Suriye uzmanı İrlanda'lı araştırmacı-yazar Patrick Seale; "Suriye üzerinde doğrudan hâkimiyet sahibi olunmadıkça hiç kimse Orta Doğu'yu kontrolü altında tutamaz" der.
Arap sokaklarında ise; "Mısır'sız savaş, Suriye'siz barış olmaz" sözü dolaşır.
Peki her iki söylemle de Suriye'ye atfedilen önemin nedeni nedir.?
Tabi ki coğrafya…
Mezopotamya'nın Fırat ve Dicle nehirleri arasındaki bir ada gibi 'Verimli Hilal'in (Holly Crescent) bir parçası olan 'coğrafya'.
Türkiye'nin de en uzun sınırının olduğu Suriye, Ortadoğu'da en stratejik bölgelerden birinin ortasındadır.
Ortadoğu'ya hakim olmak isteyenlerin, öncelikle elde etmesi gereken bölge olmuştur.
Tarih boyunca da böyle olagelmiştir.
Ortadoğu'da olan her olayla doğrudan veya dolaylı mutlaka bir bağı olduğu için "Suriye'siz barış olmaz" denmiştir.
Öyle bir coğrafya ki;
Mısır'ın güvenliği Suriye'ye, Suriye'nin güvenliği Mısır'a bağlıdır. Ayrıca Anadolu'nun güvenliği için de aynı durum söz konusudur.
Anadolu'da kurulan tüm devletler için Suriye'ye sahip olmak en büyük amaç olmuştur. Bu yüzden İrlanda'lı o sözü söylemiştir.
Bugün bile coğrafi konumundan dolayı büyük önem ve paylaşılmazlık yaşayan Suriye 'Coğrafya kaderdir' tespitinin halen devam ettiğinin de en bariz ve güncel örneği gibidir.
Coğrafi özelliğinin yanında demografisi de başka bir öznellik içerir. Ortadoğu'da belki de en hetorejen (çoktürlü) nüfusa sahip ülkelerden biridir. Toplam nüfusun yaklaşık %10'unu Hristiyan, %3'ünü Dürzi, %1'ini İmam-ı Şia, İsmâilî, Yahudi ve Yezîdiler teşkil eder. Etnik olarak; %75-76'sını Araplar, %15-17'sini Türkler, %4-5'ini Kürdler, %2-3'ünü Ermeniler, %2'sini de Çerkesler ve diğerleri oluşturur. Yine nüfusun çoğunluğunu %74-75'lik oranla Sünni Müslümanlar oluşturur. Nusayrîler, nüfusun %12-13'ü kadardır.
Kimler gelip kimler geçmiş bu topraklardan…
Bizans,
Emeviler,
Tolunoğulları ve İhşitler,
Suriye Selçukluları,
Eyyubiler,
Memlük Sultanlığı,
Ve 1516'dan 1916'daki Sykes Picot'a kadar dörtyüz yıl Osmanlılar….
Haçlı Seferlerinin mihenk noktası ve Moğol istilasının savaş arenası olan bu coğrafya 1946 yılına kadar Fransızların elinde kalıyor.
Böl-Yönet mantığındaki Fransızlar ülkeyi dört muhtar devlete çevirmeye çalışıyor ama pek de başarılı olamıyor.
Yoğun bağımsızlık talepleri ve isyanlar sonrasında İngilizler'in de baskısıyla Fransa bölgeyi bırakmak zorunda kalıyor.
Artık yeni bir dönem başlıyor ve Şükrü El-Kuvvetli bağımsız Suriye'nin ilk Cumhurbaşkanı seçiliyor.
İlk defa Yunanlılar tarafından Akdeniz'in doğusundaki Asur toprakları için kullanılan Suriye ismi yeni ve bağımsız devletin de ismi oluyor.
1946'dan 1970'e kadar 10'dan fazla darbeyle yönetimin değiştiği Suriye'de 1967 Arap-İsrail savaşı sonrası savaş pilotu olan, 1964'te Hava Kuvvetleri kumandanı ve 1966'dan sonra Savunma bakanlığı görevlerini sürdüren General Hâfız Esad, Kasım 1970'te gerçekleştirilen bir askerî ihtilâlle iktidarı ele geçirir.
Lazkiye'nin Kardaha köyünde bir Nusayri ailenin çocuğu olarak doğan Hafız Esad'ın yönetimi 1970'den 2000 yılındaki ölümüne kadar devam eder. 2001 yılında oğlu Beşar Esad yönetime gelir.
Rusya'nın Suriye ilgisi…
1682-1725 yıllarında Çarlık Rusya'sını yöneten Deli Petro; "Rusya'nın bir dünya devleti olabilmesi için Akdeniz'e ulaşması şarttır" der.
Rusların bu hayal ve ideali hiçbir dönemde ve şartta değişmez.
Çarlık sonrası Sovyetler Birliği döneminde de 1991 sonrası Yeltsin döneminde de ve Putin'in Rusya'sında da…
Rusya'nın sıcak denizlere yani Akdeniz'e inmek için en uygun bölge ve hedefi de hep Suriye toprakları olmuştur.
