Ülkenin zaman kaybına tahammülü, artık 'hiç' yok..

Bu sıkıntılar 2018’de yaşanan “kur krizi” ile zirveye ulaştı.

Acil önlemler paketine geçilmesi gerekiyor; ekonomi gecikmeksizin yapısal reformlar istiyor.

Neden bu hale geldik kısmına şimdi girmeyeceğim.

Çünkü “şu şundandı, bunun nedeni bu idi, iktidar şunu yapmasa muhalefet böyle etmese idi” gibi tartışmalar artık laf-ı güzaftan öteye geçmez.

Zaman kaybına tahammül olmayan bir noktadayız.


Ama buna rağmen 31 Mart Seçimleri öncesi adımları atamadık.

Seçimden hemen sonra dedik,

Artık sorunların beklemeye tahammülü yok ve kronikleşen problemler kangrene dönüşme eğiliminde.

Seçim oldu bitti…

Ama hala itirazlar, sayımlar, sen-ben kazandın/kazanamadın kısır tartışmaları sürüp gidiyor.

Adeta çocuk kavgası gibi…

Bir tarafta dev gibi sorunlar, diğer yanda ise kayıkçı kavgası kâbilinden vakit kaybı.

Türkiye 31 Mart’ı artık geride bırakmak zorunda.

Kim nereyi kazandıysa kazandı, kaybettiyse kaybetti; bunu tartışmayla geçirecek zamanımız yok ve kalmadı.

Geldiğimiz noktada tablo şu;


• Enflasyon yüksek,

• Büyüme durmuş, küçülüyoruz,

• Dolarizasyon artıyor; TL dolar karşısında sürekli değer kaybediyor,

• Cari açık dağ gibi karşımızda duruyor,

• İşsizlik sürekli artıyor, istihdam geriliyor,

• Bütçe açığı azalmıyor, kamu borç stoğu artan bir seyir izliyor…

• Tüm bunların ötesinde en önemlisi ekonomiye dair “beklenti ve psikoloji” negatife dönmüş halde.

• Mevcut durumda ekonomi yönetimi ve yapması muhtemel icraatlar ve vaad edilen reformlar bu beklentiyi pozitife döndürecek algı ve olguyu yaratabilecek “sahicilik” gösteremiyor. Ama zaman kaybı konusunda cömertiz.

• Halbuki her geçen gün çözüm zorlaşıyor ve beklentinin olumluya dönme ihtimali azalıyor.

• Bilindik ve popüler ekonomik göstergelerde kötüleşme ve bunun enflasyonist etkileri; yani bilindik söylemle, zamlar halinde vücut bulması psikolojiyi gün be gün kötüleştiriyor.

Sayın Cumhurbaşkanı’nın olaya bir an evvel el koyması şart.

Rusya seyahati ekonomi ve Suriye konusunda olumlu gelişmeleri kapsıyor.

Fakat “beklenti” olumsuz olduğu için olumlu gelişmelerin etkisi göze görünmüyor.

Yapılması gerekenler…

• Ekonomi ve siyasi reformlar birlikte yapılmalıdır. 2002’den 2010’lara kadar gösterilen reflekslerin revize edilerek sahneye sürülmesi şarttır.

• Demokratikleşme ve hukukun yeniden tesisi,

• Küresel konjonktörün incelenip irdelenmesi ve uluslararası ekonomi ve finans piyasalarıyla uyumlu, herkesçe kabul görecek bir ekonomi yönetimi ve ekonomik reform paketi ve buna harfiyen riayet,

• Kamu kesiminden başlamak üzere şeffaflık ve güven tesis ederek “beklentiyi” olumluya çevirebilecek toplumsal psikoloji oluşturacak adımlar,

• Tarım, hayvancılık ve gıda konusunda acil ve radikal adımlar,

• Dış politika ve diplomatik sorunların çözüm odaklı yaklaşımla minimize edilmesi, akıl ve akılcılığın esas alındığı adımların radikal şekilde atılması,

Zaman hızla geçiyor…

İktidarın yerel seçim sendromundan ivedilikle çıkması şarttır.

Halk seçimde bazı ikazları yapmış olsa da; iktidara % 52’lik destekle güven tazelemiş ve adeta “bırak herşeyi, seçim polemiklerini bitir ve sorunlarımızı çöz” kredibilitesini sağlamıştır.

Herkes herşey yazmaya başladı.

Seçim öncesinde uyarı ve ikaz mahiyetinde yazı yazanlara yönelik linç yaklaşımı içinde olanlar bile bugün kalkmış; “şöyle yapıldı böyle oldu, şunlar yapılmasa İstanbul, Ankara kaybedilmezdi. Biz söylemiştik, etmiştik” filan kabilinden söylemleri bolca dillendirilmeye başlandı.

Geçin beyler, bayanlar geçin bunları…
Ülkenin bunlarla kaybedecek zamanı kalmadı.
Şimdi çalışma ve çözüm bulma vaktidir.
Kimin haklı/haksız olduğunun bir önemi yok.
Çünkü bu tartışma kısır döngüden öteye geçmez/geçmiyor.

Cumhurbaşkanımızın Rusya’dan dönüşü ve G20 Maliye ve Hazine bakanları toplantısı sonrası radikal adımların geleceği kanaatindeyim.

Cumhurbaşkanı’nın içinde bulunduğumuz durumun vahametinin farkında olduğunu ve zaman kaybına müsaade etmeyerek çözüm odaklı süreci başlatacağını düşünüyor ve inanıyorum.

Çünkü yerli ve yabancı ekonomi çevrelerinin ve aktörlerinin de gözünün yapılacak reformlarda, alınacak önlemlerde ve atılacak adımlarda olduğunu kendisi de çok iyi biliyor.

Olayın çözümünün yerli ve yabancılarda oluşan “negatif beklentinin” olumluya dönmesinde olduğunun çok iyi farkında.

Yoksa sömürgenin uç beyi IMF denen acı gerçekle yüzyüze kalabileceğimizi ve bunun beklenti algısına daha da büyük darbe vuracağını hepimizden iyi biliyor.

Ve Cumhurbaşkanı’mızın basiret ve ferasetiyle ülkemizi IMF ile yeniden bir angajmana girdireceğini sanmıyorum ve düşünmüyorum.

Dünü tartışarak bugünün sorunlarını çözemeyiz.

Demirel’in dediği gibi; “dünün güneşiyle bugünkü çamaşırı kurutamayız

O nedenle de gün bugünkü gündür demeli, sorunlarımızı ertelemeden, kaçmadan, inkar etmeden, çözüme odaklanmalıyız.

Aksi takdirde negatif olan koşulların daha da kötüleşmesi ve kronikleşen sorunların çözümsüzleşmesi mukadderdir.

Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.
OGÜNhaber