Şu kopan fırtına Türk Ordusudur Ya Rabbi,
Senin uğrunda ölen Ordu budur Ya Rabbi,
Ta ki, yükselen ezanlarla müeyyed namın
Galib et, çünkü bu son Ordu'sudur İslamın.
26 Ağustos 1922 de Büyük Taarruz başlayınca Yahya Kemal bu şiiri yazar Türk Ordusu için…
Ne güzel söylemiş büyük şair, ne güzel ifade etmiş ordumuzu bu sözleriyle…..
Merhaba Sevgili Ogün haber okurları, yeni bir haftada daha sizlerleyiz. Bu hafta sizlere Yahya Kemal’in de yazdığı gibi o hiç vazgeçemeyeceğimiz Türk Ordusunu işleyeceğiz, Bir Portre’de…
Anadolu’da hala Ordumuz için “Peygamber ocağı” tabiri kullanılır, gençler askere giderken hepimizin gördüğü, gözlediği gibi davullu zurnalı törenle yollanır, hatta kimi yerlerde askere gönderilen gençlerimizin ellerine kına yakılır. Hepimizin malumudur, ele avuca gelmeyen, bıçkın hatta biraz da anne babaya asilik gösteren kimi evlatlarımız için “sen hele bir askere git gel de görürüz, bu serseriliğin kalır mı?” denir. Bütün bunlara bakınca askerlik bizde sadece silahlı bir savunma ve saldırı öğretisi değildir, daha ötesi bir eğitim-öğretim müessesesi olarak vücut bulmuş, beynimizde böylesi özel ve önemli bir nitelikte yer etmiştir.
Balkan Harbi, Trablusgarp savaşı, I. Cihan Harbi gibi çok büyük savaşları geride bırakan Anadolu, yorgunluğuna, bitkinliğine bakmadan cansiperane bir şekilde Kurtuluş Savaşını başlatmış, Atatürk’ün büyük önderliğinde bu mücadeleyi kazanarak, Türkiye Cumhuriyeti’ni tesis etmiştir. Bu sürece gelinirken de bu milletin ordusuyla hemhal, bir ve beraber hali, ülkemize saldıran tüm ülkelere örnek olmuştur. Kocasını, evladını; Balkan savaşında, Yemen’de, Birinci cihan savaşında kaybeden vefakar Türk kadını yılmamış, pes etmemiş Kurtuluş savaşında, askerine mermi taşıyarak bizatihi kendisi yer almıştır. Bizdeki asker, ordu fikri bu derece asildir, özeldir ve ruhumuzla iç içedir.
Devletimizin kuruluşundan sonra Kurtuluş savaşımızın komutanları, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu unsurları olarak da, devlet ve siyaset adamı konumunda ülkemize hizmet etmişlerdir. Fakat 1950’lerden sonra, kurucu dinamikler yerleştikçe, Ordu dününü unutan fonksiyonlar icra eder hale gelerek, halkın iktidarları yönetime geldikçe “Askeri darbeler, muhtıralar, bildiriler vb.” tarzlarda ülke gündeminde olmaması gereken şekillerde yer almaya başlamışlardır. “Silahlı kuvvet” olmanın da verdiği bir “güçlülük” psikolojisiyle sık sık kendilerini siyasi alana müdahale etme göreviyle mücehhez olmuşluk şeklinde algılamaya başlamışlardır.
1960 darbesi, 1971 muhtırası, 1980 askeri darbesi, 28 Şubat 1997 post modern müdahalesi ve özellikle de 2002 yılındaki seçimlerden sonra ortaya çıkan ve hiç de sempatik gelmeyen ve günümüzde “Ergenekon, balyoz vb. gibi isimlerle anılan” müdahale çalışma ve planlarıyla asli fonksiyonlarından ne kadar uzaklaştıklarını maalesef ki gördük, görmekteyiz.
Ordumuzun bu tarzdaki müdahale düşünce ve planları, sivil alanı dizayn etme istekleri, ve biraz da toplumsal-siyasal alana yukarıdan ve eleştirel bakan küçümseyici bakışı, bizatihi nadide kalması gereken kendi bünyesini çok yıpratmıştır. Bu düşünce ve yaklaşım ordumuzu asli fonksiyonundan uzaklaştırırken adeta zaaflarıyla başa çıkamayan bir halde görünür konuma sürüklemiştir. Bu yaklaşım; böylesi büyük bir gövdenin içine kurt girdirmiş ve bu mehabetli, yüce unsuru içerden kemirmeye başlamış ve sonunda maalesef günümüzdeki duruma getirmiştir. Her ne kadar, hiç şık, zarif ve istenmeyen şekilde olsa da, günümüzde görsel ve yazılı basına yansıyan orduya dair gizli kalması gereken konuşma ve görüşmeler ordunun “Bağırsaklarının temizlenmesi” olarak algılanabilir. Özellikle Eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’in de teyit ettiği söylemleriyle dile getirdiği şeyleri bir nevi otokritik olarak görmemiz gereken şeylerdir diyebiliriz. Çok güzel bir deyim var; “ su bulanmadan durulmaz “ diye; ordudaki , özellikle son 10 yılda ortaya çıkan ve bugünlerde zirveye ulaşan eylem, söylem ve karmaşa görünen durumları da, bu söze uygun bir yansıma olarak görebiliriz.
