Vahşeti yaşatan, mağduru oynadı, oynamaya da devam ediyor…

11 Eylül 2001 tarihinde ABD’de İkiz Kulelere yapılan saldırı ile dünya terörle mücadelede yeni bir terminoloji ile karşılaşmış ve bu durumdan azami ölçüde istifade etmek isteyen Çin Komünist Parti (ÇKP) yönetimi Doğu Türkistan’da yıllardır uyguladığı dini, milli ve kültürel asimilasyona meşru bir mazeret oluşturabilmek için Doğu Türkistanlıları sözde 'radikal terörizmin' bir parçası olarak lanse etme gayretine girişmiştir.

2003-2009 yılları arasında bu ikircikli siyasetinde başarılı olduğu görülen ÇKP yönetimi, "teröre karşı global mücadele" yasa tasarısının 2003 yılında BM'de kabul edilmesinden sonra Doğu Türkistan'da sıkı bir yönetim takip etmiş, dünya üzerinde Doğu Türkistan ile alakalı birçok sivil toplum hareketi ve teşkilatını da bu kapsamda değerlendirerek terörle irtibatlandırma çabasına girişmiştir.

Çin'in "teröre karşı global mücadele" yasa tasarısına BM'de verdiği desteğin asıl gayesinin dış dünyada Doğu Türkistan diasporasını terörle irtibatlandırmak, Doğu Türkistan'da ise devlet eliyle uygulama sahasına koyduğu tedbirlerin uluslararası kamuoyu tarafından eleştirilmesini önlemek amaçlı siyaseti 2007 yıllı itibariyle dikkat çekici bir hal almış, bu durum 5 Temmuz 2009 tarihinde Urumçi'de meydana gelen olaylarda net bir şekilde anlaşılarak yeni bir dönemin başlangıcına sebebiyet vermiştir.

5 Temmuz 2009 Urumçi Olayları

Sözde radikal Uygur terörüyle mücadelede ÇKP politikalarına hizmet eden ve artan radikal önlemlerine katkı yapan en önemli olaylardan birisi Doğu Türkistan'ın başkenti Urumçi'de 5 Temmuz 2009 tarihinde gerçekleşmiştir. Aslında Urumçi olaylarının fitilini 26 Haziran 2009 tarihinde Çin'in Guangdong eyaletindeki bir oyuncak fabrikasında, Çin resmi makamlarının açıklamalarına göre iki, bölgeden alınan haberlerde ise onlarca Uygur gencinin linç edilmesini Urumçi’de protesto etmek isteyen kişilere karşı yapılan orantısız güç kullanımı ateşlemiştir. Protestonun terör amaçlı olduğunu iddia eden Çinli yetkililerden güç alan güvenlik güçleri ve onların desteklediği paramiliter Çinli göçmenler, Urumçi sokaklarında Uygur avına çıkmış, insan aklı ve havsalasının almakta güçlük çektiği vahşetler yaşanmasına sebep olunmuştur.

Çin medyasına göre çatışmalarda 46'sı Uygur olmak üzere 184 kişi hayatını kaybetmiş, 1680 kişi yaralanmış, 1434 kişi ise tutuklanmıştır. Çin Haber ajansı tarafından Uygur göstericilerin yüzlerce aracı ateşe verdiği, 14 ev ve 200'ü aşkın dükkânı tahrip ettiği iddia edilmiştir. Doğu Türkistan mahalli idarecilerinin açıklamalarında ise olayların Rabia Kadir liderliğindeki Dünya Uygur Kurultayı tarafından provoke edildiği iddialarına yer verilmiştir.

   

Olayların patlak vermesine sebep olan Guangdong eyaleti ve 5 Temmuz 2009 olaylarına dair görüntü

Olaylardan sonra bölge internet erişimine kapatılmış, telefon hizmetleri sınırlandırılmıştır. Bölgede gece sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş, paramiliter Çinli göçmenlerin insanlık dışı davranışlarının çığırından çıkması üzerine bölge polisi Çinli ve Uygur mahalleleri arasında koridorlar oluşturmuştur. Paramiliter Çinlilerin koridorları geçerek kendilerine saldırdığını ifade eden Uygurlar, 6 Temmuz'da hem Guandong vahşetini hem de paramiliter Çinlilerin vahşiliklerini protesto etmek amacıyla bir gösteri düzenlemiştir. Olayların tırmanması üzerine Urumçi'ye 20.000 takviye Çinli asker gönderilmiş, Çin Devlet Başkanı Hu Jin-tao, 8 Temmuz'da, G8 zirvesi için bulunduğu Roma ziyaretini keserek Pekin'e dönmüştür. Olayların Kaşgar'a sıçraması üzerine Çinli yetkililer, 10 Temmuz'da yabancı habercilerin şehri terk etmelerini istemiştir. 10 Temmuz'da Urumçi'de Cuma namazının yasaklanması tepkileri arttırmış, bunun üzerine bazı camilerde ibadete izin verilmiştir. Namaz sonrasında olayları protesto etmek isteyenlere müdahale edilmiş ve birçok kişi gözaltına alınmıştır. İki Uygur, 13 Temmuz'da Urumçi polisi tarafından vurularak şehit edilmiştir.

