24 Şubat 2020’de Suriye coğrafyasının neden önemli olduğuna dair bir yazı yazmıştım.
Yazının başlığı Kisssinger’in diplomasi duvarına yazdığı “Mısırsız Savaş Suriyesiz Barış Olmaz” şeklinde idi.
Ve yazıya Suriye uzmanı İrlandalı araştırmacı-yazar Patrick Seale’in "Suriye üzerinde doğrudan hâkimiyet sahibi olunmadıkça hiç kimse Orta Doğu'yu kontrolü altında tutamaz." tespitiyle başlamıştım.
Genel itibarla son 15 yıldaki,
Özelde ise son günlerdeki gelişmelere bakınca bu tespitin ne kadar doğru olduğunu ve güncelliğini koruduğunu görüyoruz.
Bu yazımda, İsrail perspektifinden “Aslında ne oldu?” sorusunu cevaplamaya ve gelişmeleri yorumlamaya çalışacağım.
İlk tespit:
Netenyahu İsrail’in başbakanıdır.
Ama İsrail Devleti’nin hakimi değildir.
Pek çok ülkede,
Tıpkı Amerika ve İngiltere’de olduğu gibi İsrail’de de farklı bir “Devlet İnisiyatifi” vardır.
Siz, buna ister “üst akıl” deyin ister “devlet aklı” deyin ister “derin devlet” deyin…
Bir de İsrail Devleti için avantaj; Netanyahu için dezavantaj olan başka bir derin realite var.
Küresel sisteme hakim olan ve yeni bir dünya düzeni hedefleyen “Akıl ve Güç Sahipleri”, “Düzenin Hakimleri” var.
Küresel boyutta olan bu sistematiği pek çok yazımda anlatmaya çalışmıştım.
“En üsttekiler” diye vasıflandırabileceğimiz bu organizasyonda Yahudiler ve İsrail’in güvenliğini esas alanlar da var.
Bunlar sadece Ortadoğu merkezli değil küresel bazlı güç sahibidirler.
Bunlarla Netanyahu’nun kesiştiği belki de önemli tek bir nokta var:
İsrail Devleti’nin, Ortadoğu ve dünya Yahudilerinin güvenliği…
İşte bu ittifak noktası aynı zamanda yöntemsel farklılaşma noktasıdır.
Nedir?
Netenyahu, “İsrail Devleti’nin güvenliği” referansıyla kasıp kavururken aynı zamanda kendi siyasal güvenliği ve iktidarının da daimiyeti cihetinde bir siyasal faydacılık da gözetiyor.
Diğerleri ise sadece “İsrail Devleti’nin güvenliği”ni esas alıyor.
Onlara göre Netenyahu veya başka bir Başbakan görevde kalsa da kalmasa da çok önemli değil.
İşte bu esastan hareketle,
Netenyahu bir plan yaptı ve geçen yıl 7 Ekim’de yaşanan Hamas Saldırısı ile birlikte harekete geçti.
Sonrasında yaşananlar hepinizin malumu:
Gazze saldırısı,
Hamas liderlerinin yok edilmesi,
Hizbullah’ın çökertilmesi,
Lübnan saldırıları,
Ve son tahlilde Suriye…
Buraya kadar tamam.
Ama iş Suriye’ye gelince az önce bahsettiğim, büyük resmi görebilen üst organizasyon devreye girdi.
Netenyahu’ya “Sen, şimdi artık biraz dur/Devlet referanslı kişisel siyasetin buraya kadar!” dendi ve taa en başından beri hazır olan ve sadece “İsrail Devleti’nin güvenliğini” esas alan bir senaryo sahneye sürüldü.
Neden?
Çünkü Suriye konusu sadece Suriye’den ibaret değildir ve Netenyahu’nun siyasetine/kişisel istikbaline kurban edilemeyecek kadar önemlidir.
O birileri, Netenyahu’nun iktidarda kalabilmek için savaş pedalını çevirmek zorunda olduğunu ve bunun için de her şeyi yapabileceğini iyi biliyordu.
Dur, denilmezse önü alınamayacak/öngörülemeyecek boyutta bir kargaşa oluşabilir ve o birilerinin ana hedefine yürüyüşünde aksaklıklar çıkabilirdi.
Bu yüzden, inisiyatif Netenyahu’dan alındı ve şöyle bir süreç başlatıldı:
—Esad’ın devrilmesi ve Yeni Suriye’nin oluşması için Türkiye ile/Türk devlet inisiyatifiyle görüşmeler yapıldı,
—Netenyahu’nun kullanmak istediği “Kürt Kartı” konusunda Türkiye’ye güvenceler verildi,
(Kanımca, Cumhurbaşkanımız “İsrail’in hedefinde Türkiye var.” derken de aslında “Netenyahu’nun hedefinde…” demek istiyordu ama lisan-ı hükümet öyle bir söylemselliği gerektiriyordu.)
