Alicenap tavrı yüzüne aksederdi.
Güven telkin eden bir siması vardı.
Yatılı mektepte okumuştu.
Geçmişte yatılı okuyan hemen her çocuk gibi; o da, önce Allah sonra devlet otoritesinin kutsallığını esas almıştı.
Çok erken yaşta babasını kaybetmişti.
Onu büyütmek, okutmak, ailesine, çevresine ve özellikle devletine faydalı birisi yapmak için çırpınan vefakar, fedakar, cefakar Anadolu kadını bir annesi vardı.
O omuzuna binmiş ağır yükle, “
tek tabanca” bir kadın idi.
Asla başını eğmeyen, dik, diri ve onurlu bir anne idi.
Çünkü, “
evladımı muhannete muhtaç etmem” diye and içmişti.
Sürekli çalıştı, didindi, tırmalandı; evladını okuttu ve “
seni, devlete hizmetçi veriyorum oğlum” dedi.
O evlat ise, sürekli çalıştı.
Devlet nerede görev verdiyse itiraz etmedi.
Bazen riskli, bazen yoğun, bazen gergin, bazen de yüksek sorumluluklu görevlerde fedakarca çalıştı.
Çünkü o, devletim böyle istiyor ise bize sadece yapmak düşer dedi.
Daha çocuk denecek yaşta başladığı devlette, otuz yılını devirdi.
Anacığının duası hep arkasında idi.
Çünkü anasına ihtimam, özen, hassasiyet ve duyarlılığı asla ihmal etmedi.
Tıpkı Cumhurbaşkanı’mız gibi anacığının ayaklarının altını öpen hayırlı evlat idi.
Siyasi olarak milliyetçi, muhafazakar ve devleti esas alan zihniyette biriydi.
Otuz yıllık hizmeti süresince taviz vermedi; işinin onurunu, kendi haysiyeti bildi ve fasılasız çalıştı.
O bir baba, eş, evlat idi.
Bazen eşini, evladını ihmal etti ama görevini ihmal etmedi.
Bazen evladının sitemine bile maruz kaldı.
Tutumlu, tutarlı, ayağını yorganına göre uzatan, kendindenliğini asla kaybetmeden hayatını idame ettiren biriydi.
15 Temmuz’da toplumsal dinamikleri alt üst edip, bugünlerimizi bile hercümerç eden, herkesi herkese düşman kılan ve sosyolojik etkisi her geçen gün büyüyerek devam eden lanet illet, alçak ve hain Darbe girişimi oldu.
O meşum gece, o da mücadelenin göbeğinde idi.
Ne acı ve gariptir ki; daha sonra soruşturmalara maruz kaldı.
Yine de küsmedi, kırılmadı, alınmadı.
“
Kritik dönemdir, at izi it izine karışmıştır. Çiğ yemedik ki karnımız ağrısın. Devletimiz, tabi ki soruşturabilir” dedi ve yine gönül koymadı.
Tabi ki, başı dik ve alnı açık çıktı soruşturmalardan…
Ama gariplik ve aksilikler peş peşe geliyordu.
Başka bir devlet kurumunda yıllardır onur, gurur, inanç ve milli algıyla çalışan eşiyle ilgili inceleme başlatılması bardağı taşıran son damla oldu.
Artık tahammül sınırları zorlanıyordu.
Çünkü eşi, zaten çalıştığı kurumun genel incelemesinden tertemiz çıkmıştı.
Ama adeta, kurdun kuzuyu yeme senaryosu icra ediliyordu.
Görevden alındı.
Bu ona çok koydu.
Ciddi bir sağlık sorunu yaşadı.
Ama o, pek çok insanın yapamadığını yaptı ve “
onurumu çiğnetmem” diyerek mahkemeye gitti.
Göreve iade edilmesine hükmedildi.
Yeniden atandı.
Fakat koca devletin başka işi gücü yokmuş ve tek sorunu onun görevde olmasıymış gibi yeniden görevden alındı.
Darbecilerle kol kola olanlar,
Birlikte iş tutanlar,
İşini cebine, aracı kılanlar,
Koltuğu elde etmek için el etek öpenler,
Menfaati için şerefini satanlar görevdeydiler
Ve hatta ödüllendirilir gibi daha üst görevlere atanırken, o görevden alınıyordu.
Artık devletin her türlü sorunu halledilmişti.
Artık ekonomik kriz sona ermişti.
Artık PKK/FETÖ/YPG gibi terör sorunu bitmişti.
Çünkü milli hain(!),
Muhterem annenin evladı,
Anasını baştacı eden evlat,
Evlatlarının gururu baba,
Eşinin onuru koca, görevden alınmıştı.
Dedim ki;
Müteessir ve müteellim olma,
Allah var gam yok.
Bugün yaşadığın ve maruz kaldığın şer’ir hareketler, senin için hayra tebdil olacaktır.
Çünkü zulüm devam etmez, edemez ve etmeyecektir.
Ve unutma ey dostum;
Yıllarını saçını süpürge ederek, onuruyla yaşamış annenin ahını alanların iflah olmadığını hatırla…
Allah, güzel kullarını aklımızın ermediği şekilde korur.
Zaman geçince anlarız; aslında Hikmet-i İlahi’nin tecelli ettiğini…
Ve bilesin ki, sabır testidir bu.
Aklı selimi esas alırsak; sağ ve salim’en geçecektir, bu kritik süreç.
Ve; Peygamber Efendimiz (sav) Hz. Ebubekir’le Mekke’den Medine’ye hicret ederken mağarada ona ne demişti, hatırla;
“
Lâ tahzen, innallahe meanâ”
Allah bizimle beraberdir.
* * *
Kasabanın Emiri rüya görür.
Rüyasında; kasabanın çeşme ve pınarlarından su içen deliriyormuş.
Ve ertesi gün rüya gerçek olmaya başlar.
Kasaba çeşme ve pınarlarından içen delirir, içen delirir.
Hemen oturdukları şato misali evin çatısına, bir küp sarnıç yaptırır ve yağmur suyu biriktirir.
Aile fertleri ve ev çalışanlarına da tembihler;
“
Bu günler geçicidir, dişimizi sıkacağız ve yaptığımız sarnıçtan su içeceğiz”
Kasabada herkes delirmeye başlar.
Öyle bir hal alır ki; delirmeyenlere “
deli deli” diye laf atılır.
Köşk çalışanları bu duruma artık dayanamazlar ve onlar da içerler sudan, deli olurlar.
Baba, eş ve oğul kalır.
Bir gün oğul da dayanamaz ve babaya gelip, der ki;
“
Çıldıracağım artık; dışarıya çıkamaz hale geldim, herkes bana deli diyor. Ben bu küp sarnıcı delip biriktirdiğimiz yağmur suyunu akıtacağım.”
Baba bilgece der ki;
Evlat, aslolan zor zamanda sabretmektir,
Bu günler geçicidir,
Önemli olan bu kritik ortamda küpü delmemek, deldiren olmamaktır...