Çünkü Türkiye, "komşularla sıfır sorun" denen diplomatik süreçte, ful sorunlu hale gelmişti.
Bu yaklaşım değişimiyle Kasım-2015’de uçak düşürülmesi sonrası sıfırlanan Türk-Rus ilişkisi Yıldırım’ın Başbakanlığa gelmesinin ikinci ayında uzlaşmayla sonuçlandı.
Hakeza 2010 senesinde İsrail’le ilişkileri sıfırlayan Mavi Marmara krizi de sonlandırıldı.
Her iki adımla Rusya ve İsrail ilişkileri normalleşme yoluna girmişti.
Başbakan Yıldırım; Türkiye'nin normalleşme sürecinin Irak, Mısır ve Suriye gibi ülkeleri de kapsayacağını belirterek, dış politikada yeni bir sayfa açılacağı mesajını veriyordu.
Fakat 15 Temmuz Darbe Girişimi ve o gece yaşananlar, bu değişim sürecini akamete uğratırken, Türkiye'nin dış ilişkilerine yeni sorunlar getirdi.
Geçen zaman zarfında yapılan hataları veya eksikleri konuşmanın bugüne bir hayrı yok.
Sadece ders alındığı ve nelerin yapılması/yapılmaması gerektiği konusunda ciddi bir bilinçlenme, öğrenme ve idrak oluştuğu kanaatindeyim.
Şimdi de, tıpkı Binali Yıldırım’ın göreve geldiğindeki gibi özellikle stratejik boyutla önem atfeden ülkelerle ilişkiler başlatmak, oluşturmak ve konuşmak noktasındayız.
Sadece ülkelerin İstihbarat birimleri veya arka kapı diplomasilerle değil.
Açık, aleni ve aşikare bir iletişim.
"Ama biz bu devlet başkanına daha önce katil, darbeci veya bilmem ne demiştik" gibi düne dair söylenenlerin esaretinden kurtularak…
Coğrafyamız, uluslararası siyaset ve ülkesel menfaatlerimiz bunu gerektiriyor ve biz de bunu yapıyoruz diyerek…
Dün, dünde kaldı diyebilerek…
Dün’ün söz, söylem ve konseptine takılmadan…
Pragmatik bir dış politika oluşturuluyor dense de,
Dünkü söylediklerinizin tersini yapıyorsunuz deseler de,
"Biz size demiştik, ama siz yapmadınız. Fakat şimdi yapıyorsunuz" diyecek olsalar da…
İç siyasetin tutar/tutarsızlık konsept ve iddiasından çekinmeden, ürkmeden ve iç siyasete etkilerini düşünmeden…
Çünkü küresel ilişkiler öyle bir süreçten geçiyor ki; akşam dost yattığın ülkeyle sabah düşman uyanabiliyorsun.
Müttefik/muhalif durumu öyle hızlı değişiyor ki.
Hatta bir ülkeyle bir konuda müttefik, farklı bir sorunda muhalif olunabiliyor.
Bu nedenle de "diplomatik ahlakilik" iddiası bazen körü körüne inanç ve inada dönüşebiliyor.
Bu ise "bile bile lades" noktasına getirerek; göz göre göre kaybedişle sonuçlanabiliyor.
Hal böyleyken tarihi sorumluluk, olabildiği ölçüde tutarlılık ama güncel diplomasi ve koşulları mutlak, kesin ve keskin şekilde dikkate alarak mutabık ve muvafık harekete mecbur ve mahkumuz.
Aksi takdirde alternatifi olmayan bir treni kaçırırız ve onyıllarca hayıflanır dururuz.