Karpuzcu; Dilimlemezseniz gelmem!..

Birleşik Arap Emirlikleri Veliaht Prensi geçen gün Türkiye'yi ziyaret etti.

Hani şu, 10 senedir Türkiye düşmanı olan,
Darbeyi finanse eden,
Türkiye düşmanlarına ve terör örgütlerine destek veren,
Filistin davasını satan, Körfez ülkesi Birleşik Arap Emirlikleri'nin Prensi…

Hüsnü kabulle ağırladık,
Törenle karşıladık,
Ve, anlaşmalar imzaladık.

Açıkçası ben memnunum.
Devletler arasında gönül ilişkisi olmayacağına,
İlişkinin menfaat üzere olduğuna ve olması gerektiğine inanan biriyim.
O nedenle, Prens'in Türkiye'ye gelişi, antlaşmalar imzalaması ve güzel karşılanmasının benden yana bir mahsuru yok.
Kaldı ki, olması gereken bu idi zaten…

Fakat bu ziyaret, trajikomik şekilde bazı şeyler aklıma geldi.
İktidara yakın pek çok gazetenin ve yazarların Birleşik Arap Emirlikleri aleyhine yazdığı, koca koca yazılar bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti.

"Şerefsiz Abudabi,
Hain Birleşik Arap Emirlikleri,
Darbe finansçısı Prens,
Körfezdeki hain,
……………………………."
Vb. gibi, o kadar çok manşet atıldı ve yazılar yazıldı ki…


Geçen günkü imza törenini izlerken o gazete ve yazarların acınası hali, aklıma bir fıkra getirdi;

Adam erik satmaktadır.
Yine bir gün eriklerini sepete koyar ve sepetlerini yüklenir.
"erik, eriiikkk, eriiiiiikkkk,
Erik satarımmm…
Gel abi-abla gelll, eriğe gelll…" diye bağırarak sokakları dolaşır.

Tam sarayın yanından geçerken öğle uykusunda olan kral, erikçinin bağırtısıyla uyanır ve çok sinirlenir.

"Kim bu densiz, alıp getirin bu herifi…" diye celallenir.
Karga tulumba adam huzura çıkartılır.
Kral;
"Ne bağırıyorsun be adam, beni öğle uykumdan uyandırdın" deyince, adam der ki;
"Kral Hazretleri,
Ne yapayım maişet derdi,
Geçim için çalışıyorum…"

Kral uzatmak istemez ve tüm erikleri ancak on altın eden adama, içinde elli altın olan bir kese verir ve "defol, gözüm görmesin.." der ve gönderir.

Adam korkmuştur ama çok da sevinçlidir.
Çünkü elli altın kazanmıştır.
Doğruca, bugün sebze-meyve hali dediğimiz gibi olan yere gider ve bunu diğer sebze-meyve satıcılarına anlatır.

Hepsi birden, "biz de gidelim, sarayın yanında bağırarak satalım; biz de elli altınlık bir kese alalım" diye düşünürler.

Ertesi gün Bremen Mızıkacıları gibi peş peşe çıkarlar,
Bizim erikçi en başta tabi…

Satıcıların "erik, limon, patlıcan, karpuz" diye bağırtıları birbirine karışmaktadır.
Öğle vaktidir ve Kral yine uyanır.
Bu defa daha bir celallenir.
"Bu erikçiye bir daha bağırma demedim mi ben…" diye, muhafızlara hışımla "getirin şunları…" diye talimat verir.
Satıcılar sarayın avlusuna alınırlar.

Önce erikçiye, "dün sana bir daha beni rahatsız etme demedim mi…" diye çıkışan Kral, erikçinin kem-küm edişini bile dinlemez ve "eriklerinini bunun k.ç.na sokun…" der.
Sonra limoncunun limonlarını…
Sonrasında patlıcancının patlıcanlarını…
Ama bu esnada ilginç bir şey olur.
Patlıcancı gördüğü muameleye rağmen gülmektedir.
Muhafızlar, "ulan geri zekalı, yaşadığın şu şeye rağmen nasıl gülebilirsin…" deyince,
Patlıcancı der ki;
"Valla, benden geride karpuzcu var, sıra ona gelince ne olacağını düşünüp gülüyorum…" der.

Tam bu esnada gözler karpuzcuya çevrilir.
Bir de ne görsünler,
Sarayın avlusundaki ağacın başına çıkmış olan Karpuzcu, "dilimlemezseniz gelmem, dilimlemezseniz gelmem…" diyormuş.


Yıllardır Birleşik Arap Emirlikleri aleyhine manşet atan gazetelerin ve yazı yazanların bugün düştükleri acınası durum, bana, "dilimlemezseniz gelmem…" diyen karpuzcunun sözlerini hatırlattı!..
OGÜNhaber