Olayın ciddi boyutlarda bir katliama dönüşmesine başta BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği olmak üzere birçok devlet başkanı tepki göstermiş lakin Çin, her konuda olduğu gibi, Urumçi katliamı konusunda da Doğu Türkistan'ın dış dünya ile bağlantısını keserek istediğini yapmaya devam etmiştir.

Olaylara İslam İşbirliği Teşkilatı, Beyaz Saray sözcüsü Robert Gibbs, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Fransa Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Eric Chevallier, İsviçre Dışişleri Bakanlığı, Japonya Dışişleri Bakan Yardımcısı Mitoji Yabunaka, Uluslararası Af Örgütü’nün Asya-Pasifik Yardımcı Direktörlüğü görevini yürüten Roseann Rife, İnsan Hakları İzleme Örgütü tepki göstermiştir.

Dönemin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan demecinde Doğu Türkistan'daki olayların vahşet boyutuna vardığını, bir an evvel engellemesi ve sorumlularının adalet karşısına çıkarılması gerektiğini belirtmiştir. Erdoğan ayrıca olayı Türkiye'nin geçici üyesi olduğu BM Güvenlik Konseyi'ne taşıyacaklarını duyurmuştur. Erdoğan, Türkiye'de başbakanlık düzeyinde bir ilki gerçekleştirerek, İtalya'da düzenlediği basın toplantısında Doğu Türkistan'da yaşananlar hakkında "adeta bir soykırımdır" ifadesini kullanmıştır.

Yaşananlardan net olarak anlaşılacak husus; ÇKP yönetimin Doğu Türkistan'da tam bir asimilasyon gerçekleştirmek üzere devlet eliyle sistemli bir siyaset takip ettiği gerçeğidir. Çin resmi makamlarının olaylara dair verdiği rakamların gerçeği yansıtmadığı, aslında katledilen insanın 2.000'in üzerinde olduğu, olaylarda tutuklanan birçok kişiden aradan geçen 11 yılda halen daha haber alınamadığı, 2020 yılı dünyasında insanlığın yüzkarası sözde eğitim kamplarına giden sürecin 5 Temmuz Urumçi olaylarıyla startının verildiği anlaşılacaktır.

Hak aramak, nümayiş yapmak, haksızlığı ifade etmek, keyfi uygulamaların ortadan kaldırılmasına adına atılan her adımı terörle ilişkilendiren ÇKP yönetimi, bugün itibariyle bölgenin demografik yapısını değiştirmek, topluma önderlik edebilecek her bireyi potansiyel suçlu görmek, gelecek nesillerin dini ve milli kimliklerini tamamen unutturmak, daha vahimi çocukları tam bir Çinli olarak yetiştirmek gayesiyle devlet eliyle insanlık suçu işlemektedir.

5 Temmuz Urumçi olayların perde arkası aslında ÇKP yönetimin kendi halkına iç düşman olarak propaganda yaptığı Doğu Türkistanlılara karşı Çin toplumunun cinnet geçirme halidir. 1,5 milyara yakın nüfusunu mankurtlaştırmadan idare edemeyeceğini çok iyi analiz eden ÇKP yönetimi iki düşman belirlemiş, bunlardan ilki büyümelerini çekemeyen ABD ve işbirlikçileri, ikincisi ise dış düşmanın oyununa gelebilir diye ödünü koparan Doğu Türkistan. ÇKP yönetiminin toplumda korku iklimi ve düşmanlık tohumları eken gayr-i insani politikaları, maalesef iki toplumu bir araya gelinmesi mümkün olmayan iki düşman haline getirmiş, ÇKP yönetimi ise mankurtlaştırılan toplumu görmekten haz almış, istediğini yaptığı ve yapmaya devam ettiği bir düzen kumuştur.

5 Temmuz Urumçi katliamının 11. yılında zalim Çin yönetimi yetkililerini ve işbirlikçi paramiliter güçlerini tekrar kınıyor, uluslararası insan hakları teşkilatlarını bölgede yaşanan insan hakları ihlallerini ortaya çıkarmaya ve sorumluların cezalandırılmasına dair ivedilikle hareket etmeye davet ediyorum.

OGÜNhaber