.
Hacı Amca feryat etti;
“hani siz kızları okutmuyorsunuz diyordunuz, şimdi okutuyorum ama siz okuldan atıyorsunuz” diye,
Dinleyen, anlayan, anlamak isteyen hiç olmadı.
Hatta,
“etkisi bin yıl devam edecek” dediler darbeleri için pervasızca,
Yıllar geçti,
Gerçekler ortaya çıktı,
O mağdurlar için de, adalet oluştu.
Utandık Hacı Amca’dan,
Utandık mağdure ailelerinden,
Yüzümüz yere eğildi…
Bir dönem vardı,
Her Kürt potansiyel terör yardım ve yatakçısı gibi düşünüldü,
Polisin rutin kimlik kontrolünde bile tedirgin oldu Doğu’dan olan vatandaşımız,
Şırnak’lı Ahmet gizlemek isterdi korkudan, nereli olduğunu,
Sanki utanılacak bir şeydi Şırnak’lı olmak.
Yıllar geçti,
Oluşturulan sisli hava dağıldı,
Ülkenin her Km’si için
“devlet adaleti” uygulanmaya başladı.
Utandık Şırnak’lı Ahmet’den,
Ailesinden yüzümüzü eğdik,
Bakmaya utandık yüzlerine…
Neden utandık peki…
Çünkü vicdanımız kilitlenmemişti,
Utanmamız bitmemişti,
Bu yüzden; Onlara
“suçlu” gibi muamele yapılırken sessiz kalmamızdan utandık.
Geldik son yıllara…
Hepimizin içini bir şekilde acıtan Ergenekon, Balyoz vb. gibi operasyonların yapıldığı dönemdeyiz.
Cemal Yorulmaz vefakar ve milli bir Anadolu insanı,
Evladım komutan olsun diye veriyor Askeri Liseye,
Sonra Harp Akademisine geçemiyor çocuk…
Sudan sebeplerle atıyorlar ordudan,
Cemal Yorulmaz, eşi ve oğlu küsmüyor devletine,
“Bizde devlete küsmek olmaz diyor” vatanperver baba,
Ama o da ne…
Bir sabah saat 6’da kapı çalıyor, dalıyor polis içeri,
Oğlunuz Ergenekon örgütüne(!) üye diye,
Alıp götürüyorlar göz nuru evladını,
Güya evlatları devleti yıkmak için terör örgütüne katılmış,
Bir ebeveyn için acılı ve yürek yakıcı süreç başlıyor, Cemal Yorulmaz ve eşi için,
İkisi de yaşlanıyor yaş almadan o evlat acısının stresiyle,
Neye yansınlar..?
Evlat gitmiş ona mı? Yoksa, yavaştan yavaştan uzaklaşan eş-dosta mı..!
Ama artık
“vebalı” idi Cemal Yorulmaz,
Çünkü yazılı ve görsel basın; öyle bir algı operasyonu yürütüyordu ki…
Sanki selam verenler bile
“veba”lı olacaklardı.
Yıllar geçti, devir değişti, gerçekler ortaya çıktı…
17-25 Aralık ve 15 Temmuz Darbe Girişimiyle; suçlananın masumiyeti, suçlayanın ihaneti gün gibi görünmeye başladı.
Ama ne oldu biliyor musunuz..?
Önceki toplumsal travmatik olaylardan sonrasından farklı olarak,
Utanmadan baktık Cemal Yorulmaz’ın yüzüne,
O dönemde, hiç kuşku duymayacağımız adamdan, kuşku duyan kalbimizden, utanmadan baktık yüzüne,
Hiçbir şey olmamış gibi davranmaya başladık yüzsüzce,
O mağdur baba ve annenin içindeki acıyı unutacağını düşünerek unuttuk utanmamızı, utanmazlığımızı…
Şimdi ise; benzeri bir dram, daha geniş kapsamlı yaşanıyor.
FETÖ denen illet, halkın hemen her ailesine bir şekilde dokunuyor,
Ortam adeta boz bulanık akan su gibi,
Vicdansızca suçluyoruz, sevmediklerimizi FETÖ’cü diye, alakası bile yokken,
İsimsiz ihbarlarla gözaltına alınıyor insanlar, iddiaların gerçekliğine bile bakılmadan,
Korkumuz; korku imparatorluğu oluşturuyor içimizde,
Kim suçlu, kim suçsuz bakılmıyor bile kimi zaman,
Adeta
“bu da mücrim çocuğu” dercesine acımasızlaştık çocuklara karşı bile,
Tepedeki hainler, din sömürücüleri kaçmış gitmişler,
Kalmış geride biçareler, acizler, ortalama vatandaşlar…
Yükleniyoruz geride kalan, karnını bile doyurmaktan acizlere,
Emzikli kadını atıyoruz içeriye,
Yaratıyoruz yeni, yepyeni mağdurlar, mağdureler…
Ama acı olan; Artık vicdanımız sızlamıyor, utanmıyoruz bile…
Kaybettik galiba tüm bunları,
Kaybediyoruz insanlığımızı, insanlarımızı kaybettikçe…
Hadis değil mi;
“kendiniz için istemediğinizi başkasının için de istemeyin” düsturu,
Dinin bile amir hükmü değil mi;
“suç ve ceza orantısı”,
İnsanlık tarihi söylemez mi;
“suçlar şahsidir” diye…
Ne zaman kaybettik biz böyle; vicdanımızı, utanmamızı, insafımızı,
Ne oldu bize,
Nasıl nemelazımcı oluverdik böyle,
Neden ve nasıl diyebiliyoruz;
“bana değmeyen yılan bin yaşasın” diye...
Yahu bu Allah’ın bile gücüne gider,
Ama böyle devam edersek, aynı şeylerin bizim başımıza gelmeyeceğinin garantisini kim söyleyebilir..!
Allah Islah Etsin bizi…!
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.