Türkiye,
İlginç bir ülke…
Bir anda kahraman da olabilirsin, yerin dibine de geçebilirsin!
Meşhur olmak veya unutulmak, bitişik nizam konut gibi…
Muharrem İnce'yi izledim.
Hem acıdım, hem üzüldüm!
Türkiye sosyolojisinin beğeni refleksi ve Türk siyasetinin kalitesi bu işte…
Bugünün figürü de Muharrem İnce.
Hızlı yükseliş ve daha hızlı düşüşün ince bir örneği!
Kaldı ki,
Atfedilen yüksek oy oranlar anketsel, hormonlu ve manipülatif,
Oluşan, oluşturulan popülarite ise sosyal medya çağının ince bir gazlama oyunu...
Agresif ve oldukça saldırgandı.
2023'deyiz ama 2018 seçimlerinde tutuklu kalmış gibiydi.
Sazıyla sözüyle 2018 travmasını aşamadığı aşikardı.
Geçmişin hesaplaşmasını yapıyordu ama bence kendiyle hesaplaşıyordu.
Buyurgan ve bağırgandı,
Güya CHP'den ama aslında kendi kendinden intikam alır gibiydi!
"Adam kazandı!" sorusuna, pragmatist siyasi olgunlukla "hata yaptım" dese de; sanki "o sözü neden söyledim!" hayıflanma ve pişmanlığı içini kemiriyordu!
"Soru sormayın yoksa ağzınızın payını veririm" tarzıyla; oy'suz siyasete talip olmuş gibi,
"Ne yapalım, çıktık bir kere; geri dönemiyoruz" havasında,
Natıkasını ve hitabet sanatını konuşturmak tek derdi gibiydi!
Her iddia veya isnada CHP'den örnekler vererek, su-i misali misal gösteriyor,
Sanki bilinçaltının ihanetine uğruyordu!
"Kardeşim, bunu yapan sadece ben miyim" edasıyla,
Yanlışı başka birinin yanlışıyla örnekliyor,
Başarılı ama ikna etmeyen genellemelerle cerbeze örnekleri sunuyordu!
Siyasal hitabetin temsilcisi,
Hiciv, ironi ve nüktedan anlatının en şehvetli ustalarından biri olan İnce, tekrarın seçmen nezdinde bıktırıcı ve irrite edici etkisini görmezden geliyordu.
Bunları yaparken,
İnce'nin ne yaptığının bilincinde olduğunu,
Konuşarak düşmeye çabaladığını,
Aslında, asıl şimdi "tavşan atlet" rolünün farkına vardığını,
Ve, Görevimiz Tehlike filmindeki "bu disk beş saniye içinde kendini yok edecektir" repliği gibi; en güçlü yanını agresyona çevirerek kendini yok etmeye çalıştığını düşünüyorum!
Sanki "lanet olsun içimdeki şu siyaset sevgisine" edasıyla,
"Ulan, neyin içine düştüm ben" dercesine,
Yaptığı şikeden pişman olmuş ama geri de dönemeyen bir teknik direktör halet-i ruhiyesi içindeydi!
Ama "Keşke Olmasaydı…"
Keşke böyle yapmasa; bu aşk böyle bitmeseydi!
Keşke, "bitmeseydi sonumuz böyle" diyeceği lafları etmeseydi!
Keşke,
"Çekiliyorum izzet-i ikbal ile bab-ı hükümetten" deseydi ve bu hallere düşmeseydi!
***********
Duyduk Duymadık Demeyin
Bay Kemal hayatında soğan yememiş,
Pardon pardon,
Yemiş yemiş ama "soğanı, şöyle masanın üzerine koyup, yumruğuyla kırıp yemenin lezzetini almamış."
Erdoğan öyle diyor.
Çünkü Bay Kemal, Büyük Britanya'nin Tunceli City'sinin Nazimiye Town'ında Buckingham Sarayında bir aristokrat çocuğu olarak dünyaya gelmiş!
Yav Bay Kemal,
Sizin mutfakta soğan nedir bilinmezken, bizim atalarımız Orta Asya'da soğan yumrukluyordu.
Dünya atalarımız sayesinde soğanla tanıştı,
Sen çıkmış konuşuyorsun bir de…
Sen ancak, Nazimiye'nin sırça köşklerini, fildişi kulelerini bilirsin!
Soğan da soğan deyip durma,
Sen soğanın tadını madını bilemezin,
Senin böyle bir melalin yok çünkü!
Ve şunu unutma ki; soğan bizimdir bizim kalacak!
Bu 14 Mayıs var ya, 14 Mayıs,
Sadece Bay Kemal için karar anı değil; soğanın hakkını da teslim etme zamanıdır!
Soğanın hatırına bile olsa, sandığa git ey millet!
