Siyasal ve toplumsal ahlak Türkiye’yi terk mi etti?

Toplumsal/Sosyolojik değişim genelde iki şekilde olur.
—Tavandan tabana,
—Tabandan tavana…
Tabandan tavana yani toplumdan yönetime/sosyolojiden siyasete ve devlete dönük değişim talebi ve dayatması sıkıntılıdır/az olur ve biraz da kontrolsüzdür.
Başlayan değişimin nereye varacağı/nerede duracağı veya neleri feda edebileceği öngörülemez.
Tavandan tabana olan ise daha kontrollüdür/daha sağlıklıdır ve daha öngörülebilir boyuttadır.
Ama bunun için bazı koşulların oluşması gerekir.
Nedir bunlar?
Öncelikle yönetsel istikrar ve devamlılık gerekir.
Bu yetmez; değişim gücünü elinde tutan yönetimlerde sosyolojik analiz/gelişmeleri doğru okuma/yetenek ve potansiyel, yani bilgelik ve liyakat-ehliyet sahibi kadrolara sahip olmak gerekir.
Toplum, zaten önceki yönetimden bizar olduğu için daha nitelikli bulduğu veya sadece “Bundan bir kurtulayım da ne olursa olsun.” dediği yeni bir yönetimi başa geçirir.
Toplumsal sabır, bir veya iki dönem mevcut yönetime kredi açar/opsiyon verir ve hatalarını dahi tolere eder.
Ama yönetim bu durumu hoyratça kullanmamalı ve geleceğe dönük projeksiyon yapmaktan/toplumsalın dejenere olmuş alışkanlıklarını topluma hazmettirerek/sindirerek veya kanıksatarak değiştirme çalışmalarından asla geri durmamalıdır.
Aksi takdirde öyle bir an gelir ki oluşan yeni jenerasyonla birlikte yeni talepler ve yeni nesil yaklaşımlar yönetim tarafından karşılanamaz hale gelir.
Bunun olmaması veya böyle bir sürecin yaşanmaması yöneticilerin elindir ve ancak “yönetsel bilgeliğin” devreye girmesiyle mümkündür.
Uzun süre yönetimde kalanlar bu gözlemleri yaparak toplumsal değişim için gerekli adımları atmaz/toplumda var olan yozlaşmayı azaltmaz/yeni nesil, toplumsal talepleri göz ardı ederse topyekûn/daha derin ve toplumsal yaşamın her alanına sirayet eden bir yozlaşma, çürüme ve korozyona doğru hızla ilerlenir.
Kaldı ki yozlaşmış yönetimler, hiçbir ülkede/coğrafyada toplumsal ahlak için toplumsal değişim ve gelişim kaydedemez; üstüne üstlük istifadeci bir siyasal oportünizme ve sadece iktidarda kalmaya matuf marjinalize yol ve yöntemler mübahlaştırılmaya/normalleştirilmeye başlanır.
Bu refleks kısa vadede yönetimdekilere kazandırıyor gibi gözükse de bu durum sürdürülebilir değildir ve eninde sonunda buna tevessül edenlerin sonunu getirir!..
Bu kritik sürecin kilit noktası/anahtar sözcüğü ve olmazsa olmaz olgusu ahlaktır”.
Ahlak, iki taraflı oluşur veya yoklaşır.
Ahlaklı yönetim, akıl ve akılcılık içinde ve samimi bir niyette olursa azalan toplumsal ahlakı da yeniden tesis edebilir.
Bunun için kurumsal bazlı kültürel/eğitim ve öğretimsel/kanunsal/algısal ve olgusal tüm imkanlar iktidar sahiplerinin elinin altındadır.
Ama yönetim ahlaktan yoksun ise veya iktidarda uzun süre kalınması nedeniyle rehavet, kibir, umursuzluk ve hatta istifadecilik durumu oluşmuş ise işte burada göz ardı edilmeyecek derin bir tehlike söz konusudur!
Bu durum, topyekûn bir ahlaksızlığı/“Ben de istifade edeyim.” yaklaşımını ve tepeden tırnağa/yukarıdan aşağıya sirayet edecek kişisel menfaatçiliği doğurur.
Somutlaştırayım:
Güney Kore diye bir ülke var.
Orada da 1980’de bir darbe olmuştu.
Onların da ihracatı düşük ve hatta nitelikli mal ithalatı bir-iki milyar doları geçmiyordu.
Ama bu adamlar bir şeyi öne çıkarttılar.
Toplumsal ve yönetsel ahlakı…
Devleti yönetenler ihracat yapacak firmalara her türlü teşvik ve garantiyi verdiler.
Siz üretin, satamazsanız devlet olarak biz sizin mallarınızın bedelini öderiz.” dediler.
Peki, mallarını satamayıp devletin bu teşvikinden istifade eden kaç firma oldu? Neredeyse sıfır…
Sonuç?
Güney Kore’nin bugün nitelikli/özellikli mal ihracatı 100 milyar doların üzerinde…
Türkiye’de ne oldu?
Ya hayali ihracat oldu,
Ya ülkenin muhtelif yerlerinde teşvikleri alıp göstermelik ahırlar/fabrika binaları yapar gibi yaparak ama hiç üretim yapmayarak teşvikleri hiç edenler oldu,
Ya da teşvik almak için dağı-taşı ekim alanı gösterenler oldu!
Devlet ne yaptı?
Eş-dost-partili-akraba filan dediklerine göz yumdu,
Veya devletlülerden ahlaksız ranta ortak olanlar oldu,
Ya da bu ahlaksız rant sayesinde siyasete girip devletlü olanlar oldu,
Yahut da “Böyle gelmiş böyle gider.” rehavetiyle yetkili mercidekilerin sorumsuzluğu  sayesinde birileri kabını kalaylamaya” devam etti.

