Tarihi tekerrür; 'Abdülhamit ve Erdoğan nefreti'

Bu yüzden koca imparatorluğa “Hasta Adam” benzetmesi yapılıyordu.

33 yıllık padişahlığı süresince hiçbir Osmanlı hükümdarının yaşamadığı kadar ihanet, hakaret, kalleşlik, kahpelikle karşılaştı.

Onun kadar saldırıya maruz kalan olmadı, Onun kadar içerden hançer yiyen görülmedi.

Adeta “kahpe içerde ise, kapı kilit tutmaz oğul” diyen Dede Korkut’un işaret ettiği bir dönemdi.

Anadolu’da kıyım yapan Ermeni’yle, Filistin’i satın almak isteyen Yahudi, aynı dili kullandı. “Kızıl Sultan” dendi.

Osmanlıyı yıkarak aralarında pay etmek, Anadolu’yu ele geçirmek isteyen yedi düvel (İngiltere, Fransa, Almanya vb. gibi Avrupa devletleri)  birlikte, “istibdat devri padişahı” ve devleti parçalamak için yaptıkları casusluk faaliyetlerine fırsat vermediği için “hafiye” dendi. Yerli işbirlikçi güruh da aynı teraneyi içerde tekrar etti. 

Kendilerini “aydın, hürriyet aşığı, entelektüel!” diye niteleyen İttihatçılar Abdülhamit için söylenecek her türlü fevri, ağır ve hakaret dolu söylem ve eylemleri İngiliz’iyle, Ermeni’siyle, Yahudi’siyle ağız birliği içinde, hiç çekinmeden irtikâp ettiler. İslam’da bir inanış vardır; “Düşman tek millettir”. İçerdekiyle dışardakiyle adeta tek millet oldular.

Abdülhamit tahta çıkınca İngiliz elçisi; “Ona söyleyin ayağını denk alsın, aksi takdirde akıbeti öncekiler gibi olur” diye tehdit ediyor.  Devlet içinde ise kendini aydın, okur-yazar, gazeteci, şair diye niteleyenler mesajı almış halde daha ağır sözlerle geçiyor saldırıya…

Dönemin sözde aydını, şairi, yazarı, gazetecisi Tevfik Fikret bir Ermeni tarafından Abdülhamit’e yapılan suikast başarısız olunca, kahroluyor, çıldırıyor ve nerdeyse matem tutarak kalemine sarılıyor:

“Ey şanlı avcı, tuzağını boşuna kurmadın!
Attın... Ama yazık ki, yazıklar ki vuramadın!”


Dönemin edebiyatçı, şair, aydın, yazar geçinen ve sesi çok çıkan cenahların hepsi saldırıyordu, dışarıdan saldıranlarla beraber.

Çünkü Abdülhamit “Hasta Adam” diye nitelenen devleti parçalatmıyor, böldürtmüyor, paylaşımı geciktiriyor, milli, yerli ve vatanperver davranıyordu. Hal böyle olunca da içerdeki maşalarla beraber koro başlatıyordu dış düşmanlar: “istibdatçı, hafiye, diktatör, baskıcı” vb. gibi söylemlerle…

Ne kadar tanıdık ve aşina geliyor değil mi bu söylem ve eylemlerle, sade vatandaş gibi görünüp de ihanet şebekelerine hizmet edenlerin tepkileri, söylemleri ve tarzları… 

Abdülhamit’e yapılanları Erdoğan’a yapılan dıştan ve içten saldırıları düşünerek bir daha değerlendirin lütfen…

Aslında pek de bir fark olmadığını göreceksiniz…

İkisinin de en önemli “hata” ve “kusuru” ise “milli ve yerli olmak”

Ve ne acıdır ki; Abdülhamit’i tahtan indirmeyi tebliğ için giden dört kişilik heyette bir Ermeni ve bir Yahudi bulunuyordu. Yahudi Emanuel Karasso ve Ermeni Aram Efendi’yi gören Abdülhamit acı dolu bir yüz ve kalple; “Bu, Aziz ve Âlim olan Allah’ın takdiridir” diyordu.

Abdülhamit hal’lediliyor (tahtan indiriliyor),  sonra ne oluyor..?

Abdülhamit’e kin kusanların, ondan nefret edenlerin ve onu indirmek için ecnebiyle ittifak yapanların dediği gibi “günlük güneşlik bir süreç başlıyor, güneş bir başka mı doğuyordu”… ?

Aynı nefret söylemiyle düşmanlık edenlerin gözüyle ve yazdıklarıyla bakalım sonrasına…

Aynı Tevfik Fikret pişmanlık, hayal kırıklığı ve adeta Abdülhamit dönemine rahmet okurcasına bu defa Han-ı Yağma şiirini yazıyor:

Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say 
Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray, 
Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay; 
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay... 

Yiyin efendiler  yiyin,  bu han-ı iştiha  sizin, 
Doyunca,  tıksırınca,  çatlayıncaya  kadar yiyin! 


Yıllar sonra Atatürk bile o döneme atfen N. Nazif Tepedenlioğlu’na şöyle diyor; “Bak çocuk, yazılarından anlaşılıyor ki, sen Abdülhamit’i sevmiyorsun. Sevme, yine de sevme... Ama şu hakikati de asla unutma ki... Abdülhamit, o devrin dünya devletleri arasında, en büyük siyaset dâhilerinden biriydi. Hangimiz onun yerinde olsaydık, onun yaptıklarını yapamazdık."

Ama bu döneme atfen en büyük pişmanlığı, nedameti ve Abdülhamit’e yapılan haksızlık, nankörlük, nadanlık ve müfrit alçaklığın özrü olarak Rıza Tevfik “Abdülhamit’in Ruhaniyetinden İstimdat” isimli şiiriyle şöyle anlatıyor:

Nerdesin şevketli Sultan Hamid Han?!
Feryadım varır mı bârigâhına?
Ölüm uykusundan bir lahza uyan,
Şu nankör milletin bak günahına.
Tarihler ismini andığı zaman
Sana hak verecek ey koca Sultan!
Bizdik utanmadan iftira atan
Asrın en siyasi padişahına.
Padişah hem zalim hem deli dedik,
İhtilale kıyam etmeli dedik,
Şeytan ne dediyse biz belî dedik,
Çalıştık fitnenin intibahına!
Divane sen değil, meğer bizmişiz
Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz,
Sade deli değil, edepsizmişiz,
Tükürdük atalar kıblegahına!
Sonra cinsi bozuk, ahlakı fena
Bir sürü türedi girdi meydana,
Nerden çıktı bunca veled-i zina!
Yuh olsun bunların ham ervahına
Çok kişiye şimdi vatan mezardır!
Herkesin beladan nasibi vardır!
Selamete eren pek bahtiyardır,
Bu şeb-i yeldanın şen siyâhının
Lakin sen sultanım gavs-ı ekbersin!
Ahiretten bile himmet eylersin.
Çok çekti şu millet murada ersin
Şefaat kıl şâhım medet hâhına...


Günümüz “ittihatçılarına” İngiliz, ABD, Yahudi veya Ermeni muhibbi (sevicisi) durumundaki “aydın, yazar-çizer, gazeteci, akademisyen, şair, düşünür” ve kendini hangi isimle adlandırıyorlarsa, herkese sesleniyorum: Erdoğan’a saldırırken, söverken, kin ve nefret kusarken, kimin değirmenine su taşıdığınızı iyi görün, bilin,  anlayın.

Yoksa Rıza Tevfik ve Tevfik Fikret gibi nedamet ve hüsran içinde itiraflar yazsanız da hiçbir önemi olmaz..! 
OGÜNhaber