Bir virüsle ilgili,
Yaşadığımız Koronavirüs ortamına o kadar çok benziyordu ki…
İnsanlar birbirinden ürküyor, kendi canı için bir diğerini hiçe sayıyor, zamanla yarışıyorlardı.
Sokaklar maske takan insanlarla doluydu.
Virüsü bela edip sonra da serum yapmaya çalışan ekibin başı kadın diyordu ki;
"İnsanlar canları söz konusu olduğunda inanılmaz şeyler yapabiliyor.
Yeterince zorlarsan yapamayacakları şey, aşamayacakları çizgi yok…"
Galiba tek doğrusu da, bu sözdü.
Peki sen de zorda kalırsan her şeyi yapar, tüm çizgileri aşar mısın, Troyalı..
Merak ediyorum..?
-Bilmiyorum, inan bilmiyorum.
Ama bu öyle bir halet-i ruhiye ki; herkese her şeyi yaptırabilir, herkesi körleştirebilir, herkesi can derdiyle eve hapsedebilir.
Bunu gördük ve yaşadık.
Artık hiçbir şey için olmaz demiyorum.
-Bence de öyle, Troyalı,
Birileri bir virüs çıkarttı,
Herkesi içeri tıktı,
Meydan in-cin’e kaldı…
Halbuki virüs deyip, pandemi ilan edip insanlığı korkutan, ürküten, sindiren de, yine kendileriydi.
O "in-cin" olanlardı.
Bizler eve girdik, onlar in’lerinden çıktılar.
Meydan boş kalmadı,
Çünkü, insanlığı tükenmiş ecinniler meydanlara üşüştü.
Yoksa nasıl boşaltılırdı; meydanlar,
Nasıl yapabilirlerdi; yapamadıklarını,
Korku öyle bir şey ki; sana yapmayacaklarını yaptırır,
Olmazları kabullendirir,
Seni, korku cambazına baktırırken cebini, ruhunu, beynini boşaltır da; ruhun bile duymaz.
Hele bu bir de can korkusu ise; seni insan ve insanilikten çıkartır.
Ne olacaksa olsun, yeter ki şu can derdi bitsin, dedirtir.
Halbuki bu esnada, "ne olacaksa olsun da…" dediğin her şey olmuştur ve oluyordur.
Atı alan Üsküdar’ı geçiyor.
Çünkü o anda bizler ölüm uykusundaydık,
Evlere tıkanıyor, marketlere hücum ediyor ve sadece tıkınıyorduk.
Birileri ise, hayatın olağan akışını olağanüstüleştirmiş,
Virüs denen bir heyhüla yaratmış,
Pandemi ilan ederek amacını müseccel hale getirmiş,
Yarattığı virüs üzerinden algısal ve sanal korku duvarları örmüş,
Son kertede; "hadi bakalım yeme de göreyim" deyip izlemeye ve küresel planlarını realizasyona başlamış.
Bu hal ve ahvaldeki halimiz ise, sadece dedikodu yapmaktan ibaret.
İki kişi bir araya gelse; "bu virüs denen lanet aslında büyük güçlerin oyunu…" anafikirli muhabbetlerdeyiz.
Peki; yemedik mi bu algı operasyonunu…
Hem de bile bile ve de, kendimizi bile ikna ederek…
Ve ne trajikomiktir ki; makarnaya, suya, una, ekmeğe, yani gıdaya saldırarak,
Hatta ekmek kuyruğuna girerek,
Hatta ve hatta kuyruk kavgası ederek…
Yedik yedik; valla bal gibi yedik…
Elin oğlu yedirdi, yutturdu ve hatta inandırdı; inanmıyoruz/inanmayız dediklerimize…
Geldiğimiz nokta; birilerinin insafına sığınmak, beklemek…
Güya virüs kışcıl idi ve yaz sıcağında tutunamayacaktı..
Soğukseverdi ve sıcakta kendi kendini imha edecekti…
Kış bitti, virüs bitmedi,
Hiç yaşamadığımız sıcakları yaşıyoruz ama ne hikmetse ölmüyor meret…
Ama hala cambaza bakıyoruz; saf saf ve saf u saf…
Ne zaman bitecekmiş peki; global paşalarımız ne zaman uygun görürse…