Neden iç siyasete dair bir şeyler yazmıyorum?..

Farkındasınızdır,
Yazılarımı daha çok küresel gelişmeler üzerine oturtuyor ve iç siyasete dair bir şeyler yazmıyorum.

Bazı okurlarımdan, iç siyasete dair ne düşünüyorsun veya neden bir şeyler yazmıyorsun kabilinden soru/yorum ve eleştiriler geldi.
Aslında haklılar da…
Fakat küresel dinamiklerdeki değişim ve yürüyen yeni düzen planı öyle bir hal aldı ki; Türkiye veya başka bir ülkenin iç siyasetindeki gelişmeler devede kulak mesabesindedir.

Bu arada, şunu da söylemek lazım tabi ki,
Odaklandığım ve dikkat çekmeye çalıştığım küresel gelişmeler ülkeleri öyle bir etkileyecek ve etkiliyor ki; yerel/ülkesel/lokal siyasetlerin bu durumdan azade olması ve kendini hariç tutabilmesi mümkün değil ve olmayacaktır da…
Ki, pek çok yazımda bu konuya parmak basmış, ülkeler bazında yönetim/lider değişiklikleri ve hatta rejim/sistem/harita değişikliklerinin bile çok muhtemel olduğunu söylemiştim.

Bu genel girişten sonra, Türkiye özelinde değerlendirme yapacak olursam;
Evet, bir seçim sürecine girdik.
Hem de kirli/iğrenç ve hatta tiksinç bir süreç…
Partilerin bir diğerini alt etmek için hemen her enstrümanı (herhangi bir ahlaki kaygı olmaksızın) kullanabileceği/kullanmaya başladığı bir süreç!
Gerçi ahlak denilen olgunun da içinin boşaldığını, toplumsal bir nizam/hakkaniyet ve sistematik olan ahlakın sadece bel altıyla eşdeğer görüldüğüne şahit olmanın acısını ve acımasızlığını da görmek, oldukça üzücü bir gerçek.

Hal böyle olunca,
Türkiye Siyaseti kritik bir kavşakta olunca,
Ve hele de, bunu destekleyen küresel faktörlerin (Ekonomik kriz/gıda krizi/barınma krizi gibi…) ağırlığı ve etkisi toplumsal/bireysel bazda her geçen gün daha çok ve derinden hissedilmeye başlayınca,
İç siyasetin de kimyası bozulmaya başladı.

Arkadaşlar,
Bir tespitte bulunacağım.
Bireysel ve siyasal ilişkilerin/bağlılıkların benzeşen ve ayrışan yanları var.

Mesela;
Bir kadın ve erkeğin, sevgili veya karı-koca olarak bağını ve ayrılma refleksini,
Bir de, bireyin bir partiyle olan bağ ve ayrılma refleksini düşünün.
Her ikisinde de bitiş ve yeni bir başlangıç vardır.
Küçük ama önemli bir farkla,
Bireysel bazda olanda, taraflardan birisi sorar; "Başka birisi mi var da bitiriyorsun?" diye…

Ama siyaset cenahında bu yoktur.
Birisi iyice biter sonra başkasıyla olan/olacak olan siyasal ilişki başlar.
Ama bu esnada bireyin partisiyle olan kopuşunu tamamlaması için çeşitli faktörler devreye girer.
Bunlar nedir?
Ekonomik durumdaki kötüleşme,
Bireyin partisinin çözüm olması/olamayacak olması,
Partide, mensupları bile etkileyen yozlaşma/kayırmacılık/dejenerasyon/kibir vb. gibi unsurların artması…

İşte tam bu esnada,
Partili bireyler memnuniyetsiz ve kararsızken,
Hele de, ekonomik sorunlarla boğuşurken ve tünelin ucunda ümit ışığı da göremiyorsa,
Bel altı unsurların etkisi, kopuşu hızlandırıcı bir katalizöre dönüşebilir.
"Ama geçmişte buna benzer durumlar olmuştu fakat bahse konu partinin oyları azalmak yerine artmıştı" denebilir.