Vakti zamanında Güney Kore’deki telekomünikasyon şirketi 2G kullanılırken gelecek projeksiyonu yaparak 3G yatırımını başlattı ve ABD’li şirketlerle rekabete girişti ve başarılı da oldu.
Bizdeki telekomünikasyon şirketi CEO’su ise “Bugün Türkiye'de 4 kişilik bir ailenin ayda 5-8 damacana su tükettiğini düşünürsek ve bir alegori yaparsak ‘Türkiye'de internet tarifeleri sudan ucuz.’ demek yanlış olmaz." diyerek, bir damacana kadar vizyona/vizyonsuzluğa sahip olduğunu cümle aleme göstermekten imtina etmedi ve utanmadı!

Geldiğimiz nokta?
—Kamu yönetimi, realiteden ve realizasyondan uzak politikalarla göz boyuyor/vahameti örtbas etmeyi siyaset ve maharet sayıyor/özde biten ahlakı, ahlakçılık yaparak ve toplumsalın din hassasiyetine biraz da gayrı ahlakı dokunarak vaziyeti idare etmeye çalışıyor/idare-i maslahat demekten imtina etmiyor.
—Ülkede fiyatlama alışkanlığı bozuluyor/piyasalara hakim olan başıbozukluğu devlet kontrol etmekte aciz kalıyor ve adeta herkes tutturduğuna satmaya çalışıyor!
Bu neyi getiriyor?
Devlete olan inançsızlığın artmasını,
Diyanete olan güvenin sarsılmasını,
Toplumsal ahlakın daha da tükenişini,
Kiraların astronomik artışını,
Toplumsal barışın bitişini,
Geleceğimiz dediğimiz gençlerin bir an evvel başka ülkelere kapak atmak için yoğun çabasını/yoğun bir beyin göçünü…
Kısaca ülke olarak sosyal/dinsel/ekonomik/siyasal topyekûn bir çöküşü getiriyor!
Bu ne demek?
Derin ahlakî çöküntü…
Ne olur/Ne olacak?
Defalarca dibi gördük ama ders almadık.
Çok üzgünüm ki yine dibi ama bu defa dibin dibini göreceğiz!
Çünkü bu defa devlet ve toplumları derinden etkileyen ve bazı ülkelerde yok edici etkiler barındıran küresel bazda bir değişim rüzgarı artarak esiyor ve biz bunun farkında bile değiliz!
Aymazlık/bencillik ve umursamazlık içinde yuvarlanıyor ve debelenip duruyoruz.
Kimse, sadece iktidarı eleştirdiğimi veya yaşanan çöküntünün bedelini sadece topluma yıktığımı düşünmesin.
Eleştirim hem iktidara/Türk Devlet yönetimine, hem tüm siyasal yapılara ve hem de toplumsala yani herkese, hepimizedir.
Ama asıl sorumlu kimse kızmasın ve kusura bakmasın; “tavandan tabana/yukarıdan aşağıya/yönetimden toplumsala” olması gereken ve hatta olmaması devlet ve topluma karşı yapılan en büyük kötülük olan değişimi yapmayan/yapamayan yönetimlerdir!
