Vefatının 54. Yılında Mehmet Emin Buğra ve Üç Efendiler..

Bu nevi şahsiyetlerin adlarını altın harflerle tarihe yazdırmaları, milletlerinin kaderlerinde oynadıkları roller ve yine milletlerinin geleceklerine verdikleri yön ile orantılıdır. Fikri olmayan, fedakârlıkta bulunmayan dahası zor zamanlarda metanetli olamayan şahsiyetler ise tarihe mâl olmayı bir tarafa bırakın, silinip giderler. Bu hasletlere sahip olanlar ise vefat etseler de milletlerinin hafızalarında yaşamaya devam ederler. 

Tarihi şahsiyetlerin milletlerinin kalplerinde yer bulması, sevilip-sayılması yaptıkları fedakarlıkları ile mümkün olurken, düşmanlarınca bir taraftan gizli bir hayranlıkla takip edilirlerken, diğer taraftan şiddetli tenkitlerle sürekli karalanır veya hakaretlere maruz bırakılırlar. Lakin bu şahsiyetlerin, hiç hak etmeseler bile onca hakaret veya tenkitler dolayısıyla davalarından döndükleri veya milletlerine hizmet etmekten vazgeçtikleri asla görülmemiştir.



Kadim Türk-İslam yurdu Doğu Türkistan'ın makus talihinin 20. asırdaki tarihi şahsiyetlerini de bu minvalde değerlendirmek mümkündür. Bu tarihi şahsiyetlerden Üç Efendiler ise Doğu Türkistan milli mücadele tarihine isimlerini altın harflerle yazdırmış olan Dr. Mesut Sabri Baykozi, Mehmet Emin Buğra (Hazretim) ve İsa Yusuf Alptekin'dir.

Doğu Türkistanlılar arasında "Üç Efendiler" olarak bilinenlerden Mehmet Emin Buğra merhumu bugün (15 Haziran) vefatının 54. yılında rahmet, minnet ve şükranla yâd ediyorum. Bu yazı ile Buğra beyi hatırlatma, umarım, Buğra beyin yaptıkları ve
fikirlerinin yeni nesiller tarafından öğrenilmesi yanında de milli bilincin oluşmasına da katkı yapacaktır.

Mehmet Emin Buğra merhumu tarihi şahsiyet yapan değerler, onun sahip olduğu hasletlerinde gizlidir. Doğu Türkistan Türklerini, Çin ve Rus eliyle yayılmakta olan komünist akımlarının etkisine düşmekten kurtarmak, metanet, sabır ve bitmek bilmeyen enerjisi ile fikirlerinden ödün vermeyen karakteri, kader ve dava arkadaşları merhum Mesut ve İsa beylerle beraber özellikle üzerinde durdukları millî şuuru genç dimağlara yerleştirme fikri ve faaliyetleri, Doğu Türkistan'ın kurtuluşu davasında mihenk taşı özelliği taşımaktadır. 



Merhum Buğra beyin dava ve kader arkadaşları gibi ana gayesi Doğu Türkistan'ın azatlığı idi. Bu gayenin vücut bulabilmesini ise; bir milli mefkure içerisinde, Doğu Türkistanlılar arasında asırlardır mevcut olmayan birlik-beraberlik ruhunu geliştirmek, şehircilik ve şahsiyetçilik gibi illetlerden toplumu kurtarıp, millî birliğin sağlanmasını Türk milliyetçiliği fikri etrafında toplanmak ve yüce dinimiz İslâmiyet'e sımsıkı sarılmak suretiyle gerçekleşebileceğini, dahası Doğu Türkistan'ın kurtuluşunun ancak millî şuur ve güçlü maneviyat ile mümkün olabileceğini her fırsatta dile getirmek ve telkinde bulunmaktan asla vazgeçmemek olarak ifade etmek mümkündür. 

1901 yılında Doğu Türkistan'ın Hoten şehrinde dünyaya gelen Mehmet Emin Buğra bey, 1965 yılının 15 Haziranı'nda Ankara'da fani dünyadan göç etmişti. Çileli hayatı yeni nesillerin örnek alacağı birçok badireler ve başarılarla doludur. Tahsil hayatı ve akabinde Karakaş medreselerindeki müderrisliği dönemlerinden itibaren yüreğinde hissettiği bağımsızlık meşalesini yakmış, 1931 yılında Kumul'da başlayan bağımsızlık hareketinin Hoten ve Kaşgar civarlarında en büyük destekçisi ve kardeşleriyle beraber bilfiil mücadelelerin içerisinde yer almıştı. 