Arkadaşlar,
Zeminin uygunluğu ve zamanın ruhu diye bir şey vardır.
O dönemde konsept ve konjonktür farklı idi, bugünse çok daha farklı.
O gün insanlar partisiyle bağını güçlendirmek için negatif unsurlardan bile faydalanırken, bugün kopuş kararını teyitlemek ve güçlendirmek için gerekçe arar halde…
Siyaset kurumu bunun farkında mı?
Evet.
Böyle anlarda siyaset kurumunun bileşenleri noktasına gelen yeraltı/yerüstü, legal/illegal ve algı operasyonu yapmaya teşne unsurlar bunun farkında mı?
Kesinlikle farkında ve işe koyuldular bile…
"Kirli/iğrenç/tiksinç bir sürece girdik" diye, bu nedenle söyledim.
Her ne kadar, "su bulanmadan durulmaz" yaklaşımına itibar eden birisi olsam da; açıkçası biraz da kaygılıyım.
Hatta epeyce kaygılı ve tedirginim!
Neden?
Çünkü toplumsal/siyasal kirlenme doğal afet gibidir.
Nasıl, bir afet bitince hasarın etkileri uzun süre silinemiyorsa; siyasal kirlenmenin ağır sonuçları da uzun zaman etkisini gösterecektir.

Şimdi neden yazmadığımı anladınız mı!
Gördüklerimden/öngördüklerimden/tahmin ve tespitlerimden kendim bile ürktüğüm ve tiksindiğim için yazmaktan hep imtina ettim.
Ama madem konuya girdik; herkes, başını ellerinin arasına alsın ve düşünsün.
Küresel ölçekli krizlerce de beslenen, kötü/çok kötü bir dönemde seçim sürecine girdik.
Kötümser miyim?
Maalesef.
Çünkü bu seçimin sonucu ne olursa olsun,
Kim kazanırsa kazansın, kaybeden "sen/ben/o/onlar, herkes ve hepimiz" olacağız.

Arkadaşlar,
Dünya büyük bir buhran geçiriyor,
Hatta neredeyse, 40 yaş altının görmediği kadar büyük bir kriz yaşanıyor.
Dünya bunu yaşarken,
Küresel denklem değişirken ve "yeni düzen" adım adım ilerlerken, biz neyle uğraşıyoruz/neyin kaygısında ve neyin peşindeyiz?
Seçim seçim seçim…
Muhalefet/İktidar ayırt etmeksizin, büyük kafaları gaflet içinde görüyorum.
Acıyla/içim acıyarak ve şaşkınlıkla izliyorum!

Biliyor musunuz,
Tarih tekerrürden ibaret denir ya; aslında, tarihî tekerrür ahmaklık edenler içindir ve maalesef biz de, ülke/millet/devlet olarak bu hamakattan bir türlü kurtulamıyor, tarihin en kritik anlarında cümle alem tarih yaparken biz birbirimize düşüyor/birbirimizi yemekle meşgul oluyoruz.
Şimdi de, tam da böylesi bir toplumsal/siyasal psikoloji içindeyiz.
Her şeyimiz laf laf laf…
Yapamadıklarımız/yapmadıklarımız hep dilimizde,
Neyi çok söylüyorsak; o konuda zaafımız en büyük.
Hamaset/romantizm ve kişisel siyaseti konsolide etme isteği tek hedefimiz olmuş!

Sonuç:
Şu anki halimiz neye benziyor? Söyleyeyim…
Hepimiz/İstisnasız hepimiz,
Başını kuma sokan devekuşu misaliyiz,
Hem kendi elimizle elektrikleri kesiyor ve hem de kalkıyor karanlığa küfrediyor/kurşun sıkıyor; bir diğerimizi gömmeye çalışıyoruz!
Daha doğrusu, Türkiye'nin tabutuna çivi çakıyoruz!
Yazık çok yazık!
Yeni Düzen'de çırak çıkarsak, seçimi kimin kazandığının ne önemi var ve olabilir ki!
Garip bir milletiz vesselam,
Seçim gibi bir rutini ve aslında çok güzel bir kazanımı bile bir savaş arenası gibi görebiliyoruz ya; ne diyeyim ki…
Benden bu kadar…
Daha da, iç siyasete dair bir şeyler yazmak istemiyorum!..



Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.
OGÜNhaber