Dinine yandığım memleketimden insan diyalogları

Yer, TBMM Plan Bütçe Komisyonu…
Aile Bakanlığı bütçesi görüşülüyor…
Komisyon üyesi bir vekil:
“Bu bütçe bir yoksulluk bütçesi…
Düşen doğurganlık oranının sebebi de yoksulluk…”

Aile Bakanı (büyük bir hışımla):
“…yok yoksulluk, yok bilmem ne!.. Bu pencereden bakarsak bu işlerde ilerleyemeyiz!”
Bakan hanımı duyunca,
Kendimi tutamadım yine güldüm…
Bu sıralar,
Ağlanacak halimize, ota-boka her şeye güler oldum…
Galiba
OGB (Obsesif Gülmesif Bozukluk) başladı bende…

Mevzuya gelirsek;
Yoksulluktan bahseden milletvekili,
Eminim,
Bakan Hanımefendi Hazretlerinin neden öyle deyip niçin kızdığını bile anlayamamıştır.
Çünkü,
Aile Bakanımıza göre,
Türkiye’nin nüfusu 10 milyon…
Ekonomik durum anketlerine bakın:
“Ekonomi iyi-çok iyi” diyen 10 milyonluk bir kesim…
Kim bunlar?
Keyfiyet/Kalite/iktidarın bizimkileri…
Ya “Ekonomi iyi değil veya kötü” diyen 75 milyon?
Boşver onları…
Onlar,
Kemmiyet/sayısal çokluk/iktidarın ötekileri…
Kemmiyetin keyfiyete nispeten ehemmiyetinin de olmadığını düşünürsek;
Yok yoksulluk-moksulluk…

Ülke böyle bir zenginlik içindeyken,
Bizim vekil efendi çıkıvermiş; bir çıkıntı gibi sululuk edip yoksulluktan bahsedivermiş!
Bre gafiller!
Çatalca’da topal çobanla çatal yapıp çatal satasıcalar!
Gördüğü günden geriye kalasıcalar!
Ak Parti’den önce, gün gören mi vardı?
Avrupa bizi kıskanıyor.
Mesela,
Belçika’da ne bir Güngören var ne de bir gün gören…
Ama,
Nedir bu arkadaş!
Bir türkü tutturmuşlar; “…yok yoksulluk, yok bilmem ne!..”
Yok yoksulluk moksulluk…
Sizi gidi sizi gün göremiyesiceler…
Şükredin ki;
Pek sayın bakanımız okumuş/Belçika meclisinde vekil olmuş tahsilli kadın…
“Ne yoksulluğu; hani, nerede?.. Elindeki o pahalı telefonu bir yerlerine monte et o halde!” dememiş,
Nezaket göstermiş,
Sadece “baktığın pencere yanlış/pencereni değiştir” demiş…
Bizim vekil “tencereyi değiştirmiş…”
Fakat yoksulluk değişmemiş…
Pencereden bir kuş uçmuş, kuşun pöçü yoksulluktan buruşmuş…

Yazıyı yazarken,
TV’de bir iktidar beyanı:
“Kişi başına düşen milli gelir 17 bin dolar…”
Al  sana bir kaya/Nerene dayarsan daya…
Bu miktar,
10 milyonluk Türkiye için kişi başına düşen milli gelir ve ecir,
75 milyon içinse;
Kişi başına düşen taş misali; milli tekdir, kötektir ve derttir…

Şimdi anladınız mı; Türkiye nüfusunun niçin 10 milyon sayıldığını
Ve,
Türkiye’de neden yoksulluk olmadığını?
Biraz coğrafya çalışın ve öyle konuşun!

***********


İmamoğlu ve Sosyal Medya Hesabı
Eskiden…
Bir musluk reklamı…
Ve,,
Şener Şen:
“…Bari ben de takayım dedim.
Ufak bir hareketle; açıyorum kapıyorum, açıyorum kapıyorum,
Ben bunu hep yapıyorum…
Aç kapa, aç kapa…
Siz de taktınız mı?..”

Şimdi…
İmamoğlu ve sosyal medyası…
Adeta,
İktidar tarafından çevrilen bir reklam filmi:
“Hala kimse takmıyor bari ben takayım dedim…
Açıyorsunuz kapatıyorum, açıyorsunuz kapatıyorum,
Ben bunu hep yapacağım…
Açın kapatırım, yine açın yine kapatırım.
Siz hala İmamoğlu sosyal medyasını takipte misiniz?”

Yani,
Durum öyle çocukça ve öyle sakil ki;
Söylenecek normal bir söz bulamadım, Şener Şen söylesin istedim…

**********

İddiaName
Biliyorum sıkıldınız,
Her yazıda aynı nağme: İddianame…
Ama size söz; bunlar son sözlerim…
Bundan sonra “iddia” ve “name” kelimelerini bile bir arada kullanmayacağım…