Ki bunun bedelini Türkiye ve toplum olarak uzun yıllar boyunca ve tüm toplumsal katmanlarca ödeyeceğiz.
Kimse bu bedelden kaçamaz,
Kimse kendini, oluşan/oluşturduğumuz derin ahlaksızlığın sonuçlarından azade tutamaz!

Arkadaşlar!
Tutar bir yanımız yok, kalmadı.
Tepeden tırnağa tel tel dökülüyoruz.
Bunu derken de ekonomik kriz/alım gücünün düşmesi/fakirleşme vb. gibi şeyleri kastetmiyorum.
Çünkü bunları kastetmek, içine düştüğümüz gayya çukurunu hafifsemek olur!
Kastım, yaşanan/yaşatılan ve yaşadığımız “derin ahlaksızlık”tır!
Bu arada ahlak kavramına bile ahlaksızlık ettiğimizin farkında bile değiliz.
Devlet ve toplum olarak dibine kadar batılan yolsuzluk/hırsızlık/sorumsuzluk/riyakarlık/kibir vb. gibi hastalıkları bir kenara koyup ahlakı salt cinsellik/kadın bedeni ve apış arası üzerinden tanımlama basitliğine düşmenin derin şehvetinde debelenip duruyoruz!
Bu durum, ahlaka karşı saygısızlıktır ve içine düştüğümüz “derin ahlaksızlığı” kamufle etmekten başka bir şey değildir!

Sonuç:
Kusura bakmayın ama harç bitti yapı paydos…
Ahlak bitip ahlakçılık ve ahlakçılar kol geziyorsa boğazımıza kadar battığımız lağım dolu bataklıktan beslenmeye alışmaya başlamışız demektir!
Yazmaktan söylemekten dilimde tüy bitti ama bu gidişle “yaşayacağımız felaketlerin yanında yaşadıklarımız da hiçbir şeymiş!” demekten başka bir sözümüz kalmayacak!

Çin Atasözü
Sanıkların ikisi de zenginse hakim istifa eder.
Biri zengin, diğeri fakirse zengin kazanır.
İkisi de fakirse adalet yerini bulur…”


Fatih Sultan Mehmet Han der ki:
Aklı öldürürsen ahlak da ölür.
Akıl ve ahlak öldüğü
nde millet bölünür.
Kadı’yı satın aldığın gün adalet ölür.
Adaleti öldürdüğün gün Devlet de ölür.”

Cengiz Aygün der ki:
Adalet binaları büyürken ve sayıları artarken,
Adalet sayısal veriler ve gösterişli inşaatlarla öne çıkartılmaya çalışılırken,
Adalet artmıyor ve “derin ahlaksızlık” artmaya devam ediyor ise bir şeyler yanlış yapılıyor demektir,
Ve vakit, hepimizin başını iki el arasına alıp düşünme vaktidir!



Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.

OGÜNhaber