“Muharrem İnce’nin performansı şöyleydi, Erdoğan’ınki böyleydi, Akşener’inki zayıftı, Demirtaş’ınki esaret altındaydı”, gibi gibi…
Ben, olaya “Erdoğan fenomolojisi” üzerinden bakarak birkaç söz etmek istiyorum.
Seçimin belirleyicisi “
sevgi ve nefret” oldu.
Erdoğan sevgisi ve Erdoğan nefreti.
Erdoğan bir orkestra şefi gibi yönetti bu, “
sevgi-nefret” paradigma ve ruhsal patolojiyi.
Elbette başka ölçüt ve boyutları da vardı bu seçim sonuçlarının.
Başka etmenler de etkili oldu.
Ama ana kaynak ve damar bu iki algı ve olgu üzerinde oluştu ve şekillendi.
Bu nefret öyle bir hale geldi ki; terör ve bölücülük konusunda ilişki ve irtibatı açık ve net olan HDP’nin CHP’lilerce verilen oylarla barajı geçerek meclise girmesi sağlandı.
Buradaki nefretin amacı kazanmak filan değildi.
Amaç sadece Erdoğan’a maksimum zarar verebilmekti.
Türkiye’de toplumsal psikolojiyi ve bireysel refleksi çok iyi gözlemleyen Erdoğan; Muharrem İnce’nin de, kendisinin de performansını belirledi.
Erdoğan sevgisi Erdoğan’a kazandırdı, Erdoğan nefreti Muharrem İnce’yi öne çıkarttı.
Kendisine yönelik sevgi ve nefretle, seçimi kazanarak kendi kitlesini konsolide etti. Kazanmış algısında Muharrem İnce’yle, “
kaybetmişlik hazzıyla” muhalefeti konsolide etti.
İnce’yi dinlerken bir ara, “
galiptir bu yolda mağlup olanlar” diyecek sandım.
Çünkü İnce de o havaya girmişti.
“
Kırk bir yılda CHP’nin başaramadığını başardım ve % 30 bandının üzerine çıktım” diyordu.
Amiyane deyişle, etrafın gazına geliyor ve kerameti kendinden menkul sanıyordu.
Ama inanın ki; İnce’nin İzmir mitingindeki coşkulu kalabalığı, ne CHP toplayabilirdi ne de üstün dehası ve liderlik örüntüsüyle (!)
Muharrem İnce.
İzmir’de, Hatay’da, Ankara’da, İstanbul’da kitlelerin toplanmasının ana müteharrik unsuru “
Erdoğan nefreti” idi.
Haaa… burada İnce’nin hiç mi payı yok.
Elbette var.
Erdoğan nefretiyle mücehhez kitlelerin aktive olup görünürlük arzetmesine sebebiyet verecek hamaset, İnce’nin kişisel hissesidir.
Hakkını yemeyelim.
Ama emin olun ki, bu “
nefret konsolide edilerek tek vücut hale gelmesinde” Erdoğan’ın payı büyüktür.
Düşünün; Akşener’i muhatap almaması ve yok sayarak sürekli “
Bay Muharrem-Bay Kemal” vurgusu bile kendi şahsında oluşan nefretin yönetilmesinden başka bir şey değildi.
İnce’yi diline dolayarak yapmak istediği ve yaptığı; muhalefetin nefret ve gazabını tek noktaya odaklamak idi.
Bu nedenledir ki;
Akşener her geçen gün eridi, eridi ve farkına varmadan unutuldu.
Seçim sonucu ortada; Akşener partisi kadar bile oy alamadı.
Muharrem İnce bile yaptığı konuşmada bu noktaya parmak basarak, içtenlikle ve samimane şekilde Akşener’in % 10 eşiğini aşamamasından yakınıyordu.
Aslında bu başarısızlığa yaptığı vurguyla zımni şekilde, bir nevi Erdoğan’ın muhalefetteki nefret güdüsüne dair yönetsel başarısına vurgu yapıyordu.
Bu durum, Erdoğan’ın “
ikili algı stratejisinin” bir sonucu idi.
İki algı da kendiyle ilgiliydi.
Birisi sevgi, birisi nefret.
Adeta sevgi de bana, nefret de.
Kime ne… diyordu.
Her ikisini de ben belirlerim dedi ve ilginçtir ki; belirledi de.
Bununla da bir taşla birkaç kuş vurdu.
İnce’nin % 30 oyuyla CHP’nin içine pimi çekilmiş bir el bombası koydu.
İnce yaptığı konuşmayla CHP’deki muhtemel depremin sinyallerini verdi bile.
Yakın zamanda seyreyleyin gümbürtüyü siz.
Kurultay meraklısı CHP’de, olağanüstü kurultay söylemleri başladı bile.
Sonuç olarak; seçimin sonucunu “
Erdoğan sevgisi ve nefreti” ve bu algıları iyi yöneten Erdoğan belirledi.