Meczup-Cemaat ve İmam…!

Kasabadaki boş arsaların, neredeyse hepsi onundu.
Babadan, dededen varlıklıydı.
Herkes, arazisine inşaat yapıp konfor içinde yaşarken; o, eski-püskü, kirli kıyafetleriyle sefalet içinde yaşardı.

Saç sakal birbirine karışmıştı.
Sarıdan kahverengine dönmüş dişleri, toz ve kirden hangi renk olduğu belli olmayan giysileri ve tecrit edilmiş yaşamıyla tam bir meczuptu.

Hal, tavır ve davranışları, aykırı uyumsuz ve deliceydi.

"Deli işte, deli… Bu kadar mal mülk kalmış kendisine; aklı olsa böyle yaşar mı…" diye acınası ve zavallı gözle bakılırdı.

"Deli midir, veli midir" belli değildi.
Nasıl bu hale gelmişti, bu hali nasıl ve ne zaman başlamıştı, neden böyle yaşar; kimse bilmezdi.
Aslında kimse; "Bu adam neden böyledir" diye düşünmezdi bile…
Sadece görünüşe göre ahkam keserlerdi.
Herkes onu bu sefil haliyle bilirdi.

Ama adam, ahalinin riyakâr ve iki yüzlülüğünden bıkmış, bezmiş ve kaçmıştı.
Kendi kendini dışlamıştı.
Kendinden bile kaçmak istemiş ve böyle bir yola girmişti.

Peki gerçekten, herkesten ve her şeyden kaçabilmiş ve ruhen kurtulabilmiş mi idi.?
Hayır, hayır.

Çünkü kasaba ahalisi olduğu gibi kalmıyor; her geçen gün daha da insanlık ve insanîlikten uzaklaşıyordu.

Meczubu münzevi yaşama yönelten tutarsızlık, riyakarlık ve iki yüzlülük öyle artmıştı ki; insanlar ibadette, duada, yardımda bile samimiyetsizleşmişti.

Ahali dua ederken de yardım yaparken de ibadet ederken de menfaat, ego ve enaniyet peşindeydi.

Çıldıran ve aklından kaçan 'meczup', daha da çıldırır ve herkese bir ders vermeye karar verir.
Gerçi ders versen ne olacak ki…

"Allah'a bile riyakârlaşan, birbirlerini Allah'la aldatan, aldanırken bile nemalanan, Allahtan korkmayan ve utanmayanlar, benden mi utanacaklar ki" der ama yine de harekete geçer.

Sabah erkenden kalkar ve berbere gider.
Daha önce acıyarak "gel seni tıraş edeyim" diyen berber; "tıraş olmaya geldim" diyen meczubu şaşkınlık içinde ve parasız tıraş eder.

Adı bile kimsece bilinmeyen ve "geldi meczup, gitti deli" diye anılan adam, berberin bitişiğinde kıyafet satan dükkana girer ve en ucuzundan bir şeyler alır ve hemen oracıkta giyinir.

Ödeme yapmak için yamalı kıyafetinin bir yerlerine çok zaman önce koymuş olduğu parayı ararken; "istemez, istemez" der, dükkancı…

Merhametle değil acımayla ve egosunu tatmin için para almaz.

Adam doğruca her tarafa beton saçan, tarım arazilerinin bile içine eden, paradan başka bir şey düşünmeyen kasabanın tek ve en namdar müteahhiti Necmi'nin yanına gider.

Necmi öyle biridir ki; kedi gibidir ve her devirde dört ayak üstüne düşecek kabiliyettedir.
Menfaati olduğunda her siyasi fikre, her kişiye ve her kesime yakındır.
Padişah dalkavuğu gibidir.
Para ve kazanç söz konusu olunca şeytanla bile işbirliğine girer.

Kasabaya dışardan gelen resmi yetkililerin hepsiyle merhabası vardır ve ne yapıp eder mutlaka bir ahbap-çavuş ilişkisi oluşturur.

Belediye'de en sevdiği birim imar dairesidir. Çünkü oradan aldığı bilgi ve tüyolarla gayrimenkul uzmanı kesilir.

"Hallederiz" der hep, "hallederiz"… Lügatında "hayır" kelimesi yoktur.
Sac ekmeği gibidir her tarafı oynar.

Bizim meczup, işte bu Necmi'ye gider ve;
"Çarşının göbeğindeki kupon arsa var ya; o benim. Onu sana vereyim.
Lakin hani, caminin tam karşısında bir arsa daha var; oraya benim için bir bina yapacaksın" der.

Müteahhit Necmi şaşkın ve şoktadır.
Yıllardır sesinin rengi bile bilinmeyen meczup konuşmaktadır ve çok istediği arsayı kendisine teklif etmektedir.

Hemen kabul eder.

Kısa sürede işlemleri tamamlar, sözleşme imzalanır ve caminin karşısındaki arazide inşaat başlar.
Kupon arsayı almanın keyfi ve heyecanıyla o ana dek akıl edemeyen müteahhit Necmi, meczuba; bir hotel planıyla yapılan bu binayı, ne yapacağını sorar.

