Evet, ibret alınmıyor, er veya geç tarih yine kendini yineliyor.
14 Mayıs 1950 Demokrat parti iktidarından beri Türk siyasi tarihinde bu “tekerrürleri” görüyoruz.
Özellikle güçlü iktidar dönemleri bir zaman sonra rehavet, kibir ve “nasılsa kazanırız” aymazlığını getiriyor.
Halbuki en güçlü olunan zirve anları, muhafazası en zor kesitlerdir.
İktidarın duraklaması da bu dönemlerde ortaya çıkar.
Ama içinde bulunulan ihtişam, sahip olunan güç ve kazanılan başarılar tedbiri arka plana attırır.
Devletler de böyledir, iktidarlar da…
Osmanlı imparatorluğunun da en güçlü ve aynı zamanda duraklama devrinin başlangıcı Kanuni dönemi değil miydi…
Yakın siyasi tarihimizde Menderes döneminin, Demirelli yılların, Özal devrinin bitişi de böyle olmadı mı..
Refah Partisindeki muhkem ve mukavim Erbakan disiplin ve otoritesinin sarsılması ve partide “Gelenekçiler-Yenilikçiler” kamplaşması da böyle ortaya çıkmadı mı…
Düşünün…
Milli Görüş, Erbakan hoca sayesinde doğdu, büyüdü, gelişti ve iktidara bile geldi.
Kozmopolit bir siyasi hareket değildi.
İnşasına sebebiyet veren ideolojik ve fikri temelleri vardı.
Bir siyasi oluşumu çok çok aşan bir “dava hareketi” idi.
Ama iktidar ve yönetimde olmakla muhalefet ve muhalif olmak çok farklı şeylerdi.
Tabi ki kesin denemez ama 90’lı yıllarda iktidar ortaklığı olmasa Fazilet Partisindeki “Yenilikçiler Hareketi”, belki de olmayabilirdi.
Ama tarih ağlarını örüyordu ve ördü.
Yenilikçilerin ayak sesleri 14 Mayıs 1998 Kongresinde duyuldu.
14 Mayıs 2000 tarihindeki kongre ise kırılma noktası oldu.
Yenilikçilerin adayı Abdullah Gül 521, Gelenekçilerin adayı Recai Kutan ise 633 oy aldı. Görünürde kazanan gelenekçiler ve Recai Kutan idi.
“Galiptir bu yolda mağlup olanlar” çerçevesinde asıl kazanan ise yenilikçilerdi.
Ve, bu kongre sonrası artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı ve olmadı.
Sanki tarih, farklı bir nosyon ve formatla kendini tekrar ediyordu.
Bu süreçte ülke yine bir ekonomik kriz girdabına girmişti.
Adeta, bu açıdan da tarih yeniden yaşanıyor; daha önce de, her olduğunda iktidar değiştiren ekonomik krizin en büyüğü 19 Şubat 2001’de başlayarak tarih tekerrür ediyordu.
Genel siyasi ve ekonomik durum böyleyken “Yenilikçi” denen kesim Sayın Erdoğan önderliğinde 14 Ağustos 2001’de AK Parti’yi kurdu ve takriben 14 ay sonra yapılan seçimleri kazanarak halen devam eden iktidar sürecini başlattılar.
2010’ların başına kadar, her türlü engel ve bariyer koyma çabalarına rağmen Sayın Erdoğan’ın disiplini ve çalışma azmiyle Türk Siyasi Tarihine altın harflerle geçecek icraat, değişim ve dönüşüm yaşandı.
Tam bir transformasyon idi.
Olmaz denenler oldu,
Yapılmaz, çözülmez, değiştirilmez denenler yapıldı, çözüldü ve değiştirildi.
2008 Dünya Ekonomik Krizi bile, gerçekten “teğet geçti”.
Fiyat istikrarı, ekonomik öngörebilirlik, kur stabilitesi, demokrasinin oturması, demokratik hakların yaygınlaştırılması, alt yapı hizmetleri, köprüler, yollar, sağlık hizmetleri…
Daha neler neler…
Gerçekten de Sayın Erdoğan’ın tabiriyle; “neredennn nereye” gelindi….
Fakat ulu bir çınar gibi olan iktidar gövdesinin içindeki kurtlar pek fark edilmedi.
İktidar gücüyle onlar da sürekli güçlendiler.
Ta ki, 7 Şubat 2012 yılında Mit krizi baş gösterene kadar.
Daha sonra 17-25 Aralık Yargısal Darbe Girişimi geldi.
