Önce 11-13 Haziran 2021 tarihleri arasında İngiltere’nin Cornwall şehrinde ABD, Kanada, İngiltere, Almanya, İtalya, Fransa, Japonya ve AB’nin temsil edildiği G-7 zirvesinde, akabinde 14 Haziran 2021 tarihinde de Belçika’nın başkenti Brüksel’de NATO zirvesi gerçekleştirildi. Her iki zirvenin, Afganistan merkezli, Türkistan coğrafyası ile ilgili kısmını değerlendirmek, Türkiye’nin önündeki seçenekleri görmek adına da önem arz ettiği kanaatindeyim.
Çok farklı yorumlar yapılsa da kanaatimizce her iki zirvenin en önemli kısmını Çin ve onun dünyayı tehdit eden yayılmacı politikalarına karşı yeni stratejiler geliştirmeye yönelik fikirler oluşturmuşa benziyor. Bu anlamda bilhassa G-7 zirvesinde ele alınan Çin’in tehdit olduğu düşüncesine Avustralya, Güney Kore ve Hindistan’ın imza atması, bunun yanında Rusya’ya mesaj verilmesi önümüzdeki dönemde Afganistan merkezli yeni mücadele sahasının Türkistan olacağını göstermektedir. Bu anlamda G-7 kararlarını NATO’nun teyit ettiği de söylenebilir.
Şahsi kanaatim 2030-2035 yılları Yen Dünya düzeninin kurulacağı tarihlere işaret etmektedir. Son yıllarda yaşanan hareketliliği de bu minvalde değerlendirmek yerinde olacaktır. Türkiye’nin bu süreçte onca haksız eleştiriye ve çevrelenmek istenmesine rağmen, NATO merkezli bir siyaset takip etme arzusunu yerinde bulmaktayım. Zor oyunu bozacaksa ve bir eksen kayması yaşanmadan, NATO’da kalarak, ülkemiz üzerine oynanmak istenen oyunları bozmanın daha akıllıca bir strateji olduğu kanaatindeyim.
Bununla birlikte Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın, Afganistan’dan Eylül 2021 tarihine kadar bütün askeri birliklerini çıkartacak olan ABD’nin yerine Kabil Havaalanının güvenliği noktasındaki çıkışını ve beklentilerini de yerinde olduğu kadar jeo-stratejik açıdan da önemsemekteyim.
Günümüze kadar Afganistan’a girmiş her devletin başarısız olarak oradan çıkmak zorunda kalması, Türkiye’nin de peşinen başarısız olacağı anlamı taşımadığını söylemek yerinde olacaktır. İşgalci güçlerin geçmişte yatığı akıl-almaz stratejik hatalardan şahsen Türkiye’nin gerekli dersleri çıkardığı kanaatindeyim. Bu kanaatimi güçlendiren ise Sayın Cumhurbaşkanımızın, Afganistan’da kalma stratejisini açıklarken, Türkiye olarak, Pakistan’ı ve Macaristan’ı da orada görmek istediklerine dair ifadeleri, Türkiye’nin Afganistan meselesinin çözümü noktasında ödevine iyi çalıştığını göstermektedir.
Türkiye’nin önümüzdeki süreçte sadece Kabil havalimanının güvenliğinin sağlanması noktasında değil, bölgede her geçen gün Taliban eliyle işgal edilen Güney Azerbaycan topraklarının da terörden arındırılması adına yeni bir konsept ile yürürlüğe konulacağını öngörmek mümkün. Afganistan’da Pakistan’ı dışarıda tutarak Taliban ile mücadele etmenin imkansızlığını görmüş olmak bile çok önemli bir stratejik kazanımdır. Macaristan’ın ise Türkiye’nin öncülüğünde bölgede varlığı bana 21. yüzyılın Türk asrı olma ihtimali açısından ayakları yere basan doğru bir stratejinin uygulanmakta olduğunu göstermektedir.