Bu Bay Kemal'in bilmedikleri sadece bu kadar mı?
Hayır tabi ki…
2002'den önce Türkiye'de TIR yoktu, uçak yoktu, yol yoktu.
Bay Kemal'in aristokrat ailesi de kabzımallık yaparmış.
İşte o zamanlar, Bay Kemalgil soğanı-domatesi-patatesi kağnılarla taşırlarmış.
Ama şimdi?
Cevap Erdoğan'dan;
"İşte bu yolları yaptık ki; bunlar taşınsın…"
Ama görmüyorlar; bunlar hem kör, hem nankör!
Sonra ne oldu?
Ülkemiz TIR ve uçak gibi vasıtalara kavuştu.
2002 deyip geçmeyin,
İktidara gelen AKP sayesinde 2002'de çağ kapanıp çağ açıldı.
Türkiye'nin her bölgesi ve her şehri, soğan-patates ve domatese kavuştu!
Eskiden, İstanbul-Ankara-İzmir gibi şehirlerimizde soğan-domates mi vardı!
"Fakir fukaranın, garip gurebanın" mutfağına ancak 2002'den sonra soğan girmeye başladı.
Eyyy Bay Kemal!
Senin o, Buckingham Sarayında debdebeli sofralarda yediğin yemeklere katılan soğan için ne bedeller ödendi, bilir misin!
Kaç kağnı parçalandı,
Kaç at öldü,
Kaç proleter can verdi, bilir misin!
Bilemezsin,
Bir elin anzer balında, bir elin Edremit zeytinyağında iken; nereden bileceksin!
Yav, geriye gitmeye gerek yok.
Soruyorum; 6 Şubat depremi 2002'den önce olsa ne olurdu,
Hiç düşündünüz mü?
Bu yardımlar ulaşabilir miydi,
Hataylı, Maraşlı, Malatyalı, Adıyamanlı depremzede soğan-domates-patates yiyebilir miydi!
Nerdeeeeee…
Be namussuzlar,
Be ahlaksızlar,
2002'den önce yaşanan depremlerde dönemin bakanları yardımseverlerden çay-şeker-terlik-eşofman-kahvaltılık dileniyordu!
O dönemde vatandaşlarımız "çadır çadır" diye feryat ederken; dönemin Kızılay'ı çadır satıyor,
AFAD, enkazda kalan vatandaşlarımızın ölümüne seyirci kalıyordu!
Mesela,
Gölcük depreminde dönemin başbakanı Ecevit, büyük bir gaflet göstererek aynı gün bölgeye gitmişti.
Ama biz gittik mi; hayır,
Çünkü gerek yoktu.
Biz ikinci gün gittik; çünkü ölen ölür kalan sağlar bize yeter dedik!
İnsanımız ölse bile, "Türkiye güçlüdür, devletin itibarından taviz verilmez" dedik; büyük bir inat ve kararlılıkla ilk gün gitmedik!
Eski Türkiye yok artık,
Ne çabuk unuttunuz!
Gençlere anlatsanıza bunları…
Ama şimdi öyle mi…
"Hamdolsun", bir deprem yaşadık ama Türkiye yoluna devam ediyor.
"Hamdolsun", öyle bir yönetim sergileniyor ki; artık deprem ve depremzede konuşulmuyor bile…
"Hamdolsun", 200 binlerde denen can kaybını, üstün hesaplama teknikleriyle 50 bine düşürdük!
"Hamdolsun", her şeyi unutturup seçime odaklandık!
Eğer ki,
Bu deprem başka bir ülkede olsaydı yer yerinden oynar, istifalar peş peşe gelirdi.
Ama bizde?
Evet, yer yerinden oynadı ama "hamdolsun" iktidarımız sapasağlam ayakta…
Ekonomi bakanımızın gözleri ışıl ışıl,
Ekonomimiz tıkır tıkır işliyor.
Birkaç "ahlaksız, namussuz, adi" çıkmış, "devlet nerede-Kızılay nerede" diye şarlatanlık yapıyor!
Ama neylersin, bunların cibilliyeti böyle,
Terbiyesiz terbiyesizliğini bırakmaz!
Eyyy Bay Kemal!
Sen kimsin ya!
Sen, maaşından başka para görmemiş birisin!
Aç gözünü de bir bak; dünya bize gıpta ediyor!
Nereden nereye…
O yüzden 14 Mayıs, herhangi bir Mayıs pazarı değildir.
Soğan-sarımsak-domates-patates satılan bir Pazar da değildir,
Perşembe pazarı hiç değildir.
14 Mayıs'ta bu millet, yeniden "Yeter, söz milletindir!" diyecek ve zulme rıza göstermeyecektir!
Günün Sözü
…ama soğan 25 TL