Yaşasın “Çukurambar Müslümanlığı”…

Mütevazi, samimi, vefakar bir Anadolu ailesini çocuğu idi.

Kıt kanat geçinirlerdi.

Ailesi, “Aman oğlum/kızım okusun bizim çektiklerimizi çekmesin, memur olsun devletten bir maaşı olsun” derdi.

Çocuklar da gerçekten gayretliydi.

Hem tarlada, ahırda, tırpanda çalışır ve hem de okulunu aksatmazlardı.

Üniversite sınavına girdi ve güzel bir okul kazandı.

Herkes gıpta ediyor ve kendi çocuklarına örnek gösteriyordu.

Sonra vakit geldi ve 302 marka otobüsle İstanbul’a, üniversiteye yola çıktı.

Dev gibi bir şehir…

Uzun zaman şaşkınlığını üzerinden atamadı.

Fakat aynı cefakarlık, çalışkanlık ve “Anadolu insanı ruhu” aynen devam etti.

Ailesinden edindiği muhafazakar yaklaşımı ve ahlaki öğretiyi de hiç ihmal etmedi.

Samimi, dürüst ve kanaatkardı.

Milli Görüş ekseninde bir aileden gelmesi hasebiyle namazını, orucunu da hiç aksatmadı.

Haram-helal, kul hakkı, rüşvet-yolsuzluk, beyt-ül mal konusunda oldukça hassastı.

Hem çalıştı hem okudu.

Okulunu bitirdi ve iş sınavlarına hazırlandı.

Kazandı sonra…

Ailesinin hayali gerçek olmuş ve o artık devlet memuru idi.

Muhafazakar ve orta halli bir semtte kirada oturuyor, ortalama bir maaş alıyor ama ailesine de yardım ediyordu.

Muhannete muhtaç olmadan güzelce geçiniyordu.

Kendisi de ailesi de çok mutlu ve huzurlu idi.

Biraz para biriktirince ailesinin de uygun gördüğü aynı kasabadan bir kızla evlendi.

Karısı ancak liseyi bitirebilmiş, daha ötesine gidememişti.

Huzurlu bir aile olmuşlardı. Her şey çok güzeldi.

Sonra bir de çocukları oldu.

Adam karısına sadakatla bağlı, evine helal kazanç konusunda hassas ve yaptığı işin hakkını vermek için oldukça gayretkardı.

“Bir de Doğan araba aldık mı her şey daha güzel olur. Bayramlarda memlekete kendi aracımızla gideriz” diyordu, derdi hep…

Gelirleri çok değildi ama inanın her şey o kadar güzel ve mutluluk vericiydi ki; dillerinde sürekli bir şükür ve hamd vardı.

Kıyafeti azdı ama temizdi.

Hatta indirimleri takip eder, taksitle en uygun olan yerlerden alışveriş ederdi.

Anadolu insanı olmanın mahcubiyeti, hep vardı yüzünde…

Zaman zaman yüzüne samimi bir utanma bile hakim olurdu…

İşini yaparken bir vatandaş gelmişti bir defasında, “Benim işimi hemen yap ve eksikleri görme, sana şu kadar para vereyim” demişti.

Sinirden çıldırmış, adamı kovmuş; durumu amirlerine bildirmiş ve bu olay nedeniyle günlerce uyuyamamıştı.

Karısına anlatınca; “İyi etmişsin, bize de bu yakışırdı. Allah bize haram lokma nasip etmesin” demişti.

Sonra iktidar değişti.

O ana dek ortalama bir memuriyette çalışan bu Anadolu çocuğu yükselmeye başladı.

Şube müdürü olunca hala aynı ve yaşam tarzında değişen pek bir şey yoktu.

Sonra daire başkanı oldu ve hafiften havaya girmeye başladı.

2007’ler sonrası yıllarca ortalama bir görevde olan bu kişi artık Genel Müdür idi.

Hayat kendisine yepyeni ve büyük fırsatlar sunmaya başlamıştı.

Devir değişmiş, devletin ipleri kendi ellerine geçmişti.

Artık bugüne kadar kendisine yöneticilik yapan “ehli dünya” düşünsün idi.

Çünkü ne dese yapılıyor ne söylese emir telakki ediliyor; o ana dek konuşurken yüzü kızardığı ‘Sosyetikler’ kendi önünde “Genel müdürüm, Genel müdürüm” diye reverans yapıyordu.

Temsil edilen makama olan saygıyı kendi kişiselliğiyle özdeştiriyor; “Ben neymişim behhh…” diyecek bir havaya giriyordu.

Onun bu hali ev hayatına da yansımaya başlamıştı.

Eşine çocuğuna fazla bir vakti kalmıyordu.

Çünkü –sözüm ona- o çok çalışıyor ve tüm vaktini memleketi için harcıyordu.

Maaşı da artmış ama ek gelirler de başlamıştı.

Milyon TL’lik evraklara imza atıyor ve bal tutan parmak gibi, parmağını yalamaktan imtina etmiyordu. Ve üstelik bunu kendisine bir hak olarak görmeye başlamıştı.

Kiradan çıktı kendisine yeni bir ev aldı.

Doğan marka aracı değiştirmekle kalmadı eşine de araba aldı.

