Çağdaş ve dindaş mankurtlar..

Kelleşen bireyin kafasına, devenin ıslak boyun derisi gergin bir şekilde giydirilir. Mankurt olacak kişi, sıcak çölde kızgın güneş altında birkaç gün boyunca bekletilir. Bu şekilde, sıcağın da etkisiyle deve derisi gittikçe büzülür ve gerginleşir. Zaman geçtikçe kafa derisi ile birleşen deve derisine, alttan çıkmaya başlayan saç kılları da batmaya başlar. Ancak deri o kadar sertleşir ki, uzayan saçlar deriyi delip dışarı çıkamazlar. Böylece, uzamasını sürdüren saç dışarıya doğru değil de, ters dönerek kafanın içine doğru yönelir. Uzayan saçların kafayı delip beyne batmaya başlamasıyla, kişi çok büyük ve dayanılmaz acılar çekmeye başlar. Ardından, büyük acılar çeken Mankurt, eğer ölmeze aklını ve hafızasını yitirir ve deyim yerindeyse bir kukla haline gelir.

Beyin fonksiyonları azaldığı ve düşünme ile sorgulama yetilerini kaybettiği için de, sahibinin her dediğine harfiyen uymaya başlayan Mankurt, o andan itibaren her denileni sorgusuz sualsiz yapabilecek kıvama gelir.

Ünlü Kırgız yazar, düşünür güzel insan Cengiz Aytmatov’un “Gün Olur Asra Bedel” adlı eserinde anlatılır mankurtluk…

Yine C.Aytmatov bir mankurt’un mankurt olduktan sonraki özelliklerini şöyle anlatır;

Bir mankurt kim odluğunu, hangi soydan, hangi kabileden geldiğini, anasını, babasını, çocukluğunu bilmezmiş.

İnsan olduğunun bile farkında değilmiş. Bilinci, benliği olmadığı için efendisine büyük avantaj sağlarmış. 

Ağzı var, dili yok, itaatli bir hayvandan farksız, kaçmayı düşünmeyen, bu yüzden de hiç tehlike arz etmeyen bir köle imiş.

Köle sahibi için en büyük tehlike, kölenin başkaldırması, kaçmasıdır. Ama mankurt isyanı, itaatsizliği düşünemeyen tek varlıkmış.  Efendisine köpek gibi sadık, onun sözünden asla çıkmayan, başkalarını dinlemeyen, karnını doyurmaktan başka bir şey düşünemeyen bir yaratıkmış.

Onun için önemli olan tek şey efendisinin emirlerini yerine getirmekmiş. Açlıktan ölmemesi için yiyecek, donmaması için eski püskü giyecek verdiniz mi, başka bir şey istemezmiş...

Efsane böyle nakledilir günümüze…

Ama aslolan kıssadan hissedir…

Yaşadığımız şu kritik günlerde ülkemizde, ülkesine ihanet noktasında ne mankurt’lar görüyoruz değil mi…?

PKK adı altında mankurt’laşanları  görüyoruz, ülkesinin ekmeğini yiyip, suyunu içip, aklı alınıp, eline silah verilmiş beyinsiz salakları, ruhsuz vatansızları, vatansız kalleşleri görüyoruz. Dağda kendine  saltanat oluşturmuş, harem kurmuş, kandırıp veya korkutup kaçırdıkları kürt kızlarından tecavüz kıtaları oluşturarak,-sözüm ona- kürt hakkını savunan, kendini bir nevi ortaçağ feodal beyi sanan, özenti çakallara, “lider heval”lara, aklını, kalbini, beynini, kişiliğini, namusunu, ruhunu köleleştirmiş mankurtları görüyoruz…

Yaşadığı ülkede, bayrak ve devlet çatısı altında kendisine özgürce yaşama imkanı sunan vatanında, dış mihraklara, ve dağdaki maşalara sessiz kalan, karşı çıkamayan, yapılan katliamları telin etmeyen, baskılara karşı çıkmayıp veya çıkamayıp, susarak alçakların ihanet ve zulmüne sessiz kalarak mankurt’laşanları görüyoruz…

Bu milletin, devletin bugünlerde  dış hasımlarına  ve içteki ihanet şebekelerine verdiği büyük mücadeleye şahitlik etmekteyiz. Hal böyleyken, birlik ve beraberliğin en elzem olduğu bu kritik süreçte, içten içe mankurt’laşan gazeteci, yazar, romancı, siyasetçi, uzman, toplum mühendisi, sivil toplum kuruluşçu gibi değişik adlar altında Türk milletinin arasına; hatta kılcal damarlarına kadar sızmış olan mankurt aydın tipini görüyoruz.

Bunlar kendinin mankurt olduğunu kabul etmez. Yüksek siyaset uyguladığını ilan ederek, emperyalistlerin emir ve talimatlarına göre hareket etmeyi ilm-i siyaset, teenni ile hareket etmek, zamana uygun davranmak, dünyaya ayak uydurmak filan şeklinde lanse eder.

Bunların dillerinden düşürmedikleri  büyük büyük laflar, kavramlar, söylemler eksik olmaz. İnsan hakları, demokrasi, özgürlükler, basın özgürlüğü, toplumun haber alma özgürlüğü, AB kriterleri ve standartları  gibi laflar sakladıkları mankurt zihniyetlerinin kamuflajıdır.

Ülkeyi esir almak isteyen “günümüz Moğolları” sömürgeci zihniyet, ülkemizde her kesimden insanı bu “aptallaşmış, melekesiz köle hayvan” cenderesine almıştır. Bunların içinde sağcısı, solcusu, muhafazakarı, ateisti, ırkçısı, milliyetçisi her kategoriden insan suretliler bulunmaktadır.