Şimdiye dek maalesef ki Ordumuz kendi içindeki hataların, aksaklıkların, eksikliklerin izole edilmesi için pek de gerekeni yapmamış “kol kırılır yen içinde kalır” deyiş’imizi, gövdeyi kemiren kurtları temizlememek anlamında idrak edercesine hareket etmiştir.
Ama artık bu andan itibaren yapılması gereken millet olarak, devlet olarak, siyasiler olarak kısaca bu ülkedeki herkes olarak; Orduya sahip çıkılmasıdır. Özellikle de bu ülkenin birlik beraberliğine kastetmeye çalışan içteki kemirgenlere ve dıştaki akbabalara karşı “kol kırılır yen içinde kalır “ sözünün asli anlamıyla hareket etmeliyiz. Bugüne kadar olmamış olanı başarıp siyaset-ordu ittifakı içinde yüce ordumuzu asli yapısına kavuşturmaya çalışmalı, eksikleri gidermeli, hasarları onarmalı, zararlıları ortadan kaldırmalı ve içinde bulunduğu demoralize durumdan en kısa zamanda kurtarmalıyız. Çünkü bu ordunun temeli “asker-millet el ele” felsefesidir. Artık gerek ordu kurmaylarımız gerekse de siyasi irademiz, birlik beraberlik içinde karşılıklı komplekslerinden arınarak kurumsal gerekliliklerimizi asli boyutuyla tesis etmelidir. Ordumuzun komuta kademesi, sivil-siyasi elite müstehzi bakışından vazgeçmeye çalışarak, sivil iradeye güven sağlamalı ve sivil irade de orduyu kendisine darbe yapmaya hazır bir kurum olarak düşünme endişesinden kurtulmalıdır.
Sivil-siyasi iradenin de, ordunun da koruması gereken bir devletimiz var ve bunun ne büyük bir nimet olduğunu bu ülkedeki herkesin öncelikle yeniden fark etmesi lazımdır. Libya’da, Suriye’de, Lübnan’da, Mısır’da vb. gibi yakın coğrafyamızda yaşananlar, kurumsallaşmış ve tarihi devlet geleneği olan bir ülke olmanın ne büyük bir kazanım olduğunu hepimize yeniden hatırlatmalıdır. Libya’da ordu, Kaddafi’nin ordusu, Suriye’de ordu Esad’ın ordusudur, çünkü o liderler gidince ordusu da harap olmuştur, olmaktadır ve olacaktır. Ama bizim ordumuz Türk ordusu olarak bilinir, ismi de zaten Türk Silahlı Kuvvetleri olarak söylenir.
Bizim ordumuz Türk milletinin ordusudur ve bu ülkedeki herkesin görevi bu yüce devleti ve bu devletin ordusunu ( Yahya Kemal’in yukarıdaki şiirinde vasfettiği) korumaktır, kollamaktır. İçeride kısır kavgaları bir yana bırakıp, devletimizin kıymetini bilerek, müesses bir devlet yapımızın olduğuna şükrederek, kurumlar arası çatışmaları bir yana bırakıp asli vazifemizi, görevlerimizi görmemiz gerekmektedir. Çünkü bir ateş çemberindeyiz adeta..
Bu ülkedeki herkesin gözünü açıp, silkelenip, kendine gelip bu ülkenin, bu devletin tüm kurum ve kuruluşlarına sahip çıkması ve sahip olduklarımızın ne büyük değerler olduğunu yeniden düşünmesi gerekmektedir. Günümüzde ülkemiz artık ataletten silkinmiş, ayağa kalkmıştır , kendisine büyük hedefler koymuş, bölgemizde devlet geleneği oturmamış pek çok ülkeye “model devlet” olma yolunda büyük bir güçle yürürken; bizlerin kısır çekişmeleri bırakarak ufka bakma vaktimiz gelmiştir
Bundan sonra Ordu gerçek işleviyle hemhal olarak kendi içini hiç gocunmadan, halının altına süpürmeden, büyük bir ciddiyetle temizleyecek, sivil irade de ordumuzun eski mehabetli ve satvetli günlerine kavuşması için her türlü maddi manevi desteği sağlayacaktır.
Çünkü;
Başka devletimiz yoktur… Başka ülkemiz yoktur, başka ordumuz yoktur…. Bizim dostumuz da yoktur, tarihin her döneminde olduğu gibi tarihsel yalnız’ız biz…..
Evet tıpkı Yahya kemalin dediği gibi;
“Bu kopan fırtına Türk ordusudur Ya rabbi…. Senin uğrunda ölen bu ordudur Ya rabbi”
dediğimiz günlerin anısına, o günlerin ruhuyla, o günlerin inancıyla, o günlerin azmiyle, asker-sivil el ele, asker-millet el ele, olmak istiyoruz. Bir diğerimizden korkmadan, çekinmeden, severek, inanarak, bir ve beraber olarak, tefrikalardan uzak, ihtilafsız, ittifak içinde, koyduğumuz büyük hedeflere, büyük adımlarla ilerlemek istiyoruz….
Bu haftada sizlere o hiç vazgeçmemizin mümkün olmadığı kan damarımız Türk Ordusu'nu bir çırpıda dilimiz vardığınca dünü ve bugününe dair düşüncelerimizle kaleme aldık. Ben acizane kendi duygularımı paylaştım. Eleştiri yada beğeni sizin kararınız. Haftaya yeni Bir Portrede buluşmak üzere sağlıcakla kalın sevgili okurlarım.