Son 10 yıldır her Ramazan ayında olduğu gibi, bu Ramazan ayında da Doğu Türkistan'da vicdanları sızlatacak onca vahim olay yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor.
Müslüman olmanın terörist olmakla eşdeğer tutulduğu, işgal edilmiş bir vatandan bahsediyoruz. Toplu iftarların, teravih namazlarının yasaklandığı, sahur için lambaların yakılmadığı bir Ramazan ayı daha geride kalmak üzere.
İnsanların oruç tutup tutmadıklarını anlamak için gündüz vakti içki içme seremonilerine şahit olduğumuz atayurdumuzda, Ramazan ayına yönelik bir dizi yasakların despot Çin devleti tarafından uygulamaya konulduğu hususu da konuya ilgi duyanlar tarafından büyük endişe içerisinde takip edilmektedir.
Oruç tutmanın, namaz kılmanın, camiye gitmenin ve bilumum dini vecibelerin yerine getirilmesinin şarta bağlandığı kadim Türk-İslam beldesinde yaşananlara düçar olmanın manasını anlayabilenlerin ve bu gayri insani durumlara karşı empati yapabilen devlet, kurum, kuruluş ve insanların bir elin parmaklarını geçmediğini görmek ise acı bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.
Uzun yıllardır Doğu Türkistan'da yaşananların başta ülkemiz kamuoyunda öğrenilebilmesi adına, imkansızlıklar içerisinde, bir mücadele verdiğimizi takip edenler bilmektedir.
Lakin onca yaşanana rağmen meselenin başta ülkemiz kamuoyunda yankı bulmamasını ise hayretler içerisinde izlemekteyim.
Aklıma takılan ve cevabını bulamadığım husus, acaba Doğu Türkistan'da daha neler yaşanmalı ki, mesele kamuoyu tarafından gündeme getirilsin, devletler nezdinde ve uluslararası teşkilatlar tarafından takip edilsin.
Sevgili dostlar, Doğu Türkistan'ın bir Arakan, bir Kudüs veya bir Suriye kadar gündem oluşturamamasının sebepleri nelerdir sorusuna inanın cevap bulamıyorum.
Şayet zulme maruz kalanların gündem olabilmesi için müslüman olmaları aranıyorsa Doğu Türkistanlılar müslümandır.
Veya;
Zulme maruz kalanların gündem olabilmesi için Türk olmaları aranıyorsa Doğu Türkistanlılar Türk'tür.
Hatta;
Zulme maruz kalanların gündem olabilmesi için insan olmaları aranıyorsa Doğu Türkistanlılar insandır da.
Peki nedir bu vurdumduymazlığın, bu kafalarımızı kuma gömmemin, kulaklarımızı tıkanmanın, gözlerimizi kapamamızın sebebi?
Daha ne yaşanmali ki, 30 milyonu mütecaviz Müslüman-Türk insanı, Türk-İslam dünyasında görmemezlik geliniyor, o mazlum ve mağdur halka karşı "üç maymun" oynanıyor, kafalar kuma gömülüyor?
Daha da acı olanı ise İslam İşbirliği Teşkilatının konusu "Müslüman coğrafyalarda Müslümanlara karşı yapılan zulüm ve hak ihlalleri" olan toplantısında Doğu Türkistan'ın hiç mi konuşulmamış olmasıdır.
Avrupa Parlamentosu milletvekillerinin çoğunluğunun imzasıyla Doğu Türkistan'da yaşananların tel'in edilmesini veya ABD'nin "Kamplardaki Doğu Türkistanlılar Ramazan Bayramını evlerinde geçirmeli, Doğu Türkistanlıların dini inanç ve yaşantılarına Çin yönetimi saygı duymalıdır" açıklamalarını okuyunca hiç mi sıkılmıyor, utanmıyoruz?
Bunca yaşanılandan sonra iki kelam etmekten imtina edenlerin, Doğu Türkistanlılara hangi yüzle bakabileceklerini merak etmiyor değilim.
Hani "müminler kardeştir" hükmü, hani nerede zulüm varsa ona karşı olma prensibimiz?
Yoksa Doğu Türkistan'da yaşayanların dini İslam değil mi?
Bu şartlar altında bu akşam Kadir gecesini ve üç gün sonra da Ramazan Bayramını kimler huşu içerisinde idrak edecek bilemiyorum ama, benim vicdanım, hiç mi hiç rahat değil.
Utanmalıyız, başımızı kaldırmamalıyız diyebilenlerin, vicdanı, insani, dini ve milli görevimizi yerine getirmek için birşeyler yapmalıyız diyebilenlerin Kadir gecesini ve Ramazan Bayramını tebrik ediyor, zulmün pervasızca sürdürüldüğü coğrafyalarda huzur ve sükunetin sağlanmasına vesile olmasını diliyorum.