Yine şahsi kanaatim başta ABD olmak üzere Batı dünyasının 2002 sonrası Afganistan işgali ve “renkli devrimler” ile Türkistan coğrafyasında yaptıkları, bölge ülke idarelerinde ve halklarında büyük hayal kırıklıkları meydana getirmişti. Bu hayal kırıklıkları zaten ABD’nin bir nevi bölgeden kovulması anlamına gelecek zor bir dönem yaşamasına neden olmuş, trilyon dolarlara varan desteklemelere rağmen Afganistan’da bırakın istikrarı sağlamayı, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan gibi ülkelerden ABD’nin kovulması anlamına gelecek fiili durumlarla karşılaşılmıştı.
Bütün bu olumsuzluklarda Türkiye’nin bölgedeki hem ırki hem de dini açıdan kardeş pozisyonu bölgede istikrarın ancak ve ancak Türkiye eliyle sağlanabileceği gerçeğini ortaya koymaktadır. Tabi ki hele de Pakistan’ın da işin içine katmak isteyen Türkiye’nin Afganistan’da olmasını, başta Çin olmak üzere Rusya ve İran da istemeyecektir. Putin-Biden görüşmesi sonrası Putin’in Afganistan’da olmak istemesini Biden ile görüştüğünü ifade etmesini bu açıdan değerlendirmek yerinde olacaktır. Çin’i hiç saymıyorum çünkü henüz 2 hafta önce basına yansıdığı kadarıyla Çin, Afganistan’da olmak için Kabil yönetimiyle dirsek temasına geçmiştir.
Kesin olan şu ki Rusya’nın içinde bulunduğu ekonomik durum ve eski gücünden uzak olması yanında ABD’nin 2002 sonrası Afganistan başta olmak üzere bölgedeki itibarının neredeyse yokluğu Çin’in bölgede boş alan bulmasına, Kuşak Yol Girişimi ile de bölgeyi bir nevi peyki haline getirmeye yönelik yayılmacı siyaset gütmesine ortam hazırlamıştı. Çin’in yayılmacı siyaseti, Kuşak Yol Girişimi bağlamındaki faaliyetleri, borç tuzağı stratejisi, Srilanka, Cibuti, Myanmar, Pakistan ve Afrika ile Latin Amerika’da yaptıklarının çok ötesinde Doğu Türkistan’daki soykırım boyutuna varan ağır insan hakları ihlalleri, aslında insanlığın bir Çin Komünist Parti tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu göstermektedir.
Türkiye’nin geçmişten dersler çıkardığı anlaşılan yeni Afganistan konseptinde Çin’in bölgeye sokulmaması, inanıyorum ki sadece Afganistan, bağımsız Türk devletleri, Pakistan veya Keşmir’in Çin tehlikesinden kurtulmasına değil aynı zamanda Doğu Türkistan probleminin çözümüne de katkılar sağlayacaktır. Bu durumda ayrıca Hindistan ile ilişkilerin Pakistan-Hindistan çekişmesindeki Keşmir sorunu yüzünden heba edilmeden sürdürülebilir bir düzlemde devam ettirilmesinin önemi de hatırdan çıkarılmamalı.
Anlaşılan Yeni Dünya düzeninde var olmak sadece içeride başarılı olmakla mümkün olmayacak, bilimde, teknolojide, sanayide, ekonomide, kültürde, sanatta, edebiyatta başarılı olmak yanında dış politikada da sınır aşan strateji ve faaliyetlerde de başarılı bir şekilde bulunmayı gerektirecektir. Şahsen Türkiye’nin bu vizyona sahip bir devlet olduğuna, son yıllarda devlet aklının iç ve dış politikada görünür olması sebebiyle, inancımı kuvvetlendirmektedir. Yaşanılabilir bir dünya için Türkiye sahada aktif bir aktör olmalıdır ve bu yolun başlangıcını da Afganistan oluşturmaktadır.