Elektrik; Dokunma yanarsın, çarpar!..

Hep şaşırmışımdır,
Bir doğal afet veya toplumsal bir olayda,
İhmalden,
Eksik kalınmaktan,
Geç müdahaleden dolayı,
Mağduriyet oluşur, vatandaş perişan olur.

Hayat normale dönerken, ahalinin "balık hafızalı" olduğunu düşünen, yüksek siyasetçilerimiz bölgeye gider ve sanki, olanlar hiç olmamış gibi konuşmaya başlar.

Önce mazeretler sıralanır,
Hele de; bu, kar/kış/sel/deprem vb. gibi bir felaketse,
"Ne yapalım; Allah'tan gelene can kurban" denir sorumlu Allah olur, iş Allah'a havale edilir ve sorumlu kamu yöneticileri sütten çıkmış ak kaşık gibileşir.

Tam bu anda,
Buğulu-duygulu ve poli-kederik bir ses ve yapmacık bir mağdurumsu tebessümle halktan "helallik" istenmez mi; buna, çok ama çok şaşırıyorum.
Sanki, mağdur olan vatandaş değil de, kendisi…

Isparta'da dört gün elektrik kesildi.
Enerji Bakanı "neden ve niçin" ini güzel güzel anlattı.
Tek sorumlu, kar yağdıran Allah idi.
Mağdur ise kendisi, dağıtıcı firma ve şehrin resmi görevlileriydi!..

Bu kadar mı?
Değil…
Bir de, Ispartalı'lara hitaben şöyle bir cümle kurmaz mı;
"Hakkınızı helal edin, birkaç gün enerjisiz kaldınız…"
Aslında, amaç helallik istemek filan değil; Ispartalıları, helallik istenen olma lütfuna mazhar etmek gibi…

O an, benim de aklıma şu geldi;
Ispartalı'lar hep bir ağızdan, şu veya bu yöntemle "Hakkımızı helal etmiyoruz, haram-zehir-zıkkım olsun…" deseler, Bakan bey ne yapardı ki!..

Bir de şu var,
Diyelim ki, Ispartalı "Hakkım helal olsun" dedi,
Bu, bir kamu görevlisinin görevini eksik yapmasını, yapmamasını veya kusurlu halini ortadan kaldırıyor mu?
Görevi ihmali aklıyor,
Yönetim eksiğini ortadan kaldırıyor mu?..
Bu hal ve koşullar çerçevesinde Bakan Bey'e Isparta'daki mağduriyeti sorsak; "…ben Ispartalı'lardan helallik istedim. Onlar da haram olsun, gözüne dizine dursun demediler. Size ne oluyor ki…" mi, der acaba!..

***

Böyle bir şey var veya yok,
Doğru ya da yanlış…
Çok da önemli değil; sadece iyi bir örneklik olduğu için anlatıyorum.
Vatandaşın birisi ahalinin en kalabalık olduğu bir yere koşarak gelir ve "Fransızlar Urfa'ya girdi" der.
Ahalide tık yok.
Sonra başka bir vatandaş gelir ve "Fransızlar köyleri işgal ediyor" der.
Yine tık yok…
Daha sonra diğer birisi "Fransızlar camilere giriyor" der,
Kimse duymuyor gibi…
Sonunda nefes nefese birisi gelir ve "Fransızlar isot tarlasına girdi" der.
Bunu duyan ahali bir anda ayaklanır ve;
"...namus elden gidiyor, koşun ulan koşunnnn…" diye hücuma geçerler.

İşte elektrik de, vatandaş için böyle bir şey.
Aslında o kadar rutinleşmiş, sıradanlaşmış ve kanıksanmış bir mefhum ki…
Fişi takarsın çalıştırır,
Bir düğmeye dokunursun yanar.
Bu kadar basit…
Ama,
Vatandaşın elektriğine dokunursan yanarsın.
Çünkü elektrik çarpar.
Urfalı'nın isotu gibidir.
Feleğin şaşar…

Bazen, şu soru da aklıma gelmiyor değil;
Bilerek mi dokunuyorlar acaba?..
Elektriğe dokunup, vatandaşın ne kadar elektrikleneceğini görmek için…
Eğer öyleyse,
Ve eğer, "en kötüsünü yapalım, daha az kötüsünü daha kolay kanıksatırız" diye düşünülüyorsa;
Bence, bu çok tehlikelidir,
Kontrolden çıkabilir,
Öngörülmezleşir.
Her yere, her şeye ve herkese sirayet eder.
Yüksek gerilim oluşur,
İlden ile şehirden şehire, köyden köye tüm ahali elektriklenir.
Hele de, yüksek faturalardan dolayı elektriksiz kalınınca;
Elektriği kesilen vatandaşın sinirsel elektriği artar ve sistem çöker!..

İşte o zaman,
Bu vatandaş,
Yöneticisine döner ve şöyle der;
"İyi-hoş-güzelsiniz ama artık sizden elektrik alamıyorum.
Sonraki taliplerimi bekliyorum…"
OGÜNhaber