Libya'da 'geri adım atarsak, Akdeniz'e olta bile atamayız..'

Kimliğinde Gazeteci Mustafa Şerif Bey yazar.
1911'de İtalyanlar Trablusgarp'ı işgal eder.
Gazeteci Şerif Bey ve arkadaşları Mısır üzerinden ciddi tehlikeler atlatarak ve meşakkatli bir yolculuk sonrası Trablus'a varırlar.

Kimliğinde Gazeteci yazan kişi Mustafa Kemal’den başkası değildir.
İtalyan işgaline karşı bugünkü Libya toprakları; Trablusgarp, Bingazi, Tobruk ve Derne'de direnişi örgütlemek ve organizasyon için giderler.

O dönemde bu Osmanlı/Türk toprağına saldıran İtalyanlar idi.
Bugünlerde Libya savunmasına dair Mustafa Kemal'den bahsedilmesine karşı, "o zaman düşman İtalyanlar idi ama bugün Libya halkı birbirine mı kırdırılacak" sözünü şiddetle yadırgıyorum.

Bugün daha beteri var.
Çünkü bugün Rusya var, Fransa var, Birleşik Arap Emirlikleri-Suudi Arabistan-Mısır üzerinden ABD-İsrail ve İngiltere var.

Görünüşe aldanıp da sakın ola ki, Libya iç savaşı diyerek basite almayalım.
Libya şuanda Akdeniz demektir, Kuzey Afrika demektir.
Türkiye'yi güneyden kuşatmak demektir.
Ve üstelik saldıran bir tek devlet değil; devletler ve onların paralı-sözleşmeli gayrı resmi-paramiliter askerleridir.

Türkiye Libya için hiçbir zaman lejyoner olmamıştır, olmaz da.
Türkiye Libya'ya saldıran lejyonerlere karşı Libya halkının yanında yer alıyor ve almalıdır da.
Trablus'a saldıran, Libyalı General Hafter diye düşünmek ya art niyetliliktir veya olayı anlamamak veyahut da  durumu basitleştirmekten başka bir şey değildir.

Akdeniz'in en önemli noktalarından birisidir, Libya.
Libya düşerse Akdeniz düşer ve Akdeniz düşerse güney deniz sınırımız saldırı altında demektir.
Irak'la, İran'la, Suriye ile nasıl sınır isek; şuanda Libya da sınırımızdır ve savunmak zorundayız.
Coğrafi olarak olmasak da; stratejik olarak sınırdaşız.
Bunu böyle bilmeli, böyle düşünmeli ve Libya için tüm dünyaya neler yapabileceğimizi her boyutla göstermeliyiz.

Evet… dikkatli olmalıyız,
Her türlü alternatifi hesaplamalıyız,
Riskleri analiz etmeliyiz,
Diplomasinin her türlü enstrümanını kullanmalıyız,
Akıllı ve akılcı davranmalıyız…
Ama son tahlilde Libya düşmemeli ve yeni bir Uşi Anlaşması imzalanmamalıdır.
Bu defa Trablus hükümeti yenilmemelidir.

Peki ne yapılmalıdır…
TBMM’den tezkere çıkartılmalı; Türk Devleti her türlü askeri gücüyle Trablus Hükümetini ayakta tutmalıdır.
Kara-Hava-Deniz kuvvetleri seferber edilmelidir.
Yerel askerler ve aşiretler örgütlendirilmeli, eğitilmeli, organize edilmeli ve teknolojik savunma ve askeri teçhizatla donatılmalıdır.

Trablus Hükümeti'nin resmi davetiyle gidecek asker ve askeri gücün yanında;
Gerek güvenlik şirketi olarak,
Gerek ticari firma şeklinde,
Gerek Libya'ya sınır ülkeler üzerinden,
Gayrı resmi güç sevkiyatı da yapılmalıdır.
Çünkü Suriye'de terör örgütleri üzerinden vekalet savaşı Libya sathında farklı bir evrime uğramış; farklı kimlik ve adlarla paralı askerlerin savaş arenasına dönüşmüştür.

Mısır'ın Sisi'si, Arabistan'ın Prens Salman'ı, BAE'nin Prens Zayid'i Hafter'e tüm güçleriyle destek verip paralı-sözleşmeli adamlarını sahaya sürmüşlerdir.

Kimse kusura bakmasın ama kavgada yumruk sayılmaz kabilinden oyunu kuralına göre oynamak gerekir.
Ve üstelik oyunun hiçbir kuralı yoksa ve hatta hasımlarca her türlü belden aşağı vuruş, hile, desise mübah ise; gereken gerektiği şekilde yapılmalı ve ne yapıp edip bu savaş kaybedilmemelidir.

Çünkü işgalci, saldırgan ve sömürgeciler, hakları olmamasına rağmen her türlü ahlaksız, kirli ve bulanık bir saldırıyla geliyorlarsa; haklı olanın da ona uygun, gardını oluşturması ve haksızı ezmesi şarttır.

Bu bağlamda Trablus Savunması için askeri koldan yürürken başta Birleşmiş Milletler nezdinde olmak üzere; komşular Cezayir, Nijer, Çad, Tunus ve hata Mısır’la resmi veya arka kapı diplomasi  asla ihmal edilmemelidir.

Geçen gün Cumhurbaşkanı'nın Tunus ziyareti ve oradan verdiği beyanat çok önemli, kritik ve manidardır.
Erdoğan Tunus'ta Libya’nın Türkiye için anlamını, önemini ve vazgeçilmezliğini tüm dünyaya ilan etti.

Tunus Devlet Başkanı ile yaptığı basın toplantısında acil ateşkese varılması gereğini dillendirse de aslında Erdoğan bunun ne kadar zor hatta imkansız olduğunun farkında idi.

Çünkü Libya'daki savaş bir iç çatışma değil, çok uluslu bir savaştır.
Bunun farkında olan Erdoğan ateşkes söyleminin hemen akabinde; "Türkiye herhangi bir davet olursa, davete icabet eder; adımlarımızı buna göre atarız." derken en yüksek dozda bir kararlılık ve kesinlik vurgusu yapma gereği hissetti.

Bu arada Tunus'un Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır'la beraber Hafter Güçlerine destek vermemesi Erdoğan'ın bu ziyaretini daha anlamlı kılmıştır.

Çünkü Türkiye'nin Trablus'a yapacağı askeri takviyede Tunus oldukça önemli bir işlev ifa edecektir.
Kaldı ki bu Tunus'un da menfaatinedir ve kendi geleceğinin güvencesidir.
Aksi takdirde Trablus düşerse Libya'dan kendisinin de vurulacağının mukadder olduğu kesindir.

Tüm bu handikapların farkında olan Tunus inanıyorum ki; önümüzdeki günlerde ülkemiz kamuoyunda çok daha fazla konuşulacak ve önemli bir rol üstlenecektir.

Sonuç olarak söylersek;
Trablus asla ve asla düşmemelidir.

Küresel Hakimiyet savaşı tüm hızıyla devam ederken önümüzdeki yüzyılda ülkemiz mukadderatının en önemli dama taşlarından birisi olan Libya, elden ve gözden çıkartılmamalı; belki ağır bedelleri olacak olsa bile, tıpkı KKTC gibi elimizde ve kontrolümüzde olmalıdır.

Olmalı ki; Akdeniz'de varlığımız devam etsin, güney kuşatması akim kalsın ve Doğu Akdeniz ellere gitmesin.

Yoksa emin olun Erdoğan'ın dediği gibi; "Geri adım atarsak Akdeniz'e olta bile atamayız."

Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.
OGÜNhaber