İddianamenin temeli İmamoğlu’nun amacı üstüne kurulu imiş…
Amacı neymiş?
Beyefendinin amacı,
Önce İstanbul’a, sonra CHP’ye ve finalde Türkiye’ye “Bey” olmakmış…
Bunun ilk çivisini de,
2015’de Beylikdüzü’nde çakmış...
Ve üstelik,
Amaca ulaşmak için siyaseti araç yapmış…
Ama siyaset denen şey zaten böyle bir şey değil mi?
Öyle ama iddianameyi hazırlayan müdde-i umumi  “bilmediğiniz ve bilmediğimiz şeyler var” diyor.
Bilinmeyen şeyleri nasıl iddia edebiliyorlarmış?
Birilerinin,
“Sanmasına… Galibasına… Zannına… Duyumlarına göre…”
Duyumlar neymiş?
İmamoğlu,
Deveyi hamuduyla götürmek için bir örgüt kurmuş.
Kendisi ve örgütü milyarlarca lira/dolar biriktirmiş…
Peki, para nerde?
İnek içti…
İnek nerde?
Dağa kaçtı…
Dağ nerde?
Ne biliiim abi! Belki Karadağ’da belki karanlık ağda…
Yahu Muhterem! Müddei iddiasını ispatla mükellef değil mi?
Ah be babalık…
Eski çamlar bardak oldu.
Devir değişince o kural da değişti,
Ve,
İspat mükellefiyeti sanığa düştü…
Kırk yıllık kani olur mu yani?
Yani’si Makyavelli…
Asmanın çöpü armudun sapı, güçlünün fendi yargıya ayar verdi…
Yargı, Saatleri Ayarlama Enstitüsü mü ki?
Zırt tokai...
Teknik Direktör Vincenzo Montelli…
Romanya, Türkiye’nin Play-Off rakibi…
Saçmalıyorsun, farkında mısın?
Evet… Yudum yudum, kana kana saçmalıyorum.
Ne oldu? Zoruna mı gitti?
Var git; derdini savcıya anlat o halde…
Ama,
Duyumsaması güçlü gizli tanığın yoksa; yolun Marko Paşa’ya…

Neyse…
Ben de iyice şeyini çıkarttım, farkındayım…
Ama,
Başka ne denir ki…
Adalet Sarayları adaletten yoksunsa,
Paslanan adalet medyaya paslanmışsa,
AYM Başkanı adalete ağlıyor,
Eşofmanlı Şevket Hoca, fikirsiz Fikri’nin fikirlerine dayanamayıp çıldırıyor ve kafayı sıyırtıp eşofmanı sıyırıyorsa;
Başka ne söylenir ki…

Gerçekten akla ziyan bir durum...
Gerçekten ne yaşıyoruz biz arkadaş!
Sanki,
Cinnetin cennetindeyiz…
Cami hocası, Şeyhülislam, Komutan, Emniyet Müdürü, Yargıç…
Görev tanımlarında siyaset yasak…
Ama nedense,
Bazıları yapınca suç sayılmıyor…
Çünkü iktidarcılar…

Bir partinin milletvekili, belediye başkanı, il başkanı, ilçe başkanı…
İşi siyaset yapmak…
Ama nedense,
Suç sayılıyor ve suç örgütü muamelesi yapılıyor.
Çünkü iktidarcı değiller, muhalifler…

Düşünsenize:
Eğer,
Bir siyasetçinin siyaset yapması suç sayılıyorsa;
Acaba,
Yakında,
Bir dönerci döner kestiği
Veya,
Bir çiftçi çiftçilik yaptığı için suçlanır mı ki?
Diliniz korkudan bağlı olsa da;
İçinizden içinizden
“Yok da devenin nalı” diyemiyor
Ve,
“Valla olur mu; olur/Neler olmadı ki” diyorsunuz değil mi?

************

Gurbetçi Vatandaş
Almanya’dan gezmeye geliyor…
Ve,
İstanbul’da maaile ölüyor…
Ne için? Taşına toprağına kurban olmak istediği için mi?
Yoksa,
Pisliğe maruz kaldığı için; pisi pisine mi?
Ortada cenazeler duruyor,
Ama,
Sorumlu yok…
AKP’lisi, CHP’lisi/Dincisi, Dincisizi fark etmeksizin; Belediyeler denetimi tastamam yapmış maşallah.
Sağlık, Tarım, Turizm veya diğer bilmem ne bakanlığı da…
Otelcisi, midyecisi, dönercisi, balıkçısı sütten çıkmış ak kaşık…
Ya ortadaki cenazeler?
Gelmeselerdi… Ölmeselerdi!..
Küçüğünden büyüğüne, sağcısından solcusuna, işletmecisinden işlettirencisine kadar; tüm sorumluların, sorumluluklarını bu denli titizlikle yaptığı bir ülkede,
Eğer ölüyorsan; kimseyi suçlama, suçlu sensin ve ölmeseydin!
Dinine yandığımın memleketinde,
Yıllar önce,
Soma’da,
Yüzer yüzer ölmüştük…
Hamdolsun tarafsız ve bağımsız bir yargımız var.
Sıkı dokudu ince eledi; yıllarca inceledi… Neredeyse dava zaman aşımına erecekti.
O kadar yani…
Son tahlilde;
Maden şirketinin de, devlet denetiminin de hilafsız, katıksız pir-ü pak olduğu tescillendi.
Ve anlaşıldı ki;
Ölenler, kendileri ölmek istemişler ve ölmüşlerdi!
O yüzden,
Bugün yaşanan “birkaç” ölümden dolayı,
Kimse kurum ve kuruluşlarımıza b.k atmasın!
Kaldı ki,
Bugün ölenler, İstanbul’a gelmeselerdi bile yine öleceklerdi.
Çünkü,
Kaderin üstünde bir kader, insanın fıtratında ölüm var…
Demem o ki;
Gavur diyarında ölmedikleri için hatta sevinin!
Boş boş konuşarak,
Lekesiz ülkemize leke sürmeyin ve bizi kıskanan Avrupa’ya bizi kötü göstermeyin!

OGÜNhaber