Alim olduğu kadar iyi bir siyasetçi, şair, yazar ve tarihçi kişiliğe de sahip Buğra bey, 12 Kasım 1933 tarihinde Kaşgar'da ilan edilen Doğu Türkistan Cumhuriyeti'nin banileri arasında yer alan, fedakarlıkları asla unutulmayacak liderlerinden birisi idi.



Cumhuriyet'in kısa süre içerisinde Çin ve Rus eliyle yıkılması, Buğra beyin vatan-millet davasını yürütmek için hicret etmesine neden olmuş, o da önce Hindistan'a, oradan da Afganistan'ın başkenti Kabil'e geçerek, bir taraftan kurduğu komite ile tekrar Doğu Türkistan'a dönüp ülkeden zalim Çinlileri kovmanın hesaplarını yaparken, diğer taraftan ilminin zekatı olarak gördüğü Şarki Türkistan Tarihi adlı çalışmasını bitirmek için gecesini gündüzüne katarak çalışmalarını fasılasız sürdürmüştür. Bu çalışmalar kısa sürede meyvesini vermiş ve 1940 yılında halen daha aşılamayan şaheser ortaya çıkmış, eserin ilk baskısı da Kabil'de yapılmıştır . 

Mehmet Emin Buğra beyin Kabil'de bulunduğu yıllarda elinden tutan, desteğini esirgemeyen ve belki de hayatının yeni dönemini başlatan kişi ise o dönemin Kabil Büyükelçimiz Memduh Şevket Esendal olmuştur. Bu vesile ile merhum Esendal beyefendiyi de rahmet ve şükranla yâd ediyorum. 1939 senesi sonunda Buğra bey İsa Yusuf Alptekin'e tavsiyelerde bulunup, beraber Çin'e gidip siyasi faaliyetler yapmalarını tavsiye eden Esendal, belki de bilmeyerek Üç Efendileri, başlangıcı Çin'in Nankin şehri olmak üzere bir araya getirmiş ve bu üç bayrak şahsiyet ömürlerinin sonlarına kadar birlikte hareket etmişlerdi. 



1945 sonrası Doğu Türkistan'a dönebilen Üç Efendiler, 2 Ocak 1946 tarihinde kurulan Koalisyon Hükümeti'nde ikisi aza, Buğra bey ise Tamirat Bakanı olarak görev almıştı. Halkının eğitimsiz, geri kalmışlık ve dünya bilmezliği sebebiyle esaret altında bırakıldığını gören Üç Efendiler, bu tarihten itibaren, aynen merkezi Çin'de yaptıkları gibi eğitim ve basım-yayım işlerine el atmışlar ama her yaptıkları faaliyet başta Rus ve Çin idarecileri tarafından düşman olarak görülmelerine sebep olmuştur.

Biz de güzel bir söz vardır ya hani; "ainesi iştir kişinin lafa bakılmaz" diye. İşte bu söz aslında Mehmet Emin Buğra bey ve dava arkadaşlarını ifade etmek üzere sanki söylenmiş gibidir. 1947 yılının Mayıs ayında Doğu Türkistan'da Hükümet kurmakla görevlendirilen Dr. Mesut Sabri Baykozi'nin Genel Sekreterliğine İsa Yusuf Alptekin atanmış, Buğra bey ise aza olarak vazife yapmaya başlamışlardı. Aynen Merkezi Çin'de yaptıkları gibi bu tarihten itibaren Üç Efendiler, Doğu Türkistan'da "Yusuf Has Hacip Kütüphanesi"ni açmışlar, "Altay Neşriyat Evi"ni kurmuşlar, "Erk/Bağımsızlık" adlı bir gazete çıkarmaya başlamışlardı. Bununla da yetinmeyen Üç Efendiler, eğitim seferberliği başlatarak mütemadiyen tertip ettikleri konferanslarla Doğu Türkistanlılar arasında milli şuuru oluşturma çabası içerisine girmişlerdi. Erk gazetesi kupüründe yer alan "Irkımız Türk, Dinimiz İslam, Yurdumuz Türkistan" sözü merhum Buğra ile dava ve kader arkadaşlarının bütün ideallerini ortaya koyan veciz bir tapu özelliği taşımaktadır.

Doğu Türkistanlıların, üzerinden 70 sene geçmesine rağmen, Erk gazetesi kupüründe kendisini temayüz ettiren çizgide bir fikriyata sahip olması, bağımsız Doğu Türkistan'ın geleceği için hâlâ ümitleri kırılmadığını göstermesi açısından kayda değerdir. 