Eşinin ehliyeti yoktu ama sorun değildi. Çünkü parası vardı ve basar parayı onu da alırdı. Zaten tüm sürücü kursları filan emrindeydi.

Sonra Ankara’da bir görev verildi. Artık memleket için iyice vazgeçilmez makamlarda idi. 

Daha Ankara’ya gelmeden Çukurambar semtinde evi hazırdı. Çünkü “Yeni Nesil Müslümanlar”ın tercihi hep buradan yana idi.

Kendisinden önce karısını gönderdi; eve bakmak için.

Hanımefendi dekorasyonu filan beğenmedi. “Her şeyin yenilenmesini istiyorum” dedi.

Kadının bu tavrına önem bile vermedi. “Hallederiz sorun yok” diyerek ve yüksek limitli kredi kartını işaret ederek; istediğini değiştir ve al dedi.

Çünkü bir iki yıldır kendisine sevgili yapmıştı ve çocuklarının annesi kendisini meşgul etmesin, yeterli idi.

Giderler artmıştı ve sürekli yeni gelirler gerekiyordu.

Çocuklar da özel okullara gidiyordu, çünkü.

Hatta bir gün samimiyetini kaybetmemiş birisi dostu sorunca; “Bu kadar imam hatip açıldı, neden oraya göndermiyorsun” diye.

“Param var, imkanım var tabi ki özel okula yollayacağım” demişti.

Ama bazen sıkıntı da baş gösteriyordu. Adamın sevgilisinden eşinin haberi olmuştu.

Karısı yeni oluşturduğu Çukurambar Müslümanlığı çevresiyle lüks cafelerde “gün” yaparken konuşuyordu.

Hatta o konuşunca, filanca müsteşarın, falanca vekilin eşleri de hemen söze girip; “Benim kocam da benim kocam da…” demeye başlamışlardı.

Daha üst görevdekilerin eşlerine kocalarını şikayet ediyorlardı.

Ama nafile…

Çünkü şikayet ettiklerinin de hali pür melali pek farklı değildi.

Ama yine de ses çıkartmıyorlardı.

Çünkü onlar da, konforlu, lüks ve debdebeli hayata kavuşmuşlardı ve bundan kim vazgeçmek isterdi ki…

Artık popüler trend “Çukurambar Müslümanlığı” idi.

Artık evlerde yapılan ve gerçekten samimi ve mutasarrıf ‘gün’ler sona ermişti.

Artık herkes bir diğerine gol atacak şekilde hep biraz daha lüks mekanlarda sırasını savıyordu.

Artık ‘gün’lere toplu ulaşımla filan değil; birbiriyle yarıştırılan son model araçlarla gelinmesi günüydü.

Koca ise halinden memnun. Karısından ses seda yok. Cebi dolu ve uçkur tatmini had safhada.

Yapılan lüks rezidanslardan bir tane de sevgiliye almış. Hayatını yaşıyor.

Tabi ya; Müslüman da zengin olmalı, dünya nimetlerinden istifade etmeli, değil mi.

Samimi dostlar kenarda, para ve haz sunanlar revaçta…

Geldiği makam ona lütuf değil, kendisi o makama gelerek devlete lütfeder konumda.

“Yahu arkadaş ben özel sektörde çalışsam buradaki maaşımın on katını alabilecekken gitmiyorum ve bu görevi sürdürüyorum” diyerek devlet ve millet kıymetimi bilsin havasında…

Hatta “ben olmasam kurum batar” diyecek kadar da iddialı…

“Ama kardeşim lüks araca biniyor, rezidansta yaşıyorsam ne olmuş yani, gece gündüz devlet için çalışıyor, vallahi tatile bile gidemiyorum”, sözleri dilinden düşmüyor.

“Biz bu noktaya nasıl geldik bir bilseniz… Ne acılar çektik ne kadar çok eziklendik, şimdi sıra bizde” şeklindeki refleksler amatör ruhunu dumura uğratmış.

Ama tüm bunlara rağmen dilinde besmele ve buğulu sesle selamun aleyküm söylemi, yüzünde sonradan oluşan sakal-bıyık, üzerinde bilmem kaç dolarlık takım elbise, altında lüks araç ile çelişkilerin alasını yaşar ama öyle güzel meşruiyet verir ki; eleştiren olarak, sen kendini suçlarsın.

“Yahu adama bak, gece gündüz çalışıyor, ülkemiz üst düzey ülkeler kategorisinde. Biz ise adamla ilgili neler söylüyoruz. Valla bizde utanma yok” diyecek hale gelirsin.

Nereden nereyeeeeeee….

1990’larda üniversiteye gelen Anadolu çocuğunun yerinde yeller esiyor.

O mütevazi Anadolu ailesi çocuğu artık bir yamyam…

Alev Alatlı’nın tabiriyle; “Ok Musti Türkiye tamamdır” noktası…

Kahrolsun Anadolu mütevaziliği…

Yaşasın Çukurambar Müslümanlığı…

(“Vefa” İstanbul’da, Çukurambar da Ankara’da bir semttir…)


Kemal Tahir der ki;
"Çürüdük hepimiz… Çürüdüğümüzün farkına varmadan çürüdük!"


Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.
OGÜNhaber