1920 sonrası süreçte, bölge Fransız egemenliğindeyken de ilgisi devam etmiş ama Suriye'nin bağımsızlığını ilan etmesiyle birlikte daha çok yoğunlaşmaya başlamıştır.
Suriye'nin sosyalist fikirli askerlerinden Albay Faysal Attaşi, 1954'de askeri darbe yapar. Bu süreç Rusya için bulunmaz bir nimetti.
Deli Petro'nun 300 yıllık hayali gerçek oluyor ve Akdeniz'e yakınlaşılıyordu. Hele de Baas Parti'si ve Hafız Esad başa gelince Ruslar artık Akdeniz'deydiler.
Hafız Esad daha ilk yılında Ruslarla yapılan bir anlaşmayla Suriye'nin Tartus şehrinde Ruslara deniz üssü izni verir. Bu üs ve kullanım hakkı halen de devam etmektedir.
Bu üs Rusların Akdeniz'deki ilk üssü olması nedeniyle farklı bir önem içerir. Rusya ve Çin gibi ülkeler için Suriye Ortadoğu'ya 'giriş kapısı'dır.
Hele de Putin gibi kirli ve bulanık savaşı temel prensip edinmiş birisi için; Suriye'deki menfaatlerine halel gelecek olması psikolojik ve stratejik açıdan kabul edilemez bir yenilgi gibidir.
Hal böyle olunca 1970'den beri Rusya-Suriye ilişkisi artarak devam etmiş; ülkelerde olan lider veya yönetsel değişiklik bu birliktelik konusunda herhangi bir kesinti oluşturmamıştır.
Bugün Suriye iç savaşını ve spesifik olarak da İdlib konusunu bu tarihsel geçmişten ayrı tutmak ve bugünün sorunu gibi düşünmek safdillik olur.
Ve Rusya'nın Akdeniz'e ulaşmak konusunda kesintisiz ve kurumsal bir yaklaşım içinde olduğunu,
Suriye İç savaşı başlamadan ve başladıktan sonra kısa-orta-uzun vadeli plan ve stratejiler oluşturduğunu,
Ve de Putin'in Çar Deli Petro'dan farksız ve hatta daha agresif ve meşruiyet kaygısı olmayan birisi olduğunu idrak edersek;
Suriye ve İdlib konusunda da ince bir Rus oyunu ve bir taşla birkaç kuş vurma stratejisi olduğunu fark ederiz.
Eğer biz, bölgenin tarihselliğinden ve coğrafi değerinden uzak, anlam ve önemini idraktan yoksun ve sahada gelişen duruma göre 'anlık strateji' geliştirebileceğimizi düşünürsek,
İç savaşın başladığı süreçteki acemilik, fevrilik ve öngörüden yoksunlukla; Rusya-ABD ve Avrupa'ya içi boş bir 'güven ve kükreyiş' içinde süreci yönetmeye kalkarsak,
Ne İsa'ya yaranırız ve ne de Musa'ya…
Ne Esad'ı düşürürüz ne de halkı kazanırız.
Kala kala; kucağımızda milyonlarca mülteci, güney sınırımızda terör örgütlerine komşuluk, Rusya ve ABD'ye kaptırılmış bir Suriye coğrafyası kalır.
Suriye uzmanı ve bir süre Esad'a danışmanlık da yapan Patrick Seale'nin 2012 yılında söylediği şu sözlerle yazımı bitirmek istiyorum.
"Türkiye Suriye'ye karşı tavır almakta çok aceleci davrandı.
Beşar gururlu biri. İtilip kakılmayı sevmiyor. Bu babasından aldığı bir özellik.
Ders vermeyi sever ama kendisine ders verilmesini sevmez.
Türkiye'nin hayal kırıklığını anlıyorum. Suriye ile Türkiye'nin uzun bir sınırı ve ortak çıkarları var. Ticaret çok iyi gidiyordu fakat her şey çöktü.
Bence Beşar siyasi tasavvur yoksunu. Zihniyeti Suriye'ye yönelik komplolara odaklanmış durumda…
Müzakerelerle bir sonuca ulaşılması lazım. Müzakereler içinse bir formülünüz olmalı.
Bence geçiş sürecini Beşar'ın idare etmesi sağlanmalı. Bu yolla onurlu bir şekilde çekilmiş olur.
Öbür türlü sonuna kadar savaşacak, çünkü hala birçok avantajı olduğunu düşünüyor. Ordu ve güvenlik güçleri az veya çok kendisine bağlı, Rusya'ya güveniyor ve Rusya'nın da BM Güvenlik Konseyi'nde veto hakkı var.
Muhalefet bölünmüş, bir Batı müdahalesi ufukta görünmüyor.
Kim onu devirecek?
Keşke Türk Liderler biraz daha hassas davranıp Suriye ile gizli diplomasi yürütselerdi.
Beşar'ı bu şekilde daha iyi yönlendirebilirlerdi.
Türkiye'nin Suriye'de çıkarları var.
Siz komşusunuz.
Başka ne yapabilirsiniz?"
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.