“Ey İnsanoğlu…
Ne diye böbürlenip duruyorsun !
Doğumun bir damla su,
Ölümün bir avuç toprak değil mi…?” der Şems-i Tebrizi…
Unutuyoruz…
Faniliğimizi, acizliğimizi, zayıflıklarımızı unutuyoruz.
Hastalığı, yokluğu ve özellikle ölümlü olduğumuzu unutuyoruz.
Ömrümüzü nihayetsiz sanıyoruz.
Hırslarımız, emellerimiz, bitmek bilmez isteklerimiz esir alıyor hayatımızı.
Özgürlük adına esirleşiyoruz, farkında bile olmadan.
Dünyevi şeyleri hiç unutmuyoruz ama unutmamamız gereken ebedi alemi hatırlamaktan kaçıyoruz.
Peygamberimiz buyurur ya; “hiç ölmeyecek gibi dünyaya, hemen ölecek gibi ahirete çalışın” diye.
Hadis’in ilk kısmını öyle iyi yapıyor ve her an aklımızda tutuyoruz ki…
Ama ikinci kısmı,
Hak getire…
Ancak, ölmeyeceğini sandığımız birileri ölünce hatırlıyor, birkaç gün sonra da “hırs boyunduruğundaki” esarete devam ediyoruz.
Halbuki etrafımız ibretlik hadiselerle dolu.
Hastaneler, hapishaneler, kabristanlar bizi uyarıyor,
İkaz ediyor,
Ey insan, kendini ölümsüz ve hastalıksız sanma,
Vazgeçilmez değilsin,
Dünya imtihan dünyası, sen ise daimi aleme hazırlık yapmakla mükellefsin diye….
Ama biz unutuyoruz…
Her dem dünya diyoruz.
Sarılıyoruz dünyaya, saldırıyoruz başkalarına, sarmalıyoruz dünyalıkları…
Halbuki doğarken neydik, ölürken ne oluyoruz…
Dünya senin olsa ne olur ki…
Olacağımız bir avuç toprak.
O kadar,
Ötesi var mı veya ötesini gören-yaşayan olmuş mu…
Bir müfessir der ki; “ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fani dünyada bırakacaklarına da ehemmiyet verme”
Biz ne yapıyoruz…?
Hiçbir şey…
Yaptığımız tek şey unutmak, kaçmak, ve faniliği yok saymak.
Yaptığımız, güneşe gözümüzü kapatıp, gece oldu demek.
Halbuki mezarlıklar kendini vazgeçilmez sananlarla dolu…
Ölmez denilen, olmaz denilenler neredeler şimdi…
Yahu, tükrüğümüz boğazımıza kaçıyor da nefes alamıyoruz.
Ölecek gibi oluyoruz.
Kudretimiz işte bu kadar…
Bir nefesçik...
Bu kadar aciz ve zavallıyız, Yaradan nezdinde…
Ama hırslarımız, arzularımız, emellerimiz…
Aman Allahım…
Dünyayı alsak doymaz, Ay ve güneşi de isteriz,
Mal mülk elde ederiz; hep daha fazlası fazlası deriz,
Makam mevki elde ederiz; olmaz daha yukarısı deriz,
Sürekli gelecek planları yapar; gün bugünkü gündür, saat bu saat diyemeyiz.
Gelmemiş geleceği dizayn ederiz.
Halbuki yarına çıkmaya garantin var mı, ey insanoğlu…
Ama unutuyoruz…
Allah’ın verdiği enva i çeşit hasletlerimizden ziyade hep “unutmak” yetimizi kullanıyoruz.
Kendi acılarımızı bile unutuyoruz.
Başkalarının acılarını bazen duymuyoruz bile…
Yardım etmiyor; “Allah yardım etsin” diyoruz.
Yardım istiyoruz ama isteyenden nefret ediyoruz.
Adalet diliyoruz ama adaletten uzak duruyoruz.
Zulüm kötü diyoruz ama zulmetmekten utanmıyoruz.
Din, İman, itikat diyoruz ama “iyi insan” olmayı unutuyoruz.
İnanıyoruz ama inandığımız gibi yaşamıyoruz.
Çünkü unutuyoruz, unutuyoruz…
Hayatın espirisini, faniliğini ve birgün biteceğini unutuyoruz.
Hasta olmadan hastalığı, ölüm gelmeden ölümü, cezalandırılmadan cezayı hatırlamıyoruz.
Şükür etmeyi unutuyoruz,
Nelere sahip olduğumuzu unutuyoruz; hep gözümüz yukarılarda ve komşunun tavuğunda…
Ekmeksizleri unutup, yediğimiz ekmeğe şükretmiyoruz.
Hastaları görüp, sağlığımıza şükretmiyoruz.
Ölümlere bakıp, yaşadığımıza şükretmiyoruz.
Çünkü biz, nihayetsiz ve baki bir hayat sahibiyiz sanki…
Unutuyoruz unutmamamız gerekenleri…
Ama unutmuyoruz; isteklerimizi, arzularımızı, emellerimizi…
Çünkü biz, hiç ölmeyeceğiz ya…
Çünkü biz mezara girmeyeceğiz ya…
Bir de korkarız, kendimizden olmayan herkesten.
Hatta korkarız, kendimizden bile…
Madde kaplamış her tarafımızı…
Mana ikliminden nasipsizleşmişiz.
Maneviyatımız lafta sadece…
Karşılık bekleriz, herşey ve herkesten…
Menfaat dünyası işte deriz sonra, sorumsuzca…
İşimize gelmezse, “Musa önümüzde Kızıldeniz’i açsa” oradan yürümeyiz.
“Hazreti İbrahim için gönderilen koyunu pazarda satsak” onu kar sayarız.
Aklımızı, ruhumuzu esir ederiz; özgürleştiğimizi düşünürken aslında…
Hırs ve emellerimizle prangalarız kendimizi, kendi ayaklarımızdan.
Basit yaşamak ne güzeldir halbuki…
Yarın ölecekmiş gibi…
“Ondan geldik ve yine Ona gideceğiz” diyerek…
“Dünya bir misafirhanedir, bizler ise onda az kalacak ve daimi aleme lavazımat tedarikle mükellef acizleriz” diyerek…
Ve; yanımızda, yöremizde, kendimizde hastalıkları, ölümleri unutmayarak ve halimize şükrederek yaşamak, ne kolay aslında…
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.