Kötülüğü Çerçi'ye verip mandal alsak..

Sev, sev akşamı…
Tıpkı kötülüğün ölüşü, karanlıkta hapsoluşu gibi, dedim…
Troyalı ahhh çekerek;
Karanlığa hapsolunan kötülük gün ile ağarmasa keşke…
Gün gibi temiz olsa,
En ak yerim gibi…
Hayatın böyle bir acımasız özelliği var, dedim.
Gün aydınlatır, en ayıpları…
Acımasızlığı sevmiyorum ama acıtıyor, dedi.
Sevmediğin için acıtıyor, dedim.
Sevsem acıtmaz mı yoksa sevmem için mi acıtıyor, dedi…
Sevsen daha çok acıtır, dedim.
Acıyı verip çamaşır mandalı alsak Çerçi'den, dedi.
Mandalı taze bitmiş Çerçi'nin, dedim.
Sonra sustu Troyalı..
Kendini susturdu.
Seçti suskunluğu..
Ben de susup dinledim; onun susarak konuşmasını…
Peşpeşe cümleler kuruyordu, susarken.
Ne çok şey birikmiş içinde diyordum.
Ne kadar söylenmemiş sözleri varmış; susarak konuşmayı bekleyen…
Halbuki diyordu, halbuki…
Ben sadece işimi yapmak istiyorum, layıkıyla,
Ehliyet sahibiyim; işimi yapmak adına…
Bana göre işini iyi yapmak "fazilet ve erdem" değildi,
Sadece olması gerekendi,
İşim, görevim ve yapmam gerekendi...
Derken devir değişti; ayaklar baş, başlar ayak oldu.
"Güzel insanlar, güzel atlara binip gitti."
Meydan kaldı aylaklara…
Olmaz denen şeyler; muhtemel mümkünleşti.
Dünya, dünya; aslanı çakala boğduran dünya…

Sanki uyanık uyur gibiydi, Troyalı…
Başka bir alemdeydi,
Bakıyor görmüyor,
Anlattıkları görünmüyordu.
Konuşması duyulamıyor,
Ama tokat gibi çarpıyordu; vicdanlara….
Kaygılandım,
Endişeye kapıldım,
Eyvahhh diyerek kolunu çimdikledim; ne oluyor Troyalı, dedim.
Yüzüme baktı; görmez şekilde ve;
"O kız oğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, hor görülmüş el emeği, göz nuru,
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
Değil mi ki, çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi ki, kötüler kadı olmuş Yemen’e…"
diye mırıldandı.

Ne diyorsun, kendine gel Troyalı, dedim.
Elini "boşverrrr" şeklinde sallayarak;
Kendime gelince; kendimden geçiyorum,
Kendimle olunca; kendimi sevmiyorum.
Kendime kalınca; nefretler ediyorum.
Kendime bırakınca; her şeyi siliyorum.
Gideyim ben, gideyim, dedi
En iyisi mi;
Varıp akşamın dibine vurayım,
Karanlığına gömüleyim, akşamın.
Unutayım; gündüz gördüklerimi,
Sabah, günle göreceklerimi…
Bir gece olsun,
Dün gece, önceki gece, her gece gibi; bir gece…
Ve yine unutayım kötünün kötülüğünü,
Gündüzün aydınlattığı ayıpları,
Karanlık ruhların; iki yüzlü sözlerini,
Yürüyen atın başına vuranları,
Liyakatine değil de; dayısına güvenenleri,
Kifayetsiz muhterisleri,
İnançsız ihtirasları,
Şunun adamını,
Bunun damını,
Beceriksizin yordamını,
Yanımdaki filancanın,
Başkan olan falancanın,
Baş olan kıçın, (Pardon ayağın) diyetini unutayım, dedi.

Unutayım unutayım;
Sittin sene göremeyeceği makama,
Babasının adıyla, eşinin makamıyla, hemşerisinin katkısıyla gelip de;
Müstebit, mütekebbir, mütegallibenin hinliklerini, cinliklerini, siz-biz'liklerini,
Kaş yaparken, bilerek göz çıkartmalarını,
İyilik görünümlü acımasızlıkarını,
Şefkat şefkat derken, acımasızlaşmalarını
Merhamet dilenirken; merhametsizliklerini unutayım, unutayım dedi ve;
Kendini kendisine bırakmadan,
Yerde mi gökte mi belli olmaksızın,
Yürüyor mu, sövüyor mu farketmeden,
Suskun konuşmasını kesti,
Kalbini lal'leştirdi.
Vicdanını susturan sessiz sedasıyla,
Suskunluğun derinliğinde sessizce kendini de aldı ve "aydınlanan günle yine karanlığa dalacağız" diyerek gitti ve gecenin koynuna daldı.
OGÜNhaber