Bir hafta sürecek bu ziyarete iki taraf da çok önem veriyordu.
Kosigin, beraberinde 32 kişilik bir heyetle gelmişti.
Ziyaret sonucu yapılan anlaşmalarla; Sovyet kredisi ile finanse edilmek üzere ön projeleri hazırlanan 7 sınai tesise ait anlaşma, 25 Mart 1967 tarihinde imzalandı.
İskenderun Demir Çelik Tesisleri,
İzmir Aliağa Rafinerisi,
200 bin ton kapasiteli Seydişehir Aliminyum Tesisleri,
Bandırma Sülfirik Asit Fabrikası,
Artvin Lif Levha Fabrikası,
Seyitömer Transmisyon Hattı,
Paşabahçe Cam Sanayii…
Bu 7 proje için Sovyet Hükümeti Türkiye’ye %2.5 faizli ve 15 sene vadeli 200 milyon dolarlık kredi açtı.
Başbakan Süleyman Demirel’in 19-29 Eylül 1967 tarihlerinde tam 10 gün süren SSCB ziyareti Türk-Sovyet ilişkilerinde üst düzey görüşmeleri kapsadı.
Sovyet Başbakanı Kosigin tarafından, en önemli misafirlere uygulanan kırmızı halı karşılanışı ile misafir edildi.
Demirel ve Türk heyetinin ziyareti Rus ve yabancı basın tarafından da ilgiyle izlendi.
Demirel bu ziyareti gerçekleştirirken bırakın Batı yakasının kin, husumet ve kızgınlığını; içeride bile başta Tercüman Gazetesi olmak üzere, Genelkurmay Başkanı Cemal Tural tarafından bile tepki gösteriliyordu.
Türk solcuları "Morison Süleyman" Batıcılar ise "Kosigin Demirel" diyordu.
Ama Demirel bunlara aldırmıyor ve hatta nüktedan kişiliği ve hiciv ustalığıyla "Elektiriğin komünisti mi olur" diye espirili ama bir o kadar da anlamlı karşılık veriyordu.
Ama Demirel’in en önemli ve hatta günümüz Türk diplomasisine de prensip olacak sözü Rusya dönüşü geliyordu; "Türkiye dış politikasını hislere ve husumetlere değil, milli menfaatlere göre ve akılcılık esaslarına müsteniden ayarlamak durumundadır"
Evet şimdi de benzer bir süreçteyiz.
Tıpkı Johnson Mektubu sonrası gibi ABD ile tatsız, Batı ile kopuk bir dönem yaşıyoruz.
Aslında çok daha beter bir dönem.
Hatta Sovyetler Birliğinin dağılıp Soğuk Savaş’ın bitmesinin etkisinden daha büyük olayların, karmaşanın, yok ve var oluşların, terörizasyonun ve ülkelerin terör örgütlerine sahip çıkarak örgütçüleştiği,
"Önce diplomasi, son çare savaş" paradigmasının iflası ve “önce savaş ve alan kazanma, sonra masa ve diplomasi” denilen küresel bir cinnet hali yaşıyoruz.
Evet, ABD turarsız, güvenilmez, sinsi ve samimiyetsiz.
Evet, Avrupa kaypak, hasmane, düşmanca, bencil ve yalancı…
Ama Rusya çok mu iyi…
Denize düştüğünde hemen tutunacağın bir "yılan" oluveriyor.
ABD ve Avrupa’nın güvenilmez, müttefik görünen muhalifliği ve hasımlığı karşısında, Rusya hatta Çin, hatta İran ile "dengeleme ilişkisine" bir şey demiyorum ve hatta tarafım.
Olması da gerekendir.
Ama dönem, ne Kosigin-Demirel dönemidir, ne de, Putin Kosigin’dir.
Karşımızdaki Putin denen adam son derece sabırlı ve sinirli, sessiz ve gürültücü, legal ve illegal, meşru ve gayrımeşru, diplomatik ve savaşçı birisi.
Sovyetler Birliği sonrası, Rusya’yı ayağa kaldıran adam.
Ekonomik, siyasi, diplomatik ve güvenlik olarak Rusya’yı birkaç kat büyüten ve dünya sahnesinde dirilten adam.
Hal böyle olunca ve Türkiye-ABD/Avrupa ilişkileri gerilince bu adam ekmeğine yağ sürülmüş gibi seviniyor ve ellerini ovuşturuyor.
ABD ve Avrupa için söylediğimiz negatiflikler bu adam için az gelir bile.
Varın gerisini siz düşünün.
Sanki Türk-Rus ilişkisi "dengeleme diplomasisi"nin ötesine geçiyor.
Ve genellikle de Türkiye aleyhine tezahür ediyor.
Adam alırken de kazanıyor, verirken de…
İlişkiler iyiyken de kazanıyor, kötüyken de.. (uçak düşürme hadisesi)
Türkiye ve bölge coğrafyasında ve halklar nezdinde müthiş bir Rus lobisi oluşturmuş vaziyette…
Ve her konuda müttefikleşen ülke gibi, bir dost eli gibi, bir kanka gibi karşımıza çıkıveriyor.
Ama günün sonunda hesap kitap yapınca bizim kazandığımız bir ise, onun kazancı on…
Nasıl bir alış veriş ise, artık.
Rahmetli Demirel'in Kosigin ile ilişkisi de, çok samimi ve yoğun işbirliği içeriyordu.
Ama "vin-vin, kazan-kazan"da kabul edilebilirlik ve eşitlik vardı.
Karşılıklı karlılık vardı.
Ama şimdi "vin-büyük vin, kazan-büyük kazan" şeklinde tezahür ediyor ve hemen her adımda "büyük vin, büyük kazan" kısmı Rusya hanesine gidiyor.
Rusya ve Putin’in samimiyetine zerre kadar inanmıyorum.
Pek çok olay ve sorunla ilgili Türkiye’ye karşı "tavşana kaç, tazıya tut" stratejisi izliyor.
Suriye’ye bakın,
İdlib’e bakın…
Adam İdlib konusunu başka sahalardaki durum ve konjonktüre göre başımızda Demokles’in kılıcı gibi sallayıp duruyor.
Libya konusunda Moskova’da Hafter’in barış anlaşması imzalamadan kaçmasında da kesinlikle bir Rus parmağı olduğunu düşünüyorum.
Timsah gözyaşı döküyorlar ve her konuda farklı sinsi planları mevcut.
ABD ile kanlı bıçaklı görünürler ama Libya’nın paylaşımı konusunda aynı ABD ile gizli anlaşmaya da yapabilir. Ki, yapmış da.
Hafter’i besler, büyütür, semirtir ve Trablus’a saldırtır, sonra da barış için ülkesine çağırır ve sabaha karşı Hafter kaçarmış…
Hadi oradan, hadi oradan…