Genelev der, meczup…

Bunu duyan müteahhit Necmi şaşkınlıktan küçük dilini yutacak şaşkınlıktadır ama artık, sözleşme imzalanmış ve inşaat başlamıştır.
Geri adım da atamaz.

Ki zaten, çarşıda kendine kalan arazinin cazibesi, halkın göstereceği tepkiye rağmen daha ağır basar.

Hatta meczubun hotel yapmayacak olmasına biraz da sevinir, çünkü kupon noktadaki araziye kasabanın tek hotelini kendisi yapmayı planlamaktadır.

Bu süreçte, adının da Veli Delioğlu olduğu ortaya çıkan meczubun oldukça zeki, derin, deruni, anlamlı ve hikmetli hali, dini imanı para olan müteahhit Necmi'yi bile zaman zaman düşündürtür.

Çünkü yapılan arsa sözleşmesi, inşaat planları, hayata dair tavır ve söylemleri bir meczuptan ziyade son derece makul, mantıklı ve akîl bir iradeyi yansıtmaktadır.

Ama çok da umursamaz. Onun için önemli olan tek şey; varsa yoksa para ve arsadır.
Bu durum kulaktan kulağa yayılır.

İnşaatın karşısındaki Cami'nin imamı ve cemaat buna şiddetle itiraz eder.
Ancak adam mal sahibidir.

Arazisine yapacağı inşaata ve ne amaçla kullanacağına dair yasal bir engel yoktur.

Bu durumun farkında olan cemaatin yapabildiği tek şey; imamın öncülüğünde her gün beddua etmek olur.

"Allah yaptığın inşaatı yerle yeksan etsin,
Allah'ım bu sapkın adamı kahretsin,
Allah seni amacına ulaştırmasın,
Allah Ebabil kuşlarını musallat etsin,
Keşke meczup, deli ve divane halde yaşamaya devam etseydin,
Şimşek çaksın, gök gürlesin; başına yıldırımlar düşsün", gibi gibi…

İnşaat ilerlemiş ve açılışına birkaç gün kala her nasılsa şiddetli bir yıldırım düşmesi sonucu bu "mendebur-necis ve ayıplı" bina yerle bir olur.

Cami cemaati ve imam bu durumdan oldukça memnun, tabi…

Kendi aralarında bile;
"Allah müstehakını verdi,
Gördün mü duanın/bedduanın gücünü,
Sen bu kadar lanet ve ahlaksız iş yapmaya kalkarsın da; Allah bu cemaatin bedduasını gözardı eder mi hiç…" diyerek; duydukları büyük memnuniyeti saklamadan, yüksek sesle dile getirirler.

Ancak yıllardır kasabanın meczup ve delisi, bugünün Veli Delioğlu isimli dışlanmışı, cami imamının ve cemaatin, bir şekilde bu hasardan sorumlu olduğunu düşünmektedir.
Bu iddiayla, camiye karşı tazminat davası açar.

Doğal olarak; Cami ve cemaatin sorumlusu imam olduğu için savcılığa savunma verecektir.

İmam şiddetle ve en üst perdeden sorumlu tutulmalarına itiraz eder.
"Bu olayın kendi duaları nedeniyle olmuş olabileceği akıl dışıdır ve böyle bir iddia kabul edilebilir değildir.
Sapkın gafil ve mendebur adamın iddiasının gerçekle alakası yoktur."

Sanki beddua seansları düzenleyen kendisi ve cemaati değilmiş gibi; bu minval ve içerikte bir savunma verir.

Meczup, cemaat ve imamın savunmasına; "Keşke ben yanılsaydım da bu hallerinizi görmeseydim. Ama riyakarlık ve zoru görünce inkar ve yalana sarılarak Allah'ı bile kandırmaya çalışıyorsunuz" diyerek acı acı güler.

Gerekli tüm belgeler tamamlanıp mahkeme günü geldiğinde, hakim dosyayı dikkatle inceler ve taraflara dönüp:
"Bu konuda nasıl bir hüküm verebileceğimi bilmiyorum. Ancak dosyadaki tutanaklara bakarsak ortada tuhaf bir durum var." diyerek, ibretlik şu sözü söyler;
"Taraflardan birisi, duanın gücüne inanan genelev yapmak isteyen adam,
Diğeri ise, duanın gücüne kesinlikle inanmayan bir imam...!"

Kıssadan Hisse mi…
Kıssanın kendidir hisse.

His, kısılmışsa; ne verir, kıssa his'e…
Hisse'den anladığımız sadece bir pay ise,
Kalbimiz kâr'da, inancımız zorda, yolumuz riya'da ise,
Samimiyet riyada, dua bile riya ise,
Gözler kör, kulaklar sağır, akıllar dumur ise,
Ruhumuz kanmada ve kandırmada ise,
Allah'ı bile…
Ne yapsın Allah bize…
Olsa ne; Kıssadan Hisse…!
OGÜNhaber