Kimisi dhkp-c olarak, kimisi pkk olarak, kimisi işid olarak, kimisi cemaat, camia, paralel yapı olarak mankurt’laşanları maalesef içimiz yanarak görüyoruz.

Ne acıdır ki; milli ve manevi değerlerin en büyük önem arzettiği ülkemizde, lise eğitimi esnasında ailesinden kopartılarak, ana-babaya itaati yok edip cemaate, tepedeki efendiye ve ağabeylere itaati Allah’a itaat gibi lanse edip kandırılan ve sonrasında devlet, millet, vatan gibi kavramları cemaat menfaatine yamayarak asıl himmetin vatana değil cemaate olacağını saf beyinlere kazıyarak bir nevi “kamikaze” şeklinde yetiştirilen mankurtları görüyoruz. Ve daha da  acı olan  şudur ki; mankurtluğun bu çeşidinin en önemli argümanı dindarlık, himmet, hizmet, uhuvvet vb. gibi hepimizce en hassas değer olarak düşündüğümüz İslami ritüelin en naif paradigmalarının kullanılması ve bu necip milletin dini duyarlılığının sömürülmesi neticesinde ortaya çıkmasıdır. Yani bir nevi “muhafazakar mankurtluk” veya onların tabiriyle “dindar” mankurtluktur.

Bunlara, “gel başını buharlayalım da o deve derisini koparalım” demekten daha korkutucu bir şey olmaz. Böylesi bir uyarı, ikaz ve  hatırlatmayı duyduklarında yaban ayısı gibi tepinirler, kafalarına kimseyi dokundurtmazlar, şapkalarını başlarından hiç çıkarmaz, gece gündüz onunla yatıp kalkarlar. Çünkü bunlar zihni ve ruhu emperyalist, hain, kalleş veya çok farklı tür ve kisvelere bürünmüş efendileri tarafından zincire vurulmuş bir  mankurttur ve onlar  bu duruma iyice alışmışlardır, başka bir hâli hayal bile edemezler.

Bunların yanında bir de kendi kültürüne, tarihine, milli ve manevi değerlerine, kendi tarihine yabancılaşmış, kendi benliğinden uzaklaşmış, dünyevileşmeyi bir maharet gibi sunup hayata sadece maddeci gözle bakma noktasına gelmiş, bilinçsiz, ruhsuz, haz devri çocukları olan veya olma yolunda ilerleyen mankurtlar vardır.

Ne üzücüdür ki; bunların durumu diğerlerinden daha az tehlikeli değildir. Çünkü bunlar modern mankurtlardır. Bunları bu hale getirmek için, kafalarını kazımaya, deve derisi geçirip sıcak altında tutmaya gerek kalmamıştır. Bunlar süslü yaşamlarda, şatafatlı ortamlarda, “çağdaş ve hatta muhafazakar” eğitim kurumları ve yaşam standartlarında  bu hale gelmiş, bilinçsizleştirilmiş, otlaştırılmış, hayatı, dini, vatanı,milleti sınırsız bir “haz”dan ibaret sayan kafa derileri kafalarında, saçları lüle lüle ama kafalarından beyni alınmadan beyinsizleştirilmiş mankurtlardır.

Televizyon kanallarında, gazete köşelerinde, sosyal medyada, kitap ve dergilerde, internet sitelerinde, şarkı söyledikleri sahnelerde, oturdukları sırça köşk misali yalılarında ahkam kesen ve gizli niyetlerini gizleme gereği bile hissetmeden  vatan yolunda askerlik yapmayı, şahadeti, vatan kavramını, millet mefhumunu, bayrak bilincini küçümseyip, değersizleştirmeye, önemsizleştirmeye  dönük algı operasyonları yapan mankurtları görmek insanın içini acıtıyor. Ama daha da acısı;  bu alçaklığa tepkisiz, sessiz ve duyarsız  kalan toplumsal refleksin körelmişliğine şahit olmaktır.

Son olarak efsaneye göre;  mankurt olan oğlunu kurtarmak için ölümü göze alan ve sonunda ölen “Nayman Ana” bilinciyle hareket edip, hala milli şuur ve bilince sahip olan  Türk aydınlarına sesleniyorum; 
Türk milletinin büyük ekseriyeti bu tipi tanıyamamakta, tanıma çabasına girmemekte, onun sinsi ve şeytanî plan ve projelerine bilmeyerek dahil olmakta, ona para, himmet, hizmet, oy, manevi destek, taraftarlık gibi değişik desteklerle yardımcı olarak kendi ölüm fermanını kendisi imzalamaktadır. Bugün Türk milletinin büyük çoğunluğu maalesef mankurt aydın tipini ve mankurt’laştırma misyonerlerinin güzel yüzlü, ağzı dualı, sempatik ve şirin söylemli ama şeytanlaşmış asıl yüzlerini görememekte, bunları  hayırhâhı bilmekte, onu kendisini gerçekten aydınlatan kişi zannetmektedir. Milletin basiret gözü körleşmiştir, can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmı olan ve olması gereken bu kesimi dost zannetmektedirler. İşte bu noktada sizler gibi,  milli ve yerli aydınlarımıza düşen görev;  bu milleti uyarmak, uyandırmak,  kanını emen vampir misali, sureti haktan görünen en büyük düşmanı olan bu şeytanlara karşı duyarlılıklarımızı artırmak ve fark ettirmektir.
OGÜNhaber