Ramazan ayında, İstanbul ve başka pek çok şehirde iftar ve sahurlarda bir araya geldim.
Bayramın bir kısmında beraber oldum.
İzmir’de buluştum, konuştum, sohbet ettim.
Her şey konuştuk.
Gencecik dimağlarda akıl ve akılcılığın gençlik enerjisiyle buluşumunu gördükçe tebessüm ettim.
Gözler ışıl ışıldı hep.
Güncelin umutsuzluğuna hapsolmayan bir umut coşkusu vardı.
Mücadeleyi, muhakemeyi, sorgulamayı ve pes etmemeyi gördüm, gözlerinde.
Soruyorlardı sürekli bir şeyleri, her şeyi.
Bazen sıkıştığımı bile farkettim.
Nüansları pas geçmiyorlardı.
“
Beylik-klişe” söz ve söylemlere itibar etmeyen canlı bir arayış refleksi vardı.
Önyargıların hakim olduğu günümüz Türkiye’sinde önyargısızca gerçeği arıyorlardı.
Saygısızlık yoktu; muhalefetlerinde.
Yapıcılık esastı; fevri ve kabına sığmayan enerjilerinde.
Yerelden evrensele bakan bir ufuk vardı; sorularında, söylediklerinde.
Devlete sadakat temelliydi; küresel perspektifleri.
Evrensele bakarken unutmuyorlardı; yerel ve milli değerlerini.
Üniversal bakışları esir almıyordu; vatan-millet-devlet-bayrak-ezan olgu ve algılarını.
Neler neler anlatıyor, soruyordu genç beyinler…
Birisi, Erdoğan’ın bizim pas geçtiğimiz bir cümlesini farkındalığımıza sunuyordu.
Bir başkası, CHP’nin CHP’liliğinin kalmadığını.
Diğer biri yenilik, yenileşme ve “
Küresel Güç Türkiye”den bahsediyordu.
Geri kalmışlık sendromu yok.
ABD ve Batı’yı büyük gören, yenilmişlik önkabulünden uzak; özgüven ve “
başarırım” inancı hakimdi.
“
Siyaset büyüklerin işidir” klişesini yokediyorlardı; siyasilerden daha makul ve mantıklı söylemleriyle.
Ekonomiye dair düşünce ve konuşmaları takdire şayan idi.
Yıllarca siyaset ve ekonominin içinde yer almış birisi olarak ilgiyle dinledim, anlattıklarını.
Bazen “
ben bile geride kalmışım galiba, bunlar aşmışlar” dediğim oldu.
Bilindik söz ve söylemlerin ötesine geçen analitik bir bakışla anlatıyorlardı; düşünce ve gözlemlerini.
Dinledikçe adeta aydınlandığımı hissettim.
Düşünmediğim noktaları düşünmeye başladım.
Adeta kendimi sorgular hale geldim.
Yeni gelen neslin bu saygılı ama sorgulayıcı, heyecanlı ama akılcı, zeki ama bilgili hali beni çok çok ümitlendirdi.
Sloganik milliyetçi değillerdi.
Kaba kuvvetten uzak, yapıcı eylemselliği esas edinen, bilgiye sahip ve aynı zamanda bilgiye aç bir kuşaktı karşımdaki.
Mutlu mutlu tebessüm ediyordum ama bir yandan da derin derin düşünüyordum.
“
Biz sizin yaşınızdayken…” diye başlayan cümleler kuramayacağımız kadar aydın ve akıllı bir gençlikle yüzyüzeyiz.
Artık, ata-dede kalıplarıyla siyaset yapılmayacağı ve değerle aklı birleştirerek yürümemiz gereken bir süreçteyiz.
Bu gençlikte; takım tutar gibi parti tutan, siyaset yapan ve tarafgirlik hissi olan sürec bitmiştir..
Ama ne yazık ki; bundan bihaberiz.
Hala geleneksel, ama “
sözde değer yargıları”yla dizginlemeye ve kategorize etmeye çalışıyoruz bu genç beyinleri.
Yok yok…
Bu, kabına sığmayan, soran, sorgulayan ve aklı önceleyen bu nesle galiba yetemiyor, yetişemiyoruz.
Değişim, dönüşüm, tecrübe ve gençlik harmanlamasında gecikiyoruz.
Artık siyasette, gençliği dolgu malzemesi gibi, siyasi bir done olarak göremeyiz, görmemeliyiz.
Buna mecbur ve mahkumuz.
Aksi takdirde, bu gençlik bizi siyasi emekli edecektir.
Ülkemizde yaş ortalaması 29.
Hem, genç nüfus olsun deyip, hem de gençlerin enerji, dinamizm ve birikimine mutabık ve muvafık olamazsak; -ki olamıyoruz şuanda maalesef- bu gençlik bir şekilde kendini farkettirecek.
Ama bu süreç sıkıntılı da olabilir.
En iyisi mi; gençlik-tecrübe birleşimini devletin, siyasilerin, yetkililerin ve hatta ailelerin acilen farketmesi şarttır.
Artık sorgusuz teslimiyetçilik dönemi bitmiştir.
Teknolojiyi, bilişimi, bilgiyi her şekilde edinen ve uygulama aşkıyla yanan bir nesil gelmiş, geliyor.
“
Ama neden” diyen, “
niçin” diye soran ve “
nasıl”ı arayan, gerçeklik algısıyla hareketi esas alan bir jenerasyon var.
Devletime ve devletlülere sesleniyorum.
Ailelere sesleniyorum.
Dayatmayın, zorlamayın, buyurganlık etmeyin.
Gözünüzü açın, bakarken görün ve nasıl bir kuşakla karşı karşıya olduğumuzu farkedin.
Bizler geçmiş ve bugünüz, ama çocuklarımız gelecek.
Atatürk’ün dediği gibi; devletimizin bekası ve muasır medeniyet seviyesine çıkmak için “
muhtaç olduğumuz kudret gençlerin damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”
Artık bunu görelim, farkedelim.
Halil Cibran’ın dediği gibi;
“
Siz yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar.
Çünkü hayat geriye dönmez, dünle de bir alışverişi yoktur.
Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil.
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil.
Çünkü ruhları yarındadır.”
Lütfen çocuklarımıza, gençlerimize, evlatlarımıza onların sahipleriymişiz gibi davranmayalım.
Onların düşünceleri yokmuş gibi, düşüncelerimizi vermeye çalışmayalım.
Onlara saygımızı gösterelim, birey olduklarını fark edelim, fark ettirelim ki; onlar özgüven ve saygıyla geleceğe yürüsün ve kaygısız yarınlarımız olabilsin.
Çünkü bu gençlik Yahya Kemal’in sözüne uygun; inançlı, azimli, milli ve evrensel, geçmişini unutmadan geleceğe yürüyen; “ne harabi ne harabati, kökü mazide olan bir ati”dir.(Ne harap ne de harabe, kökü geçmişe dayanan bir gelecek)
İyi ki, gençlerle oldum.
İyi ki, onlarla sohbet ettim.
Artık umutluyum, güçlüyüm, kaygısızım ve ümitvarım.
Hamdolsun Rabbimize ki; bize pırıl pırıl, kıpır kıpır, akıllı ve akılcı, dinamik ve zinde nesil nasip etmiş.
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.