Tesadüflere inanmam ve burnuma pis kokular geliyor..

Mesela; İstanbul Sözleşmesi…
2011 yılında imzalanmış ve hatta İstanbul’da imzaya açıldığı için "İstanbul Sözleşmesi" denen ve "kadına şiddet-aile içi şiddet"in önlenmesine dair yasal düzenlemeye mehaz ve kaynak oluşturan sözleşme…

Bayramdayız gerçi ama; bayram değil seyran değil, eniştem beni neden öptü misali; 2011’den beri dur, bekle ve bir anda bu sözleşmenin fecaat olduğunu, bağımsızlığımıza, dinimize, milliyetimize, soyumuza sopumuza halel getireceğini söyle…

Yahu ne oldu arkadaş,
Bunu ülkenin ana konusu yapmaya sebep, ne oldu…
Biri bana söylesin, ben de aydınlanayım.
Bana ilginç geliyor,
Soru işaretleri üşüşüyor,
Kimse kızmasın ve alınmasın ama ben bunun arkasında başka şey olduğunu düşünürüm.
Bir diğer konu:
Ayasofya ibadete açılıyor.
Gayet güzel ve oldukça takdire şayan bir durum.
86 yıllık bir özlemin realizasyonu.
Ama gündeme gelen tartışma böylesi bir icraatı gölgede bırakıyor.
Kimseyi zemmetmiyor, eleştirmiyor, tarafgir olmadan diyorum ki;
O hutbe daha geniş yelpaze oluştursaydı,
Ayasofya’nın açılışına dair beyanatlar polemikten uzak tutulsaydı,
Osmanlı ve Cumhuriyet'in karşı karşıya getirilmesine meydan verilmeseydi,
Atatürk'le Lanet'in yanyana getirilmesine fırsat verilmeseydi; daha iyi olmaz mıydı…
Peki bunu ben düşünüyorum da konuya müdahil kurum ve kişiler düşünemiyor mu,
Söylenen sözlerin, açıklamaların nereye varıp nasıl sonuçlar doğuracağını akledemiyorlar mı…
Fatih Vakfiyesinin münderecatının detayları ve böylesi bir içerik içermediği bilinmiyor mu idi..!
Ben bu noktada da, soru işaretleriyle hemhalim.
Kimse kızmasın ama kafam karışıyor.
Ve tüm bu tartışmalı konuların doğurduğu kargaşa, karmaşa ve tartışmalar iktidarı ve Erdoğan’ı yıpratmaya dönük geliyor nedense bana…

Ve dahi; "içeriden içeriden" bir "komplo" kokusu geliyor burnuma…
Bir duyumum mu var..?
Hayır…
Ama deneyim, tecrübe ve okumalarım bana bunları düşündürtüyor.
Siz de;
"Aslında ne oldu, ne oluyor,
Bu tartışmalar kimin işine yarıyor ve kime zarar veriyor.." sorularını sorun.
Sorun ki; soru işaretlerimin boşuna olmadığını siz de göreceksiniz.

Üç devlet, üç büyük İstihbarat Örgütü ve üç Başkan…

ABD ve CIA; başkanı Gina Haspel
İngiltere ve MI6; başkanı Richard Moore
Fransa ve DGSE; başkanı Bernard Emié
Eeee… ne yani; dediğinizi duyar gibiyim…
Üçü de en az üç yıl Türkiye'de bulunmuş üç insan,
Çok iyi Türkçe konuşabilen üç insan,
Türkiye'de ciddi "dostluklar" kurmuş üç insan…
Biri İngiliz, biri Fransız, biri de Amerikan…
Tıpkı tekerlemedeki gibi değil mi…
"Tesadüftür yahu, tesadüf" dediğinizi duyar gibiyim; "kedidir kedi" der gibi…
Hadi Fransız'ınki tesadüftü,
Hadi diyelim; CIA'nın başına geçen Gina da…
Ama bir de MI6 olunca….
Üstüne üstlük  kendisine "How are you Peskov" diyen Cumhurbaşkanımıza; Türkçe "iyiyim…" diyen Putin'in basın sözcüsü Peskov'u görünce, kartvizitinde "ikinci el mobilya satıcısı" yazan Al Capone'yi hatırlamadan edemedim.

Al Capone der ki;
"Bir adamı sabah gördüğümde tesadüf olarak kabul ederim, öğlen aynı adamı bir daha görürsem kuşkulanırım.
Akşam karşılaştığımızda tereddütsüz silahımı çekip vururum.
Tesadüflere inanmam."

Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.

OGÜNhaber