1949 yılında yaptıkları milliyetçi-mukaddesatçı faaliyetlerden rahatsız olan Rusların ayak oyunları neticesinde Çinliler tarafından iktidardan indirilen Dr. Mesut Sabri hükümetini ve dava arkadaşlarını bekleyen asıl tehlike ise aynı yıl gerçekleşen komünist işgal olmuştur. İşgal sonrası Doğu Türkistanlılar için ya kalıp komünist birliklere karşı mücadele etmek ya da yine Buğra beyin veciz ifadesiyle "Vatan İçin Vatan'dan Ayrılmak" arasında tercih yapma durumuna gelmişlerdi. 

Doğu Türkistanlı ileri gelen liderler durum tespiti için yaptıkları birkaç toplantıdan sonra hicret etmeye karar vermişler ve belki de tarihin en dramatik göç hadisesini gerçekleştirmişlerdi. 1949 yılının Eylül ayında binlerce Doğu Türkistanlının çıktığı bu yolculuk, 1952 yılının yine bir Eylül ayında Türkiye'ye 1.850 Doğu Türkistanlının iskanlı göçmen olarak kabul edilmesiyle son bulmuştu. Yolculuğun başından Türkiye'de bitişine kadar da yük Buğra ve Alptekin beylerin omuzlarında olmuş, Türkiye'ye yerleştikten sonra da bu iki bayrak şahsiyet Doğu Türkistan davasını önce Türkiye kamuoyuna akabinde ise dünya efkâr-ı umumiyesinin desteğini alarak BM gündemine taşıma gayretinde olmuşlardı. 

Mehmet Emin Buğra bey Türkiye'ye yerleştikten sonra yine basım yayım işlerine devam etmiş, önce "Türkistan" akabinde ise "Türkistan'ın Sesi" dergilerini çıkartmıştı. 1952 yılında yayımladığı "Doğu Türkistan'ın Coğrafi Durumu, Dünü ve Bugünü" adlı çalışma halen Doğu Türkistan üzerine araştırma yapacakların baş ucu kaynağı hüviyetini taşımaktadır. 

15 Haziran 1965 tarihinde Ankara'da son nefesini verene kadar Doğu Türkistan davasını ulusal ve uluslararası toplantılarda savunan, yazdığı makale-kitaplar yanında, katıldığı toplantılarda sunduğu bildiriler ve uluslararası arenada söz sahibi ülke ve teşkilatlara gönderdiği yazı ve raporlarla Doğu Türkistan'ın yılmaz savunucusu olduğunu haykırmaktan bir an bile geri durmamıştır. Buğra beyin hayatı incelendiğinde, görülecek tek hakikat bir hayatın nasıl ve ne gaye ile yaşanması gerektiğine dair örneklerle doludur. Davasından ödün vermeyen Buğra bey, bilhassa 1931 öncesi dönemde Doğu Türkistan'da maddi varlığı iyi olan ailelerden olmasına rağmen, milli mücadelelerde sadece servetini harcamakla kalmamış, birçok defa yaralanmış, dahası kardeşlerini de bu mücadeleler esnasında kaybetmiştir. 

"Mevzubahis vatansa gerisi teferruattır" sözünün hem fikri hem de fiili uygulayıcısı olan Buğra bey, vefat ederken geriye maddi bir servet değil, herkesin ibret alması gereken, çileli ama bir o kadarda gurur duyulacak bir hayat hikayesi bırakmıştır. Yeni neslin okuyup örnek alacağı, dahası almak zorunda olduğu bir lider olan Mehmet Emin Buğra beyi, nam-ı diğer Hazretim beyefendiyi, 54. vefat yıldönümünde tekrar saygı ve hürmetle yâd ediyorum. Bedenen aramızdan ayrılmış olsalar da fikirleri, yazdıkları ve söyledikleriyle 35 milyonluk Doğu Türkistanlı Müslüman-Türk evladı var oldukça, Mehmet Emin Buğra ile dava ve kader arkadaşları Dr. Mesut Sabri Baykozi ve İsa Yusuf Alptekinler de yaşamaya devam edecekler, yaktıkları meşaleler, Çinlilerin bütün kinleriyle üflemelerine rağmen, söndürülemeyecektir. 1930'lu yıllarda yakılan o meşale inanıyorum ki, bundan önce olduğu gibi bundan sonra da, ışımaya devam edecektir.

*Son dönemlerde Şarki Türkistan Tarihi adlı eserin Türkiye Türkçesi'ne kazandırılması için akrabası, benim de yüksek lisans öğrencim olan Abdullah Oğuz'un yoğun bir mesai harcadığını bilvesile paylaşmak isterim. Bu yaz tatilinde inşallah eser Türkçe olarak da basılmak üzere hazırlıkları tamamlanmış olacak.
OGÜNhaber