Sizin yanlışınızı düzeltecek adam anasından doğmamış mı?

Bir gece Halife Ömer, arkadaşı ve müsteşarı Abdurrahman bin Avf ile Medine sokaklarında dolaşmaktadır.
Bir evin içinden karışık ve biraz da rahatsız edici seslerin geldiğini duyarlar.

Biraz yaklaşınca Halife sorar:
- Ey Abdurrahman, bu evin kime ait olduğunu biliyor musun?

Abdurrahman bin Avf, "Bilmiyorum" der.

Halife şöyle açıklama yapar;
- Burası Rebi'a bin Ümeyye'nin evidir.
İçerdekiler de sarhoşlar,
İçmişler bağırıp çağrışıyorlar,
Gecenin bu saatinde bu haldeler...
Ne dersin, bunlara ne tür bir ceza uygulayalım?

Abdurrahman bin Avf der ki:
- Bana kalırsa ceza uygulanması gerekenler onlar değil, biziz!..

İrkilir Halife…
- "Neden?" diye sorar.

Şöyle izah eder büyük sahabe:
- Allahü Azimüşşan; "İnsanların gizli ayıplarını araştırmayınız" buyuruyor.
Biz ise gecenin bu saatinde birisinin evinin içindeki ayıplarını araştırıp meydana çıkarmakla meşgulüz.
Bu, aslında cezalık işi biz yapıyoruz anlamına gelir.

Bunun üzerine düşünmeye başlayan Halife, biraz da utanarak elini Abdurrahman bin Avf'a uzatır.

-Haklısın Abdurrahman,
Çok haklısın.
Tut şu elimden de bir an evvel buradan uzaklaşalım.
Yoksa, dediğin ve uyardığın gibi biz onlara değil, onlar bize ceza isteseler haktır/haklarıdır...

İkisi de oradan hızla uzaklaşır.
Bu esnada hayıflanan Halife Ömer, hem pişmanlık hem de şükür içinde kendi kendine konuşur:
- Allah insanları doğru düşünen dostlardan mahrum etmesin.
Kimseyi de kendi kanaatinde ısrarcı eylemesin.
Kendi kanaatini dostlarına kontrol ettirmek; duyunca da hemen kabul etmek ve doğru olana yönelmek ne güzeldir/ne güzel bir imkandır!..

***

Dikkatinizi çekti değil mi…
Abdurrahman bir Avf'a dönüp;
"Ben Halifeyim,
Sen kimsin, kim oluyorsun da bana ayar çekiyorsun…" demedi.
Bilakis teşekkür etti,
Pişmanlık duydu ve hayıflanarak şükretti.

Fark etmişsinizdir; Hz. Ömer'den, çokça örnekler paylaşıyorum.
Çünkü Ömer'in nasıl Hz. Ömer olduğu,
Her devirde, adaleti anlatırken "Ömer'in Adaleti" söyleminin dilden dile nasıl bir örnek kavrama dönüştüğü,
Ve bugünlere kadar, dimdik nasıl ayakta kaldığının sırrı bizi yanlıştan uzaklaştırıp doğruya yakınlaştıracak en büyük mürşit ve nüanstır.

Kaldı ki, Halife Ömer oldukça azametli, izzetli, gazabı şiddetli olan ve sert mizaçlı bir adamdır.
Öyle, "eline vur ekmeğini al" nev'inden birisi hiç değildir.

Hani, kimi yönetici vardır; gerçekten güzel bir insandır ama netlikten uzak/hayır diyemeyip, "aman kimse kırılmasın" diyerek adeta Nasrettin Hoca gibi, "Sen de haklısın, sen de haklısın"cılık eder ya; Halife Ömer, asla öyle birisi değildir.
Son derece disiplinli/tavizsiz ve nettir.
Hele de, konu kamu yönetimi/devlet işleri ve devlet-millet ilişkileri çerçevesindeki iş ve işlemler ise; Halife Ömer'in, öz evladına bile müsamahası yoktur.
Ama tüm bu özelliklerini, adaletin şaşmaması/mazlumun hakkı ve hakkın teslimi için kullanmıştır.
Zulme/haksızlığa ve adaletsizliğe karşı celâlli/haşin ve serttir.

Halka hitap ederken, "Seni dinlemiyorum Ya Ömer…" diyen bir vatandaşı, karga tulumba defettirmeyip dinleyen; kendisini neden dinlemediğini anlayıp açıklama yapacak kadar da naif bir adamdır.

Halife Ömer adaletin azametiyle güçlenen, gücün azametli hale gelip adalete galebe çalmasına şiddetle karşı duran bir adalet savaşçısıdır.

Devlete, adalet/hak/hukuk ve eşitlik çerçevesinde itibar kazandırıp, lüks/debdebe/şatafat ve görüntüyle devletin itibar kazanmayacağını gören/bilen ve öyle yaşayan bir devlet adamıdır, Halife Ömer…

Ona göre, arzuhal için gelen bir gayrimüslim vatandaşı hurma ağacının altında dinlemek devletin izzet ve azametine halel getirmeyeceği gibi, Şam'daki görkemli sarayla da, devlete izzet/azamet ve itibar kazandırılamazdı.

Ona göre, kişisel ve kamusal izzet/azamet ve itibarın tek şartı vardı;
Yer/mekan/koşul ne olursa olsun,
Zalime şiddet, mazluma şefkat,
Hakkın hatırını gözet,
Hakkı haklıya teslim et,
Beytül Mal'e riayet,
Kibri ve mağrurlanmayı reddet,
Sadece ve herkese adalet,
İlle de adalet, ille de adalet!..


Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.
OGÜNhaber