—HTŞ denen örgüt her şekilde harekat için hazırlandı,
—Herkes Lübnan ve Hizbullah’ın elimine edilmesine odaklanmışken İsrail Hava Kuvvetleri -belki de ABD uçakları marifetiyle- Suriye’deki stratejik noktalar vurularak Rejim güçlerinin beli tamamen kırıldı,
—Rusya’nın sürece herhangi bir şekilde müdahil olması engellendi,
—Ve malum, 12 günlük Esad’ın devrilmesi süreci başladı ve süreç bitirildi…
“Peki, İsrail’in Golan Tepelerinde ilerlemesi, Suriye’nin hava ve kara askeri güçlerini bombalaması ve Şam’a 25 km kalana kadar yaklaşması neyin nesi oluyor?” diyebilirsiniz.
Söyleyeyim:
Netenyahu’ya sus payı,
Yani bir nevi “Hadi, görünür bir şeyler yap ve İsrail siyasetine mesajını ver.” lütfudur.
Bu düzenin sahiplerinin de işine gelir zaten.
Çünkü görünmez faydası onlara olacak; görünür antipatisi Netenyahu’ya kalacaktır.
Şunu da belirteyim:
Tüm olanlara rağmen Netenyahu’nun başbakanlığının uzun soluklu olmayacağını,
Yakın zamanda/mesela 2025 yılı içerisinde biteceğini düşünüyorum.
Savaş olgusunun böyle bir algısal etkisi var; yaşanan savaş, Netanyahu için zafer gibi görünse de/lehine güç edinimi sağlasa da, bu kazanım uzun soluklu olmayacak ve aslında Netenyahu iktidarının ömrünü kısaltan bir etki oluşturacaktır.
Bu yüzden de,
Netenyahu için zafer gibi görünen Esad’ın devrilmesi sürecinin, Netenyahu iktidarının bitişini de hazırladığı kanaatindeyim.
Türkiye böyle bir atraksiyona neden girdi, neden karşı çıkmadı veya istese nötr kalamaz mıydı?
Arkadaşlar!
Devir değişse de,
Küresel koşullar/paradigmalar ve hatta haritalar da değişse,
Ortadoğu çerçevesinde anlam ve önemi değişmeyen üç ülke/üç coğrafya var.
Türkiye/İran ve Mısır…
Bu realiteden hareketle,
Bazen iki kötüden birini,
Veya daha az hasarlısını tercih etmek gerekebilir.
Çünkü muhatap olunan “Güç ve Akıl” bir şekilde ve gerekirse “Kırk katır mı kırk satır mı?” dercesine seni buna mecbur eder.
Aslında iyi değerlendirilebilir/doğru zamanlama yapılabilir ve uygun refleks sergilenebilirse bu süreçlerden kazançlı da çıkılabilir.
Suriye konusunda yaşananlar ve Türkiye’nin bu şekilde konumlanmasının nedeni tam da budur…
Bir diğer husus:
Onlarca yazımda bahsettim,
Ne Rusya ne Yunanistan ne Irak ve hatta ne de İsrail…
Türkiye’nin bu bölgedeki en büyük hasmı/rakibi ve tehlikesi İran’dır.
Türk Devlet refleksi ve Türkiye’deki milliyetçi damar da bunun çok iyi farkındadır.
Belki garip gelebilir ama Türkiye milliyetçiliğinin lideri Türkeş’in de ana yaklaşımı böyle idi.
Geçmişi inceler ve irdelerseniz görürsünüz ki Türkeş’in Kürtlere dair belirgin etnik ayrımcı bir yaklaşımı hiç olmamıştır.
Ama İran’ın, nasıl bir tehlike olduğu konusunda tespit ve tavırlarını konuya müzahir olanlar iyi bilir.
Bu tespiti yaptıktan sonra,
Bahçeli’nin “Öcalan Çıkışının” neden ve niçin olduğunu, Türkiye’nin pozisyonuna nasıl bir katkı sağladığını ve büyük resme cuk diye oturduğunu görürsünüz.
Sonuç:
Kim ne derse desin,
Suriye’de ortaya çıkan yeni kompozisyon, küresel bir güç ve aklın ürünüdür.
Bunu derken de HTŞ gibi/Suriye Milli Ordusu(SMO) gibi güçleri ve Suriye sosyolojisinin direniş ve isyanını asla küçümsemiyorum. Sadece başat faktörün belirleyiciliğine dikkat çekiyorum.
Suriye’de yaşananlar İsrail güvenliğini de sağlamak içindir ama Netenyahu’ya rağmen yaşanan bir durumdur.
Suriye konusunda Türk Devleti ve Erdoğan doğru bir pozisyon almış ve ülkesel menfaatlere uygun konumlanmıştır.
Türkiye’nin Suriye konusunda durduğu nokta İran’a karşı elini güçlendirmiştir.
Netenyahu ise yakında gidicidir…
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.