Ve akabinde 15 Temmuz Silahlı Darbe Teşebbüsü yaşandı.
Bunlara rağmen girilen tüm seçimler kazanıldı.
Muhalefet adeta öğrenilmiş çaresizlik sendromuna tutuldu.
Ama ne yazık ki; artık zirvedeki kutlu yalnızlık rehaveti de beraberinde getirdi.
Başlangıçta iktidarı getiren prensipler, Erdoğan’ın tüm uyarılarına rağmen kulak ardı ediliyordu.
Ama halkın Erdoğan’a kredisi sonsuzdu.
Ekibindeki aksaklıklara, sıkıntılara ve kibire rağmen destek devam ediyordu.
7 Haziran 2015 seçimlerinde ciddi bir uyarı geldi.
Aynı uyarı sistem değişikliği sonrası yapılan ilk Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinde Erdoğan’a % 52 Partiye % 42 oy vererek yine yapıldı.
Halkın sandıkla verdiği tüm bu mesajlara ve Erdoğan’ın bütün ikazlarına rağmen kuruluş ilkesi olan, 3Y (yolsuzluk-yoksulluk-yasaklar) ile mücadeleden uzaklaşılıyordu.
Tüm bu negatif gelişmeler; bölgesel sorunlar, dış güçler ve tetikçileri, siyasi ve ekonomik rehavet ve aymazlık kur krizi'ni ve akabinde 16 yıllık iktidarlar döneminde görülmemiş bir fiyat artışını getirdi ve dolayısıyla vatandaşların alım gücünü düşürdü.
Vatandaş günün sonunda markete gidiyor ve fiyat artışının getirdiği acı gerçekle yüzleşiyor.
Bu asla yabana atılacak bir şey değildir.
Çünkü yakın tarihimizde yaşanan her ekonomik kriz, iktidar değişikliği getirmiştir.
Böylesi bir ortamda seçime gidiyoruz.
Ve çok kaygılıyım.
Ülkesini, devletini ve Sayın Cumhurbaşkanı’nı çok seven birisi olarak uyarı, ikaz ve endişelerimi dile getiriyorum.
Belki yazdıklarıma kızanlar, kırılanlar ve hatta sövenler olacaktır.
Seçim arifesinde, “şimdi bunun zamanı mı idi” diyenler olacaktır.
Ama ben gerçek dostum, ıstırap çekiyorum ve üzülüp kaygılanan biriyim.
Üzüntüm ve endişemin şahsiliğimle alakası yoktur.
Bu Parti ve iktidar, ülkemizi 2023 ve 2071 hedeflerine götürecek bir ulvi hareket idi.
Böylesi büyük hedefe odaklanmış bir zihniyetin yıpranmasına, dejenere olmasına ve amaçtan sapmasına dayanamıyorum.
Küresel bazda yeni bir sistem ve yüzyılın oluşum sancıları çekilirken; içe kapanmacı, bencillikle malul ve “oyunda oynaşta” bir aymazlığı hazmedemiyorum.
Gözlerine ve sözlerine her baktığımda ülkesi için mücadele ve azmi gördüğüm Sayın Cumhurbaşkanı’mızı, zayıflatacak adım ve kalitesizliğe dayanamıyorum.
Sorunları halının altına süpürmek çözüm değildir.
Bir realite var ki; 16 yıldır hiç olmadığı kadar sıkıntılı, sorunlu ve çözümsüzlük içeren bir süreç yaşıyoruz.
Yetki ve sorumluluk verilen kişi ve kafalar gaflet içinde.
İrade ve inisiyatif koyacak, taşın altına gövdesini sokacak ve temsil ettiği makamı kişiselliğinin önünde tutacak yetkililer gününü gün etme peşinde.
Akıl tutulması yaşanıyor adeta.
Bugünün yetkilileri ya tarih okumuyor, ya hiç tarih bilmiyor ya da liyakat ve ehliyet yoksunluğu içinde günübirlik muktedirlik şehvetinin girdabındalar.
Uyarıyorum…
Kendimize, ülkemize, devletimize ve cansiperane çalışan ve geldiğiniz makamları borçlu olduğunuz Cumhurbaşkanı’mızın davasına zarar veriyoruz.
İş işten geçmeden aklımızı başımıza alalım.
Tarihten ibret alıp, ders çıkartalım.
Yoksa emin olun; tekebbür içinde, tembellik döşeğinde, sonradan görme açlığımızla, basiret yoksunu gaflet uykumuz, tarihi tekerrür ettirir ve hepimiz altında kalırız.
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar..