"Adana Erkek Lisesi'nde Edebiyat öğretmeniydim.
Adana'nın Fransız işgalinden kurtuluşu 5 Ocak 1922'dir.
Hatay Türkiye'ye bağlandığı için 1940 yılının 5 Ocak kutlamasının daha bir güzel, daha bir heyecanlı olması isteniyordu.
Adana Maarif Müdürlüğü'nden lisemize bir yazı gönderiliyor.
Mealen şöyle; "günün anlam ve önemine uygun bir şiirin de, liseniz öğrencilerinden biri tarafından okunması uygun görülmüştür.
Gereğini rica ederim. Maarif Müdürü falan filan.
Lise müdürü bu konuda beni vazifelendirdi.
Ben de öğrencilerim arasından üç-dört kişi seçtim. "Gidip kütüphanelerde araştırın. 5 Ocak kutlamalarına uygun güzel bir şiir bulun. Pek duyulmamış bir şiir olsun", dedim.
Çocuklar gittiler.
Birkaç gün sonra geldiler. "Efendim bulamadık" dediler.
"Bulamadık olur mu" gidin yeniden araştırın deyip, öfkelendim.
Üç-dört gün sonra, elleri yine boş geldiler.
E peki ne olacak?
Kendi kendime dedim ki; "bu şiiri sen yazacaksın!"
Bir gün sonra 5 Ocak! Bir günüm var.”
Geceleri petrol lambası yakıyoruz.
El-ayak ortalıktan çekilince, petrol lambasının yorgun ışığında, bayrağımıza sığınarak kalemi elime aldım.
Şafak sökerken şiir hazırdı.
O gece, şiiri nasıl yazdımsa, öylece kaldı.
Sabahleyin liseye gidince, güzel şiir okuyan öğrencilerimden Aydın Gün'e okuttum.
Bir daha, bir daha okuttum. Mükemmel okuyordu
Şiiri 5 Ocak kutlamalarında ilk defa Aydın Gün okudu ve alkışlandı.
İşte o gün bugündür, benim Bayrak şiirim, bayrağımızın kendisi gibi hepimizin oldu.
Bu şiir, bana "Bayrak Şairi" denilmesine yol açtı ki, bu sıfat, benim için altından dökülmüş bir İstiklal Madalyası kadar kıymetlidir."
Adana’da her 5 Ocakta Saat Kulesi ile Ulu Cami minaresi arasına asılan bayrak ilham oluyor.
Öyle böyle ilham değil; adeta kendinden geçirircesine…
Bu büyük bayrak, şairi öyle heyecanlandırıyor ki; "Vay babam vay. Yani Saat Kulesi'yle Ulu Cami minaresinin arasına bir güneş doğuyor..." dedirten bir heyecan ve aşk.
Şiir;
“Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü” diye başlayıp;
Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim:
Yer yüzünde yer beğen!
Nereye dikilmek istersen,
Söyle, seni oraya dikeyim!” diye bitirdiği "Bayrak" şiiridir.
Şair ise Arif Nihat Asya’dır.
Bu şair var ya, bu şair…
Bayrakta vatanı,
Bayrakta matemi,
Bayrakta askeri,
Bayrakta şehidi,
Bayrakta hayatı, mematı anlatır…
Türk bayrağını "bekçi" olarak nitelendirir ve "Bu Bayrak Rüzgar Bekliyor" şiirinde der ki;
“Şehitler tepesi boş değil,
Biri var bekliyor.
Ve bir göğüs, nefes almak için;
Rüzgar bekliyor.
Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye;
Yattığı toprak belli,
Tuttuğu bayrak belli,
Kim demiş "meçhul asker" diye?”
Başka bir şiirinde yeni kurulan milli devletin devamı ve bekası için dua eder.
Saf bir köylünün, saf bir çocuğun, değişmeye başlayan şehirlinin dilinden haykırır ya da gizli açık isyan eder;
“Biz, kısık sesleriz…minareleri,
Sen, ezansız bırakma Allah’ım.!
.....
Bizi sen sevgisiz, susuz, havasız;
Ve vatansız bırakma Allah’ım.!
....
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu,
Müslümansız bırakma Allah’ım.!”
Peygamberimize sevgisini dile getirmek için "naat" yazar.
"Ağıt" yakar duyan olmaz.
"Biz ne idik, ne olduk" der.
Ve artık dua edip Allah’a havale eder.
Çünkü "Dün bizim olan yerlerde bugün pasaportumuz sorulmaktadır."
İnsanlar dualarının gereğini de yapmamaktadırlar ve Arif Nihat Asya'ya göre Tanrı'nın müdahale zamanı gelmiştir.
"Elsizlere el, dilsizlere dil ver yeniden,
Lutfet, bize, bin şanlı nesil ver yeniden,
Dünyayı alıp avcuna bir gün Tanrım,
Avcunda bu dünyaya şekil ver yeniden..”
Gelin yine kendi anlatımıyla, kendi dilinden dinleyelim Şair-Muallim Arif Nihat Asya’yı.
Kelime kelime, satır satır ve dikkatle…….
“Vurgunculuk yapmadım, soygunculuk yapmadım.
Muhalefetken; memlekete fayda gördüm, muhalefet yaptım.
Boyuna yazmak kolay iş değildir; imla yanlışı da cümle yanlışı da yapmış olabilirim; lakin yalan haber vermedim, yalan mazbata yapmadım.
Tesir yaptığım olmadı değil. Fakat tazyik yaptığımı gören yoktur.
Devletin memuru oldum; bir partinin memurluğunu yapmadım.
Grupların çıkarı için maddeler düzmek aklımdan geçmedi.
Alnımın akı ve şerefimle köşemde baş başa kaldım; ve göğsümü gere gere, alnımı aça aça muhalefet yaptım...
Hakk’ı dinledim, yanlışlarımdan dönmesini bildim, ağzımdan çıktı diye manasız inat yapmadım.
Millete hizmeti şeref bildim.
Şahsa kölelik yapmadım.
Ve dil yalancılığı da, kalem yalancılığı da yapmadım.
Belki dalgınlıklarım, ihtiyatsızlıklarım oldu.
Çok şükür ki madrabazlık, kurnazlık, düzenbazlık yapmadım.
“Şunu yapmadın, bunu yapmadın, o halde ne yaptın” diye sorarsanız; cezasını, kazasını, ezasını da düşünerek muhalefet yaptım.”